Dünyayı kurtaran adam İbrahim

İbrahim olmasa dünyayı ele geçirecekti kesin. Biz İbrahim oraya uçana kadar ne olduğunu anlayamadık.
İbrahim olmasa dünyayı ele geçirecekti kesin. Biz İbrahim oraya uçana kadar ne olduğunu anlayamadık.

Hepimizi efsunladı. Biz bilmiyoruz ki kim bakınca ne görüyor. Herkes donakaldı zaten. "Demek dünyanın merkezi burası ve dünyanın en güçlü, en akıllı, en yakışıklısı da sizsiniz İbrahim Bey." deyince hepimiz İbrahim'e baktık ama o duymuyor, gözü göz değil, bir başka bakıyor.

Deli İbrahim diye bir padişah var imiş mecnun imiş. Siz bilirsiniz ama ben ancak beş yıl önce öğrendim. Buraya gelip bizim Deli İbrahim'le karşılaştıktan sonra sağdan soldan duya duya öğrendim. Yoksa kimse ne bana bir şey anlatır ne beni dinler. Ben de ondan yazarım ya... Neyse ne. Bunları niye yazdım bilmiyorum ama ilerde bir gün birileri bunu okur da doğrudan "Deli İbrahim dünyayı kurtaran adamdır!" dediğimi görürse beni deli zanneder de okumayı bırakır, diye bilgili olduğumu göstermek için sanırım. Yalan değil söylediklerim. Vallaha! Birazdan anlatacaklarımı okuyanlar -eğer dünya hâlâ yerli yerinde duruyorsa ve okuyan olursa tabii- bana hak verecek. Hatta belki bir kısmı öyle ürperecek ki hikâye bitince gidip iki rekât şükür namazı kılacak. Şunu da söyleyeyim, Savcı Bey görevini tam yapsaydı bunları anlatmama gerek kalmayacak, her bir detayı gazetelerden çarşaf çarşaf okuyacaktı herkes ama işte...

Başlıyorum.

Uzunca boyu, hiçbir zaman taktığı görülmemiş kovboy şapkası, şimşir tarağı ve inek yalamış saçlarıyla bir yukarı bir aşağı yürür İbrahim. Önüne gelene sorar: "Amca amca söyle bana benden daha yakışıklısı var mı bu dünyada?" Aç parantez. Ya kadınlar? Kadınlar pek çarşıda gezmezler, gezseler de İbrahim'i gören yolunu değiştirir. İbrahim kadınlardan, kadınlar İbrahim'den korkarlar çünkü. Kapa parantez. Önüne gelen cevap verir. "Yok İbrahim, en yakışıklı sensin." Önce yüzü aydınlanır sonra çarpık ama her biri sağlam dişlerinin hepsini tüm çarşıya gösterir İbrahim. Bu ilk cevap onu dört bazen beş tur boyunca idare eder. Mecburiyet Caddesi'ndeki dört turdan sonra bir daha sorar: "Amca amca söyle bana benden daha akıllısı var mı bu dünyada?" Cevabını yine aynı şekilde alır. "Yok İbrahim, en akıllı sensin." Yine aydınlanır yüzü, yine dişleri falan filan. En son, "Yok İbrahim, en güçlü sensin." cevabını da aldıktan sonra her şey başa döner.

"Hiç mi kimse ters bir şey söylemez şu İbrahim'e?" diye düşünenler için derkenar: İbrahim, belediye başkanının kardeşidir. Şu beş dönemdir oyların hepsini alan, çarşıdaki dükkanların da yarısının sahibi olan var ya, işte onun hayatta olan tek kardeşi. Bakmayın bizim hemşehrilerin burayı dünyanın merkezi zannettiklerine. Küçük bir ilçedir bizimkisi. Gerçi birazdan anlattıklarımı dinleyince, "İyi ki dünyanın merkezi sanıyorlarmış hatta Allah'ın her günü bunun şakasını yapıyorlarmış." diyeceksiniz ama henüz ona sıra gelmedi. Velhasılı kelam İbrahim dokunulmazdır.

