"Darbe Günleri"

Necip Tosun
Necip Tosun

Televizyonda Kenan Evren’in konuşmasını izliyorum. Asker elbisesiyle Orgeneral Kenan Evren il il geziyor, mitingler yapıyor. Hemen arkasında da diğer generaller diziliyor. Tüm siyasiler tutuklu. Partiler kapalı. Kenan Evren, tüm siyasilere hakaretler ediyor. Toplanmış kalabalık ise alkışlıyor.

24.04.1981

12 Eylül darbesi öncesi okula çok az gidiyordum çünkü o gerilimi kaldıramıyordum. Sanki bir kıvılcım çıksa okul birbirine girecekti. Bazı dersler seçmiş sadece onlara gidiyordum. Okula girişte yeni bir yol bulmuştum. Her iki grup okulun iki ayrı köşesinde toplanıp öyle okula giriyorlardı. Bense İş Bankası’nın hemen yanından Tunus Caddesi’ne çıkan bir ara yol bulmuştum. Böylece her iki gruba da karışmıyor, onlara hesap vermek zorunda kalmıyordum. Zaten öğrenci gibi de gözükmüyordum. Yanıma kitap, defter de almayınca sorun olmuyordu. “Okul kimin elinde” mücadelesi sürüyordu. Bazı ölüm, direniş, çatışma yıl dönümlerinde okulda boykot oluyor ve ben okula boş yere gelmiş oluyordum.

Ama bugün okula gitmem gerekti ve ilginç bir olayla karşılaştım. Sınıfta kız arkadaşlar bir tarafta, erkek arkadaşlar bir tarafta koro oluşturmuş şarkı söylüyorlardı. Dinlemek zorunda kaldım. Bazen solo da yapıyorlardı. Pek de acemi değillerdi, ders dinlemek için gitmiştik ama şarkı dinledik. Aslında bu görüntü dehşetti. Zira sanki altı yedi ay önce birbirlerine silah sıkan insanlar bunlar değildi. Oradan buraya nasıl geliniyordu, izahı zor bir durumdu. Sanki herkes darbeyi bekliyormuş gibiydi. Kendi aramızda herkes “sev-genç” oldu diyoruz.

30.04.1981

Televizyonda Kenan Evren’in konuşmasını izliyorum. Asker elbisesiyle Orgeneral Kenan Evren il il geziyor, mitingler yapıyor. Hemen arkasında da diğer generaller diziliyor. Tüm siyasiler tutuklu. Partiler kapalı. Kenan Evren, tüm siyasilere hakaretler ediyor. Toplanmış kalabalık ise alkışlıyor.

19.05.1982

Kahvede arkadaşlarla otururken çocukluk arkadaşım kahveye giriyor. Üstü başı darmadağınık, gözleri kan çanağı. Yine psikolojisi kötü gibi. Darbeden sonra tutuklanmış ve yoğun işkence sonrası psikolojisi bozulmuştu. Kahvedekilere bildiri dağıtmaya başlıyor. Ama kimseyle konuşmuyor, donuk, ciddi bir şekilde bildiriyi uzatıyor, almayanların masasına bırakıyor. Benim de yanıma gelince adını anıp tokalaşmak istiyorum. Ama arkadaşım beni tanımıyor, bakmıyor bile bana. Sanki başka bir dünyada yaşıyor. Gözlerini görünce ürküyorum. Bana da bildiri veriyor. Ben elimde bildiri donup kalıyorum. Arkadaşım bildirileri dağıttıktan sonra soğukkanlı bir şekilde kahveden çıkıp gidiyor. Elimde bildiri arkasından bakakalıyorum. Bildiriyi okurken, ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Can arkadaşım sevgilisi için nasıl Boğaz’ı yüzerek geçtiğini, yaşadığı maceraları anlatıyor, insanları düğününe davet ediyor. Kuşkusuz hiçbiri doğru değil, bunların tümünü kuruyor. İşte 12 Eylül işkencecilerinin affedilmez günahlarından biri…

Darbe, insanın çocukluk arkadaşını bile elinden alıyor.

