Düşlediğimiz Kendilikle 'Aramızdaki şey'

Kişi, kendisini nasıl görmek istediğine birçok farklı durumu göz önüne alarak karar verir ve o hedef için çabalar.
Kişi, kendisini nasıl görmek istediğine birçok farklı durumu göz önüne alarak karar verir ve o hedef için çabalar.

İnşa etmeye çalıştığımız benliğimizle aramızdaki şey bazen babaannemiz, bazen devletin koyduğu yazılı kurallar, bazen de toplumdur. Sözün bu noktasında "aramızdaki şey" ifadesini kullanışımız boşuna değil elbette. Tomris Uyar'ın Aramızdaki Şey adlı kitabındaki öykülerin meseleyi somutlaştırmada işimize yarayacağını umuyorum.

Kendilik, basitçe kişinin kendini algılayış biçimi olarak tanımlanır. Kişi kendini anlamaya başlar, kendisi üzerine düşünür ve nihayetinde başka insanlardan farklı olduğunun bilincine varır. Bu süreçte nasıl biri olduğu ve nasıl biri olması gerektiği sorularıyla yüz yüze gelen insan, kendisiyle çok boyutlu bir hakikat ilişkisi kurar. Bu mesele üzerine çok şey yazılmış olmakla beraber bu çok boyutlu hakikat ilişkisinin çevre ve toplumdan bağımsız, kişinin kendi içinde olup biten şahsi bir yolculuk olmadığını söyleyen Kohut'un kendilik kuramı tartışmaların merkezinde yer alır. Bu kurama göre kişi benliğini inşa ederken diğer insanlarla bir biçimde ilişki kurmak zorunda kalır. Bir başka deyişle birey, dış dünyayı keşfetmek ve onu iç dünyasında anlamlandırmak için "kendilik nesne"lerine ihtiyaç duyar.

Kendilik, basitçe kişinin kendini algılayış biçimi olarak tanımlanır. Kişi kendini anlamaya başlar, kendisi üzerine düşünür ve nihayetinde başka insanlardan farklı olduğunun bilincine varır.
Kendilik, basitçe kişinin kendini algılayış biçimi olarak tanımlanır. Kişi kendini anlamaya başlar, kendisi üzerine düşünür ve nihayetinde başka insanlardan farklı olduğunun bilincine varır.

Kohut'un ciddi narsistik bozuklukları olan hastaların diğer insanlardan olumlu tepki almaya duyduğu aşırı arzudan yola çıkarak ortaya attığı kendilik nesnesi kavramı, kişinin dış dünyayla bağlantısını sağlayan araçlar olarak tanımlanır ve bu kendilik nesneleri günlük hayatta karşımıza anne, baba, eş ve hatta sanat yapıtı olarak çıkabilir. Bu nesneler olmadan sağlıklı bir benlik inşa edilmesi mümkün olmaz. Kohut, bu nesneleri aynalaştıran ve idealleştiren kendilik nesneleri olarak ikiye ayırır ve kişinin benliğini inşa ederken bu nesneler üzerinden bir çeşit "yorum" yaptığını söyler. Kohut'a göre kişi ya rol model aldığı bir bireyi idealleştirir ve bu yolla benliğini inşa eder ya da sürekli bir onay ve takdir bekleyerek kendilik nesnelerine ayna görevi verir.

Kendilik nesneleri üzerinden yapılan bu "yorum" sürecinde kişi daima içinde bulunduğu benlikle olmak istediği benlik arasındaki farkı kapatmaya çalışır. Kişi, kendisini nasıl görmek istediğine birçok farklı durumu göz önüne alarak karar verir ve o hedef için çabalar. Foucault'nun daha genel manasını kast ederek kullandığı asetizm ifadesi, kişinin kendisi üzerinde adeta bir sanat yapıtı gibi çalışıp benliğini inşa etme sürecini açıklar. Kişi, asetik pratiklerle bürünmek istediği kimliğe doğru adımlar atar fakat bu süreç çoğu zaman sancılı olur. Hedeflenen kendilikle bireyin arasına giren şeyler yolun tamamlanmasını zorlaştırır. İnşa etmeye çalıştığımız benliğimizle aramızdaki şey bazen babaannemiz, bazen devletin koyduğu yazılı kurallar, bazen de toplumdur. Sözün bu noktasında "aramızdaki şey" ifadesini kullanışımız boşuna değil elbette. Tomris Uyar'ın Aramızdaki Şey adlı kitabındaki öykülerin meseleyi somutlaştırmada işimize yarayacağını umuyorum.

