Düşler ve Sokaklar ve Düşlere Sokulmalar

Düş Sokağı Sakinleri
Düş Sokağı Sakinleri

Düş Sokağı Sakinleri üç albümden sonra ayrıldı. Murat Çelik galiba müziği bıraktı. Yılmaz Yıldırım bir sürü albüm daha yaptı. Sözleri ve melodisi insana batan şarkılar yaptı.

Kanrevan içindeyim.

Sokağın içindeyim. Kanrevan içindeyim. Hangisindeyim biliyorum. “Hangisinde” dediysek sokaktır o. Kanrevan, “hangisinde”nin cevabı olmaz. Ama bunların ne önemi var ki sevgili okur.

Dostoyeski’nin Beyaz Geceler’i sevgili okur hitabıyla başlar. Oğuz Atay’ın “Demiryolu Hikayecileri” öyküsü Sevgili okur (Sevgili okuyucum) hitabıyla biter. Birinden romantizm sızar, diğerinden ironi. Zaten sokaklar da bir ucundan girince başlamış olur, diğer ucundan çıkınca bitmiş olur. “Sokak hayattır demiş miydim bir yerlerde?” der sevgili Güray Süngü şimdi hatırlamadığım bir romanında. (Dostoyeski ve Oğuz Atay’ın adının geçtiği bir yazıda Güray Süngü ismi de geçsin diye yaptım bunu, evet.)

Lisede okurken önce Türker başladı bu türden müzikler dinlemeye. Ümit de keza. Mehmet çok sert şeyler dinlemeye başladı. Cem, yumuşak şeyler. (Cem lisede katıldı bize, çok havalıydı, taşınabilir cdçaları yani walkmenin cdlisinden olanı vardı bir tane Sony marka. Onu satıp parasını Bosna’ya göndermişti.) Bu türden müzikler, Cem Karaca’ydı biraz. Erkin Koray’dı doğal olarak. Barış Manço’yu ortaokulda Neslihan dinliyordu. Ne güzel bir kızdı. Küt saçlı diye bir şey vardı o zamanlar. Bir keresinde bana “Çok tatlısın dişlerimi ağrıtıyorsun,” demişti. Ama ben o sırada başka bir kıtada yaşayan Özlem isimli başka renkli saçlı bir kızın adını yazıyordum deftere. Ama Özlem diye değil, ağabeyim görürse anlamasın istediğimden Aslı diye. Bir de kaygı duyuyordum içimde uyurken adını sayıklarsam annem babam duyarsa... Duysun ne yapayım. Sevmekten kim utanır?

Sevmekten kim utanır?

Üniversite yıllarında Güvercin Gerdanlığı’nı okurken Allah’ın Ayşe’ye Ahmet’i, Mehmet’e Fatma’yı sevdirdiğini okumuştum. Bunun formülü neydi peki, muhtemelen elektrikti. Gülmüyorum tamam. Benim tipim o, benim tipim değil o. Tabii flört filan gibi şeyler yok. Öyle düz, seviyorsun sadece.

Öyle düz, seviyorsun sadece.

Neslihan’ı yıllar sonra gördüm. Kıvırcık saçlı düzgün görünen bir adamla. Memnun oldum. Ben de kıvırcık saçlıydım. Ben onun tipiydim demek. O benim tipim değil miydi peki? Aslı dediğim Özlem’in tipi kimdi? Bunların Düş Sokağı Sakinleri’yle bir alakası elbette var. Kalbimizin uyanmaya başladığı an ve kalbimizin uyanışlarıyla kendimizi fark etmeye başladığımız an, kalbimizin uyanışı ve kendimizi fark etmemizle beraber kendimizi tanıma dahası tanımlama çabası içine girdiğimiz an hele ki bir de böyle bir ergensek müzik denen bir şey yıkıyordu içimizin bin odasının aralarına örülmüş duvarları. Oradan başlıyordu. Murat Yılmazyıldırım dünyanın belki de en iyi introsuna sahip şarkısında diyordu ya; kanrevan içindeyim. Hayır, biz değildik. Henüz değildik. Gençtik altı üstü.

Gençtik altı üstü.

Sesimizi ölümle paslanmış bulmak için yeterince şiir okumamıştık, henüz.

Ama benim sokağıma düş sakinlerini kim getirdi?

Her mahallenin garip tipleri olur, olabilir. Ümitlerin mahallesinin garip tipi Veysel abiydi. Verem hastası olduğu, ailesinin ona bu evi aldığı, hasta olduğu için çalışmadığı söylenirdi. Eşyaları güzeldi, bir iki kere gitmiştim evine. Çok fena bir müzik seti ve o yaştaki bizim dudağımızı uçuklatacak bir müzik arşivi vardı. Şimdi bakınca tek sesli bir arşivdi aslında. Zaten bir türlü sevememiştim ben Veysel abiyi. Hasta olduğuna da inanmamıştım.

İnanmak güzeldir.

