Depresif Ruh Skandalı

Ruhum ilk kez bir bedene cuk diye oturdu.
Ruhum ilk kez bir bedene cuk diye oturdu.

Bebekler gibi bir uyku çektim. Sabah erkenden kalktım. Yürüyünce bıngıl bıngıl eden kollarımdan birine dövme yaptırdım. İstiklal’de yürüdüm. Pasajdan güneş gözlüğü aldım. Sinemaya girdim. İnanılmaz terledim. Farkına varmadan üstümü çıkardım. Tişörtümle yüzümü sildim.

Sonsuza dek ölmek istiyorum. Duvarlara çarpa çarpa şişman bir insanın gövdesini buldum ve yerleştim. Horlayacağım aşikar. Bu şişmanlıkla başka nasıl sesimi duyurabilirim ki?

Yanlış bir yere baktıktan sonra veya fazladan cümleler kurduktan sonra parçalanıyor ve şehrin kötü evlerine saplanıyorum. Ben şimdi kalbi kırılmış şişman bir kimse olarak mutfağa gireceğim, su içerken aklıma kavanozdaki zeytinyağlı patlıcanı düşüreceğim. Beni başkalarının hikayeleriyle oyalıyorlar. Gün gelecek hepinizi hatırlayacağım ve bir hafızam olduğuna pişman olacaksınız. Ben yine hangi bedende örselendim ve intihara kalkıştım inan hatırlamıyorum.

Ben yeryüzünün ilk intihar eden insanıyım. Ruhum intihar etmiş başka birine, sonra o bedende intihar edince başka bedene başka bedene... Bir önceki bedende yapıp ettiklerimi hatırlamıyorum. Hafızası olmayan yakışıklı ama bir o kadar da depresif bir ruhum var.

Her gün bir uçurumun üzerine yürüyüp atlamak sonra boşlukta asılı kalmak, bileklerindeki kalabalık içinde damar bulamamak hayatıma yeni bir boyut kazandırdı. Gecenin ortasında tam uykuya dalacakken net bir şekilde Osmanlıca konuşan bebek sesi duymak gibi. “Hususat-ı maruzata leyte leal ile sürüncemeye düşürülmeyerek...” Öldürülen şehzade bebekler için bile geç bir saat. Ben hep böyle saatlerde dağıtılıyorum kötü evlere işte. Sıkıştığım anda basıyorum tetiği, atıyorum kendimi aşağılara, damarlarımı kesiyorum. Belki bir umut kötü evlerde doğru bir hayat yaşamış bir gövdeye rastlarım diye. Nafile! Öylesi hiç denk gelmedi. Düzenli bir uykusu olan, doğru bir kadının gözlerine bakan, işini severek yapan falan filan. Belki vardır. Hatırlamıyorum işte. Al şimdi de şişmana düştük. Şişman bu, kesin problemlidir. Daha önce böyle iri bir vücutta takıldım mı acaba? Ben iyisi mi bir yürüyüş yapayım.

Eğilip bir hamle daha yaptım. Yok mümkün değil. Bu göbekle ufak bir eğim kazanmak bile büyük maharet istiyor. Allah’ım bu şişmanlar nasıl çorap giyiyor? Gidip odaları teker teker kontrol ettim. Yaşlı bir kadın buldum. Annem midir? Nenem mi? Nenedir bu. Oda boşa yaşanmış uzun bir ömür kokuyor. Dürtüyüm şunu. Güç bela açtı gözlerini. Elimdeki topukları erimiş çorapları sallayarak,

“Şunları giymeme yardımcı olur musun?”

“Orhan noldu oğlum bu saatte? Korktun mu yine? Gel hadi yat yanıma okuyum ben seni.”

Ne yatması ya. Yuh bu teyze yoksa benim karım mı lan?

“Sen kimsin?”

“Ben babaannen. Uyku sersemliğiyle ne dediğini de bilmiyor. Gel yat oğluşum.”

Oh karım değilmiş.

“Yok babaanne dışarı çıkacağım. Çoraplarımı giyemiyorum. Bir el at da şu tombik ayaklarıma geçirelim çorapları.”

Anlaşılan epey korkak bir tipmişim. Diğer odadan gelmem bile babaannem tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Odalarda bulunan karanlık bölmelerin önünde çok beklemişim. Karanlık görünce, beni o parça parça siyahların içine karıştıracakmış gibi bir dehşete düşüyor gözlerim. Korkma artık şişman gövde! Artık delikanlı bir ruhun var. Epey de sevimli bir şeymiş. Şu yumuk yumuk ellere, okka gibi buruna da bak. Yürüyüş epey iyi geldi. İçim daha önce alışık olmadığım bir sevinçle doldu. Zihnim berraklaştı. Bir duş alayım.

Ah ben buğulanmış ayna karşısında sevimli ve tombul suratımla nasıl da bakıyorum kendime öyle. Şu kremden sürünüyüm biraz. Narin tenime halel düşürmeyeyim.

