Dünya ile göz göze en az on iki kere

Utanç
Utanç

Öyle görünüyor ki, Cemal Şakar, tüm insanlığın, kendisinden bile sakladığı, bakmadığında yok olduğunu düşündüğü utancı, biliyor, görüyor, dahası gösteriyor. Ve onların yerine, bu yükü, yaşam yükünü, yaşıyor olma yükünü, taşıyor.

Adlar, insan kadar eskidir. Varlığıdır insanın, ak ya da kara kaderidir, çizilmiş yazgısıdır, Allah'a duasıdır. Adıyla yeniden göz göze gelelim: Utanç. Kitaptaki hikâyeler, en az kitabın adı kadar güçlü. Bu adın çağrıştırdıkları, bu adın hikâyesi, bu adın dünyadaki geçmişi ve geleceği ile beraber düşünülürse elbette. Cemal Şakar, başta, kitabın adıyla düşündürüyor bizi. Utanç. Dahası, düşündürmek değil tek derdi, ömrü boyunca yaptığı gibi; ötedekini, görülmeyeni, anlatılmayanı, bilinmeyeni, bilmezden gelineni, hor görüleni, ezileni, dışlananı, incitileni, yeryüzünün dışına itileni, tüm topraklardan sürüleni anlatmak... Onun gözleri görüyor çünkü, kara gecedeki kara karıncayı. Görüyor çünkü dünyası kararınca eti de çürüyenleri, görüyor çünkü kapkara ruhların apaydınlık gözlerini, görüyor çünkü serpilip büyüyemeden bir gölgeyi giyinenleri. Çiçek çiçek açılan yaraları, parçalanan çocukluğu ve çocukları, bir rüyaya düşer gibi ölen adamları, önce yaralanan, sonra hâzâ yara olan kadınları.

Cemal Şakar
Cemal Şakar

Türk öykücüğünde, her hikâyesiyle; kökleri, toprağı daha sıkı saran, dalları göğün bilinmez katlarına uzanan, bir yandan gittikçe uzayan kışa direnen, diğer yandan gövdesindeki kurtlarla mücadele eden, yapraklarını yine kendi toprağına döken bir ağaç Cemal Şakar. Şairin dediği gibi, herkesten daha çok, bir daha söyleyelim, herkesten daha çok, dünya ile göz göze bir insan. Çağının en önemli tanıklarından, dahası kalbinin, dahası insanın ve insanın kara bahtının, dahası yanı başında olan savaşın, dahası rüyalarını kaybeden işçilerinin, dahası senet nedir bilmeyen köylülerinin, dahası az sonra parçalanacağını göremeyen çocukların, dahası dil engeline takılan imamların, dahası sularla ve sularda ölen mültecilerin, dahası tam açacakken kuruyan çiçeklerin, dahası giderek uzaklaşan göklerin, dahası gökdelenlerin gölgesinde kalan evlerin, dahası daima işleyen ellerin, dahası.

"Şirin'in Gözleri" başlı başına bir insanlık hikâyesidir. Önce zaman yaratılır, sonra kapıdan geçilir. Doğar insan. Vahayfa, ve dünya! Vahafya, ve dünya, serilir insanın önüne. Parçalanmış, insanları ve şehirleri parçalanmış, yağma edilmiş, talan edilmiş bir dünya. Ağaçlar güzelliğini yitirip kuru bir oduna dönmüş. Gökler demir, yerler bakır olmuş. Şirin'in boğazına oturur hayatta kalmanın utancı. Hayatta kalmanın suçluluğunu bertaraf edebilmek ister, ama taşıdığı utancın altında, ne mümkün... Mümkün değildir, hayatta kalmanın suçluluğunu bertaraf edebilmek. "Bir tek cesetler gerçekti," der, "açılmış koca koca gözleriyle, bunların neden başına geldiğini anlayamamış; insanın insana bunu nasıl yapabileceğini bilememiş gözler, büyümüş bilememekten, anlayamamaktan büyümüş..."1 Şehri, ve biz şehirlileri çok iyi tanır Cemal Şakar.