06.07.1982

Akabe’de Recep Yumuk ile birlikteyiz. Cemal’i sordum. Cemal İstanbul’a geçmiş. Okulda Şuayip isimle arkadaşla karşılaşıyorum. Okul açıldığından beri çok garip davranışları var. Sebebini sorduğumuzda darbeden sonra Mamak hapishanesine düştüğünü altı ay kadar yattığını söylüyor. Bana bizzat “onun adamları daha güçlüydü beni yatırdı” demişti. Duruşmaya çıkmadın mı dediğimde, “çıkıyordum ama hâkimin dediğini kabul etmediğimden bırakmıyorlardı” demişti. Kafası sıfır numara olduğu için hapishanede olduğuna inanmıştık. Zaten 12 Eylül ile birlikte içeri düşmek sıradan bir şeydi. Ama bugün sormadığım hâlde tüm olanları bana anlattı. Kendisinin bir tarikata girdiğini sonra sofilerle bozuştuğunu onların yanına gittikçe sanki kendisine kötülük yapacaklarını zannettiğini anlattı. Ne olduysa bundan sonra oldu dedi. “Artık cinlerle, perilerle uğraşıyordum. Sağımda solumda onlar vardı. Beni sürekli rahatsız ediyorlardı. Bu yüzden işten de ayrıldım. Sonra hastaneye gidip psikolojik tedavi gördüm. Sonra her şeyi bıraktım. Şimdilik çok şükür iyiyim. Bana bir hâl gösterdiler ben dayanamadım.” Acil şifalar diliyor yanından ayrılıyorum. Darbenin kıyımlarından biri daha…

Okul çıkışı Zafer’e geliyor kitapçıları dolaşıyorum. Klasik Batı Müziği listemdeki bantları alıyorum. Bayraktar Kitapevine uğrayıp Nuri Pakdil’in Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş kitabını alıyorum. Sonra kirayı vermek ve Aylık Dergi’yi almak için Keçiören’e gidiyorum. Belediye otobüsünde gördüğüm subay gözlerimin önünden gitmiyor. Ben ayaktaydım o da hemen önüme oturmuştu. Biraz sonra cebinden katlanmış bir mektup çıkardı. Mektup baştan sona Arap harfleriyle yazılmıştı. İşin asıl ilginç olan yanı mektubu gönderen kişi mektubuna imzayı şöyle atmıştı. İsim imza ve “Ankara Numune Hastanesi Psikiyatri Bölümü”. Belki yazan sıradan biri değil. İşin daha da ilginç olan yanı mektubu okuyan subay dikkatle okuyor ve bazı Arapça yazılmış kelimelere ok çıkarıp doğrusunu yine Arapça yazıyordu. Benim dikkatle ve şaşkınlıkla baktığımı görünce hafiften başını bana döndürecek gibi oldu vazgeçti.

Akşam evde aldığım klasik müzik bantlarını dinliyorum.

30.07.1982

12 Eylül darbesinin acımasız yüzünden biri, etrafa bir yığın hastalıklı insan salmasıydı. Bugün H.M ile karşılaştım. Bu arkadaşı çok severim. Mutlu ve acı çok günlerimiz oldu. Harbi, ciddi, ne istediğini bilen, zeki, cesur bir arkadaş. Ancak 12 Eylül’den sonra tutuklandı ve muhtemelen işkenceden sonra tümüyle akli dengesini yitirdi. Bugün birlikteyiz. Bana özlemle sarılıyor. Sürekli hayal âleminde geziyor. Bakırköy’e gidişini, yolda yaptıklarını, polisin elinden nasıl silahı aldığını, sonra Bakırköy’de bir ay karyolaya bağlı yattığını anlattı. “Ulan Bakırköy’ün hepsi deli. Bir gün yanımda yatan bir deli bana yaklaştı ‘Benim Hatice’yi görüyon mu’ dedi. ‘Şu gözlere bak ceylan gibi.’ Hani lan nerde diyorum. ‘İyi bak görürsün.’ Sonunda bakıyorum he lan gerçekten Hatice güzelmiş diyorum. Bir de öğretmen vardı birlikte kaldığımız. O da öğrencilerime yararlı olamıyorum diye bütün gün ağlıyordu.”

18.11.1982

Mağazada bir arkadaşla otururken Bakırköy’den yeni çıkmış biri geldi yanımıza. Darbe mağduru. Hemen sahip çıktım kendisine. Diyor ki “Ben kendimi Mehdi sanırdım. Deccal çıkardı ortaya herkesin yüzüne bıçak atardı, kafalarına çekiçle vururdu. Ve ben herkesi amelleriyle görüyordum. Öyle pis kokan insanlar gördüm ki mosmordu vücutları, kokudan yanlarında duramıyordum. Arada bir cehd diye bağırıyordum,” diyor ve gerçekten bağırıyor. Korkuyorum. Sakin olmasını söylüyorum. “Ve ordan sonum Bakırköy. Ve hem benim kanımda bir şey eksikmiş. Hiçbir yerde duramıyorum bazı anlarda. Çok hızlı hareket ediyorum. Bir yere giriyor ve hemen çıkıyorum, konuşuyor, konuşuyor, çıkıyorum.”

25.02.1981, Kırıkkale

Tanrı kalbi kırıklarla beraberdir.