Gelelim bizim Deli İbrahim'in dünyayı kurtardığı şu kutlu akşama. Yani bundan bir hafta öncesine dönelim. Saatlerimiz akşam dokuzu göstersin. Lokantacı Fethi'nin bağ evine gidelim. Bahçedeki masada oturan Fethi'nin yanında müteahhit Murtaza, İlçe Emniyet Müdürü Şahin Bey, Belediye Başkan Yardımcısı Puding Erhan olsun. Bunların hepsi Belediye Reisi Fehim kardeşi İbrahim'le gelince ayağa kalksınlar ve hepsi daha üç gün önce aynı masayı kurmamış gibi hasretle kucaklaşsınlar. Fehim'in şoförü, koruması, sırdaşı, çok affedersiniz buldoku İrfan, bahçenin köşesinde her zamanki ciddiyetiyle Amerika başkanının korumasıymış gibi üç adım ileri üç adım geri volta atmaya başlasın. Hava da ne güzel, ay dolunay, bir tane bile bulut yok gökyüzünde.

Buraya kadar bir sorun yoktu. Fethi her zamanki gibi "Dünyanın merkezi, memleketimizin kalbi olan bağ evimize şeref getirdiniz abilerim kardeşlerim. Söyleyin bakalım ne istiyorsunuz Fethi kardeşinizden?" diyerek dükkanındaymış gibi sipariş almaya başlamıştı. Fehim, Fethi'nin şovunu yaparken her zamankinden bir fazla dişini gösterdiğini düşünüp işkillenmiş ama ses etmemişti. Diğerleri zaten ses etmezlerdi Fehim konuşana kadar. İlçenin bütün imar planları, ihaleleri, kimin nereye geleceği, kimin nereden gideceği hep bu masada konuşulur, kararlar alınırdı ve memleketin kalbi olduğu bir anlamda doğruydu.

Derken... Eğer demir kapının önünde bir anda kimsenin beklemediği o motor sesi gelmeseydi o esnada öten baykuşun sesini de ilerde kimse hatırlamayacaktı ama bunu artık uğursuzluğun bir işareti olarak mutlak bir imanla hatırlıyor orda bulunanlar. Bundan sonrasını nasıl anlatacağımı doğrusu hiç bilmiyorum. Olay biraz karışık. O yüzden sözü şimdilik her ne kadar Savcı Bey inanmasa da olayı yaşayanlara bırakıyorum.

*

Fehmi – Belediye Başkanı

Herkes benim konuşmamı bekliyordu ama işte birdenbire yirmi yıl önce babamın Sivas'ta iki kangal köpeği karşılığında bıraktığı arabamızı görünce dilim tutuldu sandım. Tutulmamış. İçinden daha sabah mezarına bir Fatiha okuduğum babam çıkınca o zaman tutuldu dilim. Ne diyeceğimi bilemedim. Şu dünyada mezarının bile karşısında hazır olda durduğum tek insan babam. Beni beklemedi zaten, babam bulduğu ilk sandalyeyi tepeden ilçeyi izleyeyim diye, boş bırakılan tam karşımdaki boşluğa çekti, hiçbir şey demeden oturdu.

Fethi – Lokantacı

Ben şu dünyada en çok kızımı severim Sayın Savcım, en iyi sen bilirsin. Daha on beş dakika önce telefonda konuşmuşum, burda gece olmuş ama orada yeni uyanıyorlar. Bir anda ona burdayken aldığım arabayla içeri girdi. Sen ne yaparsın Sayın Savcım? Yanıma da gelmedi. Tuttu Reis'in karşısına çekti sandalyeyi.

Murtaza – Müteahhit

Tutku indi taksiden Sayın Savcım. Tabii ya, Sarı Tutku. Üç aydır Ankara'ya gitmiyorum, sen biliyorsun. Ölmeden önce görmek istediğim tek kişi, bilirsin. Gelsin, karşımda öyle dursun, seve seve ölürüm, demedim mi sana kaç kere? Ama böyle değil. Yok yok, böyle değil.

Şahinbey – Emniyet Müdürü

Seksen yaşındaki anamı bırak bu bahçede, evde ayakta görsem on koyun keserdim Sayın Savcım ama böylesi ne görülmüş ne duyulmuştur. Kalp krizi geçiriyorum sandım ama başka bir şey vardı anamda. Bambaşka bir şey.

Puding Erhan – Belediye Başkan Yardımcısı

Ne umuyorduk ne bulduk. Sadece dost sofrası olacaktı, yemek yiyecektik. Karşımda bir anda onu gördüm yıllar sonra. Kim olduğunu sorma Sayın Savcım. Öylece oturdu karşıma. İşte böyle baktım mal gibi.