  • Dediğine göre, biz; "... güneşe göre değil saate göre yaşayanlar, beton kokusundan başka bir şey bilmeyenler, yol deyince metroları, otobüsleri anlayanlar, kendi uğultusunu durmadan çoğaltanlar, çoğalan sesler arasında sağırlaşanlar, kalpleriyle değil gözleriyle bakanlar, kalpleriyle değil beyinleriyle düşünenler, gönülleriyle değil dilleriyle konuşanlar, vicdanlarıyla değil cebindeki bozukluklarla insanlara uzananlar, göz göze gelmektense kendi içine gömülenler, görmemek, duymamak, bilmemek için başını masadan kaldırmayanlar..."2 "Matematik Defteri" öyküsünde; hikâyesiyle, duygusuyla, diliyle, biçimiyle gölgelere mecbur, karanlıklarda yaratılmış bir dünya kurar Cemal Şakar. Kara hikâyeler, apaydınlık gözlerindir her zaman. Rutubetli tavanlar, dökülmüş sıvalar, çökmüş kanepeler, solmuş perdeler, çürümüş insanlar. Zamanın şarkısı, zamanın başladığı andan itibaren giderek acılaşır.

Çocuklar, kalplerinde aydınlık bir güneş taşıyan çocuklar, gölgelerde kalınca, gölgelerde büyüyünce, gölgeler tarafından ışıkları soğurulunca, cam gibi parçalanınca, gölgeler konuşunca sadece ve çocuklar sadece susunca, çocuklar bilmeyince, az sonra nasıl parçalanacağını bilmeyince. Soba yakılır, oda ısınır, ama çocukların kalplerindeki o ışık parlamaz, yuvaları onu korumazsa, yitip gider çocuk, ve çocukluk. Hepimizin en güzel taşrası, hepimizin en güzel çağları, hepimizin, hepimiz. "Dudağımdaki Tuz"da, bir gün, göğe açılan pencereler önünde bir kadın, bir gün ışıklı bir dünyada bir kadın, bir gün bir kuyu olur her şey, olduğunda, o derin kuyuda çıyanlar, yılanlar, karafatmalar, tarantulalar... "Oysa yerden göğe açılan bir pencereden, önce toprağa, sonra göğe, sonra enginliğe karışmak istiyordum..."3 Bir yolunu bulur, her dokunuşla gittikçe çürüyen gövdesini sürükleyerek şehre kaçar. Tekrar eder, tekrar ve tekrar: "Ne kimse ne hiç kimse inandı."4

Hikâye, hepimiz bildiği gibi. Kendini doğuramadığı için bir türlü ölemeyenlerin hikâyesi. "Matematik Defteri" ve "Dudağımdaki Tuz" öyküleri, "hikâyesi" ve "diliyle" oldukça güçlüdür. Hatta, bu öyküler, kitabın kalbidir; bu dünyanın kalbindeki en "mahrem" acılardır. Ki, acı da, insanlık kadar eskidir, çağlar aşmıştır, nice topraklar geçmiştir. İnmemiştir insanın sırtından, kalbinden, ellerinden, gözlerinden. Âdem'den bugüne insanlık bir acının tarihidir, inlese de nefes alır insan, kahrolsa da nefes alır, bittim dese de nefes alır. Ve nihayet, bazı insanlar hâzâ yaradır. Bir kez daha. Utanç. Ama ne için -yahut kim?- Var olduğu andan itibaren zamanı genişleten, zamanın genişlemesiyle her saniye insana azap veren bu duygu, insanın hiç yabancısı olmadığı, görünce tanıdığı, ama ondan kaçmak için bir ömür çabaladığı bir hâl değil midir? Öyle görünüyor ki, Cemal Şakar, tüm insanlığın, kendisinden bile sakladığı, bakmadığında yok olduğunu düşündüğü utancı, biliyor, görüyor, dahası gösteriyor. Ve onların yerine, bu yükü, yaşam yükünü, yaşıyor olma yükünü, taşıyor. Büyük bir minnet... Tüm yazdıkları, hikâyeleri için. Göz göze geldiği insanlar ve bütün insanlık için. Ve bir kez daha: Utanç.

  • 1 a.g.e., s.99.
  • 2 a.g.e., s.103.
  • 3 a.g.e., s.54.
  • 4 a.g.e., s.55