Edebiyat Şehrinde Suret Bulan

Güray Süngü
Güray Süngü

“İnsanı nasıl da tanıyorum ey okurum” diyen modern bilinç düzeyinde konuşmuyor yazar; “her şey metinsel bir kurgudur, nasıl oyunum, güzel mi ey okurum” diyen abartılmış postmodern bir dil düzeyinde de konuşmuyor. İkisiyle de temas kuruyor. Bu da kurguya içtenlik ve kendindenlik katıyor.

Altı yedi yıl gibi bir sürede roman ve öykü şehrinde Güray Süngü’nün sureti de görünmeye başladı. O koca şehrin suretleri içinde henüz uçuk renkli, ince ama derin bir suret; şehre yeni hatlar yeni anlamlar kattığı apaçık. Dördüncü Tekil Şahıs,Pencereden, Düş Kesiği, Deli Gömleği, Kış Bahçesi, Hiçbir Şey Anlatamayan Hikayelerin İkincisi ve Köşe Başında Suret Bulan Tek Kişilik Aşk, bu suretin hatları olarak belirginleşti. Bu hatların sîretinde önce yalnızın, terk edilmişin, çirkinin, uyumsuzun, içlinin, kırılganın –kısaca “öteki”nin de denilebilir- evrenine giren bir anlatıcı var.

Köşe Başında Suret Bulan Tek Kişilik Aşk Güray Süngü Dedalus Yayınları Öykü
Köşe Başında Suret Bulan Tek Kişilik Aşk Güray Süngü Dedalus Yayınları Öykü

Belki de onlara bir uzam arayan, onları bir yere konumlandırmak isteyen bir yazar bu. Sonra anlatmak ve anlatamamak arasında; bütün ve parça arasında; anlam ve anlamsızlık arasında; yazmak ile konuşmak arasında birinden ötekine gidip gelen; birinden ötekine kaçan ama metin bittiğinde dilini ikisine de yurt yapmaya çalışan bir yazar var. Kaba ve dayatmacı olmayan, nasıl kurduğunu okurun başına kakmayan daima mahçup çoğu zaman ironik bir zeka var. “İnsanı nasıl da tanıyorum ey okurum” diyen modern bilinç düzeyinde konuşmuyor yazar; “her şey metinsel bir kurgudur, nasıl oyunum, güzel mi ey okurum” diyen abartılmış postmodern bir dil düzeyinde de konuşmuyor. İkisiyle de temas kuruyor. Bu da kurguya içtenlik ve kendindenlik katıyor.

Yukarıdaki paragraf Güray Süngü’nün anlatıları için kısacık bir değini olsun. Maksat Köşe Başında Suret Bulan Tek Kişilik Aşk’a dair birkaç söz söylemek. İhtimal başkaları da söylemiştir: Bir öykü kitabı için oldukça uzun bir isimlendirme. Bana kalırsa kitabındaki öykülerin kurgularındaki bir tekniği, isimlendirmeye de taşımak istemiş. Kitaptaki öykülerin katmanlı yapısı dikkat çekmiştir sanıyorum. Üstkurmacayı kastetmiyorum. Olayın akışını izleyebilmek için kurulan katman ile çatışmayı, çelişmeyi ve aslında karmaşık olanı anlatan öznelerdeki örtük katman. Bu iki katmanı bir-iki kelime ile de verebilir miydi; bilmiyorum ama bana öyle geliyor ki herhangi bir yerde “suret bulan” birinci katmanı; “tek kişilik aşk”, ikinci katmanı yani insanın hem görünmek isteğini hem saklanmak isteğini ve halükarda kendinde kalma durumunu ima ediyor.

Köşe Başında Suret Bulan Tek Kişilik Aşk’ın, horlanma, görünme korkusu, çıkışsızlık gibi ağrılı, acılı ve daima örtük bir utançla iç içe olan durumları duyurduğunu düşünüyorum. Örneğin “Derviş” öyküsünde beş defa tekrar edilen “rezillik” kelimesinin bu bağlamda bir laytmotif işlevi gördüğü açık. Kelimenin her tekrar edilişinde okurun ürperdiğini, kendisine bulaşacak diye ürktüğünü görür gibi oluyorum. Yüzüyle, yalnızlığıyla, adıyla ve belki günahları ile ölçüsüz çirkin olan özne kaçacak bir yüz, oturacak bir mekan, düşünecek bir fikir bulamaz. Nerede dursa, nereye varsa, neyi düşünse iğretidir. Sürekli bir görünme korkusudur yaşadığı.

