Edebiyat

Arifane, aşıkane ve hakimane söyleyerek farklı mizaçları tavlar.
Arifane, aşıkane ve hakimane söyleyerek farklı mizaçları tavlar.

Klasik edebiyatın poetikasına bakıldığında, edebiyatın insana kendini sevdiren tatlı bir muallim kisvesinde olduğu görülür. Nitekim, tüm klasik şiirimiz insana bu dünyanın, bu dünyada nasıl yaşayacağımızın, nasıl davranacağımızın bilgisini nazlı niyazlı, eğlendirerek, akılda kaldırarak, estetik bir zevk vererek öğretir.

Sanatın bu yolculuğunda edebiyata ayrı bir başlık açmazsak olmaz. Edebiyat kavramını bugün tüm söz sanatlarını içerecek şekilde kullandığımız için, bu kavramın tarihinin de uzun yıllara dayandığı fikri pekçoğumuzda mevcuttur. Fakat, edebiyat kelimesinin icadı için yalnız Tanzimat'a kadar uzanmak yeter. Bizde söz sanatlarının neredeyse tamamının şiire dayanması, pek az kullanılan nesirin de estetik biçimini şiirin etkisindeki bir "inşa"dan alması nedeniyle bir kavram olarak "edebiyat"a Tanzimat'tan önce rastlanmaz. Özellikle Fransızcadan yapılan çevirilerle hayatımıza giren tahkiyeli eserler olan roman ve hikâye ile birlikte, yine tercüme estetik tartışmaları sayesinde belles letres yahut literature kavramının tercümesi olan edebiyat kelimesi benimsenmiştir.

Bir kavram olarak edebiyat çok dilimizde çok yeni olsa da, insanın dille ürettiği, soyutlamalara, kavramlaştırmara, metaforlara, alegorilere ve söz oyunlarına dayandığı için felsefeyle birlikte entelektüel üretimin zirvelerinden birine tekabül etmekle, insanoğlunun en kadim sanatlarından biri olarak karşımıza çıkar. Ortaokul ve lise ders kitaplarında "duygu, düşünce ve hayallerin muhatabında heyecan, hayranlık ve estetik zevk uyandıracak şekilde sözle ifade edilmesi" şeklindeki bir tanım da doğru olmakla birlikte edebiyatı tarif etmekte eksik kalır.

Klasik edebiyatın poetikasına bakıldığında, edebiyatın insana kendini sevdiren tatlı bir muallim kisvesinde olduğu görülür. Nitekim, tüm klasik şiirimiz insana bu dünyanın, bu dünyada nasıl yaşayacağımızın, nasıl davranacağımızın bilgisini nazlı niyazlı, eğlendirerek, akılda kaldırarak, estetik bir zevk vererek öğretir. Bunu yaparken aldığı şekiller değişir. Arifane, aşıkane ve hakimane söyleyerek farklı mizaçları tavlar. Bugün tahkir edilen gül bülbül mazmunlarıyla insana nasıl seveceğini, sevdiğine nasıl yaklaşacağını, ayrılığı ve kavuşmayı öğretir. Okumasını bilene insanın hallerini, düşebileceği tuzakları ve çıkabileceği zirveleri gösterir.

Fakat klasik edebiyatın en kıymetli yanı, bağlı olduğu epistemik ve ontolojik evreni, insana verilen nutuk yeteneğiyle, hayalgücü, soyutlama ve sentezleme becerisiyle estetik bir tavırla ifade ederek felsefenin müfessiri olmasıdır. Öyle ki, İbn Arabi Hazretleri yazılarında, anlatmak istediği konunun bir özetini eserin en başına koyduğu şiirde toplar. Mevlana Hazretleri'nin Mesnevi'si şiir formunda yazılmış bir insanlık ansiklopedisidir. Bu haliyle edebiyat, bir manayı aktarmakta en veciz, en etkili ve en kestirme yol olarak karşımıza çıkar.

Modern edebiyat ise bambaşka bir anlam evreninin içinden doğup serpilir. Kul olan insan bireye dönüşür; dost olan doğa dize getirilecek bir düşmana, ahenkli bir bütün olan toplum yabancılardan oluşan bir kitleye dönüşürken, ustalar vasıfsız işçilere, kalabalık sofraların çatal bıçak sesleri yemeksepetinden verilen siparişlere dönüştü. Böyle bir dünyada üretilen edebiyat da, klasik dünyada üretilen edebiyattan radikal şekilde farklılaştı. Bu değişen edebiyat anlayışı da giderek küçülen, içine kapanan, dünyayı değiştiremeyeceğinden emin, kendi küçük sevinçleri ve üzünleriyle meşgul olan insanın hikâyesini anlatmaya başladı. Bizler de tarihin tam da bu noktasına şahitlik ediyoruz.