Hepsi Aynı Anda

Hepimizi efsunladı. Biz bilmiyoruz ki kim bakınca ne görüyor. Herkes donakaldı zaten. "Demek dünyanın merkezi burası ve dünyanın en güçlü, en akıllı, en yakışıklısı da sizsiniz İbrahim Bey." deyince hepimiz İbrahim'e baktık ama o duymuyor, gözü göz değil, bir başka bakıyor. Yok dostmuş, yok uzaymış uzak galaksilermiş, iş birliğiymiş daha neler. İbrahim olmasa dünyayı ele geçirecekti kesin. Biz İbrahim oraya uçana kadar bunun ne olduğunu hâlâ anlayamadık. Vurdukça demir sesi geldi de asıl yüzünü görebildik. Sonra İrfan geldi.

İrfan – Buldok

Memişhane'ye gitmiştim. Bir dakika ya durdum ya durmadım vallaha. Döndüğümde bir baktım İbrahim hariç hepsi zombi gibi. İbrahim de şu tenekenin üstünde, hemen koştum. Yemin billah olsun o zaman böyle değildi, canlıydı. İbrahim'in her vuruşunda tipi değişiyordu. Kafası öte tarafa gittiğinde tenekeye dönüyor, bana döndüğünde bir Fehmi başkanıma, bir askerdeki başçavuşa, bir o gudubet karıma dönüyordu canavar. En son dayanamadım çıkardım emaneti, boşalttım şarjörü kafasına.

Hepsi Aynı Anda

Vallahi de uzaylıydı billahi de uzaylıydı. Dünyayı ele geçireceklerdi. Bura nere, dünyanın merkezi nere Sayın Savcım? Hele İbrahim. Bizim İbrahim. Uzaylılar o kadar da akıllı değilmiş ama bunun arkası da gelir Sayın Savcım. İrfan geldi, vurdu. Vurmasa iyi olurdu ama belli olmaz. İyi oldu kefereye. Tüm gökyüzü aydınlandı şerefsiziz. Sanki havai fişek patladı. Yok, Sayın Savcım, senin de işin olmasa akşam aynı masada olacaktın. Ne zaman ne içtik de kafamız o kadar güzel oldu sen söyle? Hem olsa da havai fişeği nerden bulalım biz?

İbrahim – Deli

Amca amca, söyle bana, benden daha akıllısı var mı bu dünyada?

*

Sonra mı ne oldu? Savcı söylenenlerin hiçbirine inanmadı. Kendisi de orda olacaktı işi çıkmasaydı ve gelemediği için çok mutsuzdu. Çünkü yıllardır ne zaman içlerinden birisi gelemese ilk gelişinde yarım saat ne kadar üzüldüğünü anlatırdı. Ama böyle mecburen gelmek zorunda kalınca sinirlenmişti. İlçede yıllardır görünmeyen havai fişek gibi uzaylı patlamasına gelmemesi olmazdı. Hem bağ evinden başka yerden gelemeyeceği de belliydi bu gürültünün ve garip ışığın. Kendine bir dümen çevirdiklerini düşündü daha çok, bakışları öyle söylüyordu ama bizim ağaların onu fark edecek halleri yoktu. Yine de yemek namına, yemeklik malzeme namına ne varsa tetkik için toplanması talimatını verdi. Belli ki zehirlenmişler, dedi. Tenekesi kalan uzaylıyı da bagajına attırdı ama yolda çöpe attırmış uzaylıyı.

Savcının Deli İbrahim'in dünyayı kurtardığına inanmamasının sonuçlarının kötü olmasından çok korkuyorum ama elimden yazmaktan başka bir şey gelmiyor. Bir hafadır elim şu köhne deftere gitmedi korkumdan zaten. Ben mi? Ben, Abdulbaki. Fethi'nin bağ evinin emektar Afgan'ı. O kadar. Afgan. Her şeyi yapar. Beş yıldır buradayım. Adımı bile hiçbiri tam bilmiyor. Bildiğini düşünen Abdül sanıyor. Kim yarı maaşa, karın tokluğuna çalışan bir Afgan'a inanır ki, gece yarısına kadar bana da bir şey sorar diye Savcı'nın dibinden ayrılmadım ama ne Savcı ne başkası hiçbiri beni fark etmedi bile. Sadece su istediler birkaç kere. Hepsi bu.

Anlattıkları doğru mu peki? Doğru tabii, o merhum uzaylı sayesinde ben de kaç yıldır görmediğim karımı gördüm. Bizim yüz on dört kişi sığdığımız kamyonun kasasından tek başına Saba Melikesi gibi çıktı. İyice güzelleşmiş. Kim bilir bir daha ne zaman göreceğim.