  • "Ya Hülya'lığa özenirler, ya Ebru, Gamze, Şebnem'liğe. Sonuçta ortaya sırılsıklam budalaları bile kandıramayan bir dansöz ismi çıkar. Ebru Ezgi, Gamze Göze, Şebnem Şener gibi… Tamam, eski adlar piyasada tutulmuyor, orası öyle. Ama neden? O ada yaraşmak ayrı bir çaba, farklı bir kültür istiyor da ondan. Mehlika olmak kolay mı? Yakıştıramıyorsan üstünden dökülür, taşıyamazsın, sap gibi kalırsın."

"Güz Kızılı" adlı öykünün Dürdane Hanım adlı karakterinin sözlerinden isimlerin üzerine kodlanmış kimlikleri ve bu kimlikler arasındaki gerilimi okuyabiliyoruz. Hülya'lığa özenen birileri var ama asla "hakiki" Hülya olamayacaklar. Hülya, Ebru, Gamze olabilmek için bazı pratikler yapmış olsalar da bunlar yeterli değil. Toplumun çizdiği keskin sınırlar, aile yapısı, yaşam tarzının tam anlamıyla dönüştürülememesi gibi nedenlerle hakiki Hülya'lara dönüşemiyor bu kişiler. Aynı şekilde Mehlika olmaya karar vermiş birey de kendiliği üzerine iyi çalışmak zorunda. Zira Mehlika olabilmenin ciddi şartları olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bürünmek istenilen kendiliğe giden yolun meşakkatli olduğu açık. Bunun yanında kendilik nesnesi olarak kullanılan her neyse onun da yolda problem çıkarma ihtimali yüksek. Zira idealleştirme durumunda idealleştirilen bireyin gerçek yüzünün ortaya çıkması kaçınılmaz ve bu durum hayal kırıklığına, ardından da bir kimlik krizine neden olabiliyor. Kendilik nesnesi olarak ayna görevi gören nesnelerin seçilmesi durumunda da onay, takdir, uyarı ve ceza dengesinin iyi kurulamaması sorunlara yol açıyor.

  • "Hangi çocuğun üstüne bu kadar gitsen şımarır. Kural yok, sınır yok. Giysiler, oyuncaklar. İstediği önünde, istemediği ardında… Geç saatlere kadar televizyon seyretmesini önleyene kadar neler çektim, beni sevmemesini bile göze aldım, sırf onu şiddet dolu filmlerden koruyabileyim diye."

Aramızdaki Şey kitabındaki "Yavruağzı" adlı öyküden alınan bu pasajda bahsettiğim dengesizlik halinin bir örneğini görebiliyoruz. Kendilik nesnesi olan anne, çocuğa sınır çizmede başarısız oluyor. Bunun yerine önerilen şey ise çocuğun nefreti dahi göze alınarak keskin kuralların uygulanması. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere kendilik nesnesinin görevini yapamaması durumunda bireyin bir etik anlayışı edinememesi veya nesnenin bireyin ruhunu satın alacak kadar büyük bir tahakküm kurması gibi tehlikeler ortaya çıkabiliyor.

Hikâyesinin, eksikliklerinin ifşa olması modern bireyin tahammül edemeyeceği kadar büyük bir kriz.

Kendilik Kaygısı: Etik ve "Özgür"lük

Foucault, etiğin Antik Çağ'da şu temel buyruk etrafında şekillendiğini söyler: "Kendin için kaygı duy." Kişi kendisi için kaygı duyar, kendisi üzerine düşünür ve bu sayede kendinin bilgisine ulaşır. Bu bilgi aynı zamanda hakikatin bilgisidir. Bu sebeple Antik Çağ'da etik, kendin için kaygı duy ilkesiyle bütünlük gösterir. Özgürlük ise etiğin ontolojik koşulu olarak yine bu bütünün içinde yer alır. Bu Antik Yunan anlayışını yansıtan bir bakış açısı ve bir ölçüde etkisini sürdürüyor olabilir; ama elbette modern dönemde hala her şeyin aynı kaldığını söyleyemeyiz. Kendilik kaygısının bir noktadan sonra çarpıtılmış bir kavram olarak egoist bir anlayışı yansıttığını görüyoruz. Antik Yunan'da kendini bilmek, kendini geliştirmek, kendini aşmak için duyulan kaygı daha sonra Foucault'nun ifadesiyle bir tür kendine aşık olma haline evrilmiş. Dolayısıyla "özgür"leşme hala kendini inşa eden birey için geçerli bir kavram olsa da modern dönemde etik, Antik Yunan'da olduğu gibi özgürlüğün düşünülmüş biçimi olarak karşımıza çıkmıyor.