“Ampul Kafa” öyküsündeki özne de öyle. Kavram gereği özne dedim aksi taktirde kendi adını söyleyecek kadar bile dış dünya da bir yeri yoktur. Görünmek isterken de kasılmakta saklanırken de kasılmaktadır. Sürekli kasıldığı için de “aptal”lıktan kurtulamamaktadır. “Ne Ekmek Ne de Su”da durum farklı değil. Bu insanlar, ihtiyaçlarının ne olduklarını derleyip toparlayıp söyleyemedikleri gibi birileri tarafından ihtiyaç duyulan varlıklar da olamazlar. “Köşe Başlarında” da masumiyet, iyilik, suç, merhamet, baş edilemez bir akışla kaotik bir uzam oluşturur ve anlamsız bir mahkumiyete dönüşür.

Köşe Başında Suret Bulan Tek Kişilik Aşk’ta metinlerarasılık, kurgulamada, duyarlıkların karmaşık hale getirilmesinde, ironik bir dilin metinlerin alt katmanında genişlemesinde önemli bir işlev görüyor. Alıntılar, imalar, sezdirmeler, öykünmeler, yapı bozumlar, parodileştirmeler şeklindeki yapı parçaları birleştirildiğinde oldukça geniş bir metinlerarası düzlem oluşuyor. “Sen ne olursan ol git be Ayşe”de Mevlana’dan gelen umut ve iyimserlik parodiye dönüşür. Oğuz Atay’ın “ne evet ne hayır” arasında asılmış; “onlar” karşısında çaresiz kalmış acılı öznelerine yapılan örtük gönderme, ben ve öteki, hayat ve düşünce arasındaki gerilimle kuşatılmış akraba metinler üretirler.

“Uzun bir yola çıktım. Ama yanıma matara almadım. Mataramı almadığım için içine tuz eklemedim” şeklinde bozarak yapılan alıntı, İsmet Özel’in Mataramda Tuzlu Su şiirindeki uyumsuzluğu, çatışmayı ve geri çekilmeme arayışını öykünün derin yapısına yerleştirir. Ama bu yerleştirmede bilinç düzeyindeki bir öykünmeden çok, eşitlemenin ironisi belirgindir. “O Zamanlar Ulrich yoktu” göndermesi, bir taraftan “Stiltifera Navis” adlı öyküye bir iki kelimeyle Tutunamayanlar’ın çapraşık ve sayıklamalı dünyasını sıkıştırır; bir taraftan da öykü yazarının kendini hangi yazarlar sınıfında konumlandırdığını işaret eder.

“Cahildim, dünyanın rengi alacalıydı” şeklindeki ifade, Neşet Ertaş’ın “cahildim dünyanın rengine kandım” şeklindeki türkü dizesine götürür. Ama elbette bu ifadenin amacı sadece türküyü hatırlatmak değildir; kendini anlatan daha doğrusu anlatamayan özne, aldanmışlığını, kırılmışlığını, incinmişliğini duyurmak için dilde ve zihinlerde yuva kurmuş kalıplara yönelmektedir. “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey vardı” ile Ataol Behramoğlu’na; “ne kadınlar sevdim zaten yoktular olandan hani” ile Attila İlhan’a yapılan göndermeler; “Kalbimin Krizi” adlı öykünün gerçek-hayal ve halüsinasyondan oluşan atmosferine katkı sağlarlar.

Köşe Başında Suret Bulan Tek Kişilik Aşk, anlamı dışlayarak biçimsel özgürlüklere yönelen öykülerden mi oluşuyor? Böyle olduğunu düşünmüyorum. Evet cümlenin ters yüz edildiği, kurgusal oyunların denendiği, zaman zaman anlatı- yazar-okur arasında bir ortaklığa imalarda bulunulduğu doğru olabilir. Böyle de olsa ben Süngü’nün “Yazdığım roman ya da öykü bende şimdilik ve geçici olarak bir ağrıyı dindirecek, aynı şekilde hayata benim gibi bakan benim dışımdaki birkaç adamın da ağrısına iyi gelecek,” şeklindeki sözünün bu kitaptaki öyküler içinde geçerli olduğuna inanıyorum.