Bebekler gibi bir uyku çektim. Sabah erkenden kalktım. Yürüyünce bıngıl bıngıl eden kollarımdan birine dövme yaptırdım. İstiklal’de yürüdüm. Pasajdan güneş gözlüğü aldım. Sinemaya girdim. İnanılmaz terledim. Farkına varmadan üstümü çıkardım. Tişörtümle yüzümü sildim. Limonatamdan bir yudum aldım. İki kız önümde durdu. Tişörtümü çıkarttığım için fena utandım. Biri yaklaştı. “Oy sen terledin mi? Oy bu yorulmuş mu? Hanimiş bunun memişleri” diye gıdıklamaya başladı. Teklifsiz yanaklarımı şapur şupur öpmeye başladı.

Günler geçti. Bir kez bile intihar düşüncesi belirmedi. Ruhum ilk kez bir bedene cuk diye oturdu. Onu iyi besliyorum. Manita bile yaptım. O beni pasajın orada öpüp mıncıklayan kızı bekleyen kız. Adı Özge. Bir manitam olmasına rağmen her fırsatta ayna karşısına geçip gizli gizli sevimli suratımı ve göbeğimi incelemekten kendimi alamıyordum. Sarılasım geliyor kendime.

Ha bir de her mutluluk nöbetinde, intihar ettiğim diğer bedenlere dair bir şeyler hatırlıyorum. Bana acı veren tüm şeyleri affediyordum. Affetme defterim doldu taştı.

Özge beni okuluna götürdü. Hazırlayacağı karma sergi için resim seçiyor. Ara sıra kızların yoğun ilgisinden söküp alıyor beni. Bana diyor ki “yardımcı ol lütfen çok resim var.” Olayım tabi. Dur önce bir lavaboya uğruyayım. Lavabo aynasına bir öpücük kondurdum çıktım.

Bir kız daha geldi. Getirdi koydu resimlerini önümüze. Beni görünce büyük bir şaşkınlık. Seni tanıdım şeref yoksunu, terbiye beceriksizi lanet kız. Şişman bedeni intihara sürükleyen kızsın sen. Resmen aşağılaya aşağılaya ikna etmişti bu bedeni intihar etmeye. Sen bu sevimli surata nasıl gölge düşürürsün Aşüfte?Özge’nin kulağına eğildim. “Bunu bana bırak.” “Tamam ben de balkonda birazcık hava alayım” dedi. Güzel.

Bana bakmayı sürdürdü şeref yoksunu kız ve dedi ki:

“Nasıl oluyor bu?”

Dünyada her şeyin mümkün olması bazen de inanılmaz keyifli. Güneş gözlüğümü taktım. Resimlerinden birini aldım. Suratımı ekşiterek,

“Yalnızca ben sorunca konuş.”

İfademin netliğinden dolayı “peki” demekle yetindi.

“Berbat resimler bunlar. Nasıl cüret edersin bu seçkin sergiye resim getirmeye?”

Sesimi yükselttim. Başkaları da duysun istedim. Entelektüel birikimimi döktüm taşırdım. Herkes büyük bir hayranlıkla dikkatlerini bana yöneltti. Terbiye beceriksizi kız ağlayarak gitti. Özge geldi. Eve gidelim mi yorgunum? Bittabi. Elimi tuttu. Kapının önünde çömelip ağlayan kızın yanından bakmadan geçtik. Yaaa nasıl oluyormuş kahpe.

Özge ile günlerin muhasebesini falan yapmıyorduk. Hesapsız kitapsız sürdürüp gidiyorduk. Ara sıra videolarımı çekiyordu. Ben de sabaha kadar sardırıp sardırıp hayretler içerisinde yürüyüşümü, mimiklerimi seyrediyordum. Yaşamak aslında içinde sessizlik ve soru işareti olmadan pek de acıtmıyormuş. Öğrenmiş olduk. Senin ‘öğrenmiş olduk’ diyen dillerini yerim.

Babaanneme uğradım. Bana nasıl saygı duyuyor? Nasıl el üstünde tutuyor? Görmelisiniz. Ben bir duş daha alayım. Misler gibi koksun benim harika vücudum. Soyundum. Tatliş bedenimi seyredaldım. İnsan kendine nereye kadar sarılır? Denemekte fayda var. Bir kolumu güçlükle sırtıma, diğer kolumu diğer tarafa. Dengemi sağlayamadım. Kafam küvete çarptı. Lütfen ölmüyüm. Ben kanın bu denli tatlı bir tonuna şahit olmadım daha önce. Nasıl da mükemmel akıyor. İnanamazsınız. Ben bu bedeni görmeden nasıl yaşarım? Bilen söylesin. Şu an kendimi bir kez daha seyretmek için neler verirdim neler. Dayanamazdım galiba yerde acılar içerisinde kıvranışıma. Yaşlı bunak gel artık. Bu tatlılık abidesi ölecek yoksa. Gel lütfen, yetiştir beni hastaneye. Ölmek istemiyorum.