Kişi kendisi için kaygı duyar, kendisi üzerine düşünür ve bu sayede kendinin bilgisine ulaşır.
Kişi kendisi için kaygı duyar, kendisi üzerine düşünür ve bu sayede kendinin bilgisine ulaşır.

Modern insan, kendiliğini inşa ederken bazı etik sorular sorsa da temel arzusu merkezde yer aldığı bir evren tasarlamak. Asetik pratiklerle hedefine ilerlerken kendiliğinin zaaflarını gizlemek için de bazı yollara başvuruyor. Kohut'un savunucu yapılar olarak tanımladığı kavram, kendiliğin eksikliklerinin örtülmesinde kullanılan yöntemlerden biri. Kişi bunu bazen büyüklenmeci bir söylemle yapıyor, bazen de gizli bir kibirle. Kendilikteki eksiklik, gizlenmek değil, telafi edilmek isteniyorsa bu kez de "telafi edici yapılar" devreye giriyor. Bir şeyler yapmak isteyen, saldırgan biçimde kimlik arayışına giren bireylerin durumunu telafi edici yapıların devreye girdiği duruma örnek gösterebiliriz. Birey, kendi tasarladığı evrenin merkezine, düşlediği kendiliğe doğru ilerlerken zaaflarının ortaya çıkmasını istemiyor. Hikâyesinin, eksikliklerinin ifşa olması modern bireyin tahammül edemeyeceği kadar büyük bir kriz. Hedefine yaklaştığında ve vardığında dahi bu kriz ihtimali ortadan kalkmıyor.

"Aramızdaki Şey" adlı öyküde "Her uğrayışımda hesapta indirim yapmasından hoşlanmıyorum. Param yoksa buraya gelmem, onu anlamıyor." diyerek barmene sitem eden karakterin mutsuzluğu, inşa ettiği kendiliğin kabul görmemesinden kaynaklanıyor. Daha fazla para ödemek durumunda kalacak olsa da uzun uğraşlar sonucunda edindiği kendiliğinin inkar edilmemesini istiyor.

Sonuç

"Aramızdaki Şey"in karakterlerinde çok net biçimde gördüğümüz üzere içinde yaşanılan kendilikle düşlenen kendilik arasındaki yol çok kolay aşılmıyor. Kendilik nesneleri benliğin sağlıklı biçimde inşa edilmesinde önemli bir rol oynarken toplumun bizzat kendisi de kendiliğin inşasına müdahil olabiliyor. Bireyci toplumlarda ayrışık gelişen benlik, toplumcu toplumlarda ilişkili benlik biçimini alıyor. Bunları düşününce, kendiliğin inşa edilme sürecinin ne denli karmaşık bir süreç olduğunu anlıyoruz. Bu ilginç süreci ve daha genel manada kendilik algısını tasvir etmek için yine Tomris Uyar'dan yardım alalım ve yazıyı "Aramızdaki Şey"den bir pasajla bitirelim.

  • "Ama beni asıl etkileyen, topluca çıktığımız ırmak gezisinde, gencecik bir kadının, bir zaman birbirinin yasaklı iki kıyıyı ilk kere gördüğünde yüzünde beliren şaşkınlıktı: kim bilir kaç kişinin karşı tarafa geçebilmek için ölümü göze aldığı, kaç ailenin bu yüzden iki ayrı kıyıda kaldığı kent, ırmaktan bakıldığında bir bütündü, çok iyi yüzmeyen birinin bile kat edebileceği gülünç bir uzaklık vardı iki kıyı arasında. Anlattıklarımı dinlerken yüzünden hüzünlü bir esinti geçti."

Kaynakça:

Jale Gökçe, "Kendilik Nesnesi Olarak Sanat Yapıtı", İdil, 2016, cilt: 5, sayı: 24, ss. 1227-1236.

Yener Özen, "Kendilik, Kendilik Algısı ve Kendilik Algısına Bağlı Psikosomatik Bozukluklara Sosyal Psikolojik Bir Bakış", Akademik Bakış Dergisi, 2014, sayı: 40.

www.cafrande.org, "Bir Özgürlük Pratiği Kendilik Kaygısı Etiği", (S.E.: 08.09.2009).

Tomris Uyar, Aramızdaki Şey, Yapı Kredi Yayınları, 2020.

Harika Özel, "Kış Uykusu: Hangimiz Uyanacak", PsikeSinema, sayı: 30.