Bir arabadaydık, neden bilmiyorum, kimin arabası hatırlamıyorum, nereye gidiyorduk hiçbir fikrim yok. Arabada Veysel abi vardı, ben ve elbette Ümit, bir de İsa diye bir adam, kumral beline kadar saçlı. Ümit ona İsa peygamber derdi. Ben içimden tövbe estağfurullah derdim. Bir albüm çıkmış. Yeni bir sound. Öyle diyorlardı. Yıl 1993. Taktılar teybe. Aklımda kalan Seni Tanımayan Yok Bu Şehirde adlı şarkı. Hiç benlik değil. Hiç sevmedim. Solistin sesi çok ince. Karikatür gibi. Sözler... bilemiyorum.

  • Seni tanımayan yok bu şehirde
  • Salaş meyhanedeki Yorgo
  • Kır kahvesindeki Süleyman abi
  • Batakhanedeki Mine
  • Son ada vapurunun demir parmaklıkları
  • Emirgan’daki tahta masa
  • Bakırköy’deki seyyar satıcı
  • Yeşilköy’deki dondurmacı

Seni tanımayan yok bu şehirde

Yeter çek git güneşimden.

Şarkıyı sevmediysem aklımda neden kaldı? Şarkının yeter kısmında solistin yeteri çooooooook uzun söylemesi. Ne kötü demiştim daha o yaşta. Değilmiş.

Üniversitede hayatıma Kadir girdikten sonra bu şarkıya tekrar rastladım. Tekrar rastlayınca o uzun yeteeeeeeeeeeeeeeeeeerden hatırladım bu şarkıyı bir kaç yıl önce dinlediğimi. Sonra Yaşadıkça albümü çıktı. Sonra Üç. Sonra mp3ler çıkınca Akmar pasajından bu üç albümün mp3’ünü aldım. Cep telefonları mp3 dinlemeye yarar hale gelince yükledim. Yirmi yıldan fazla oldu. Hâlâ hep yanımdadır bu şarkılar ve hâlâ aşkla dinlerim.

İki kişilerdi. Murat ve Murat. Birisi Yılmazyıldırım, diğeri Çelik. Üç albüm yapıp ayrıldılar. Kendi solo albümleri oldu sonraları. Ben elbette Yılmazyıldırımcıyım daha çok. Sözler hep onundur zaten, müzikler de. Değişik olan odur. Sesi eğik bükük olan, gönlü eğik bükük olan. Enstrüman tercihleri, dahası şarkıların düzenlemeleri, sözlere, sözlerdeki şiire, o şiirin o melodiye o sesle giydirilmesine de o kadar uygun ki. Bunu anlamak için herhalde dinlemek lazım. Ne acayip bir şarkı, bir şarkı söyleyiş. Bunu demek. Elbette bunları Düş Sokağı Sakinleri’nin en ünlü şarkılarından “Sevdan Bir Ateş” için söylemiyorum. Asıl onları yansıtan şarkıları başka, ben buyum diye bağıran şarkıları. “Mesela Biliyorum Hayat Yeniler Kendini.” Şöyle başlar;

  • Geceler çabuk biter
  • Renklenir gündüzler
  • Bahar kokar bütün sevinçler
  • Geç geldi sevda
  • Yorgun ama duyarlı
  • Biliyorum hayat yeniler kendini

Biliyorum hayat yeniler kendini.

Benim bir öyküme isim de oldu bu şarkı. Bir modern zamanlar eleştirisiydi o öykü. Örtük bir hikayede tv seyrederken her şeyin tv’nin konusu hâline gelmesi ile alakalıydı. Geçti gitti. Biliyoruz hayat yeniler kendini.

Düş Sokağı Sakinleri üç albümden sonra ayrıldı. Murat Çelik galiba müziği bıraktı. Yılmaz Yıldırım bir sürü albüm daha yaptı. Sözleri ve melodisi insana batan şarkılar yaptı.

  • Şeytanımı öldürdüm, bebeğimi büyütücem
  • Yandığım dünyayı da kalbimde küçültücem

“Cehennemden Cennete” adlı şarkıda geçer bu sözler. Ama biliyorsunuz müzik sözle anlatılmaz. Müziğin ne anlattığı sözlerinin ne anlattığıyla da anlatılmaz. Sese kulak kesilmelidir insan. Sesler arka arkaya gelir ve bir armoni oluşur. Onun bize söylediği sözün söylediğinden daha tesirlidir. Ama bizim enstrümanımız kelimeler. O hâlde yazıyı kelimeler ile bitireceğiz. Düş Sokağı Sakinleri sadece kendisi gibi olanların yani tam da evet, düş sokağı sakinlerinin girebileceği bir sokak inşa etti. Veysel abi mesela o sokağın sakiniydi muhtemelen. 30’unu anca gördü, öldüğünde 40 kilo kadardı. Ben o sokağı genç yaşta buldum, bahtiyarım. O sokaktan yükselen bir ses olan “Belki Değil Mutlak”, bu bahtiyar olma halinin ne tür olduğunu da ifade eder gerçi. Ne diyordu bir büyük adam; “Bizim bahtiyarlığımız onlarınkine benzemez davşanım.” Belki değil mutlak diyorduk;

  • Bir garipliktir gider.
  • Benim diyarlarımdan.
  • Güneşim varken ve ben onu gömmeden önce.