Edebiyat ve nekahet

Felsefe ile edebiyatın böylesine kaynaşması, felsefenin edebiyata dair lütufkar tavrından ötürü değildir.
Felsefe ile edebiyatın böylesine kaynaşması, felsefenin edebiyata dair lütufkar tavrından ötürü değildir.

Edebiyat artık klasik ve modern dönemde kullanılageldiği gibi hakikatin kelimelere dökülmüş hali olan mimetik bir sanat dalı değil, aksine üstanlatılar kurarak organik olan her şeyi cansızlaştıran metafizikle kıyasıya bir mücadele alanına dönüşmüştür. Bu yüzden iddia edebiliriz ki edebiyat, metafiziksel düşünce illetinden kurtulduğumuz bu nekahet döneminde kendisini bize bir tür ilaç, bir ecza, bir farmakon olarak sunar.

Dünya, hastalığın insanla karıştığı semptomlar bütünüdür. Bu durumda, edebiyat bir sağlık girişimi olarak ortaya çıkar.

Gilles Deleuze, Kritik ve Klinik

I. Giriş

Platonik diyaloglardan Hayy gibi sembolik ve alegorik hikayelere, peygamber kıssalarından el-Medînetü’l-Fâzıla,Ütopya ve Yeni Atlantis’e kadar pek çok metinde görürüz ki felsefe geleneği anlatılar ile içiçe varlığını sürdüregelmiştir. Lakin modern felsefe ve Aydınlanma düşüncesinde nüvelerini bulduğumuz, Analitik felsefe ve mantığın pürüzsüz (yani metaforsuz, alegorisiz, edebiyatsız) bir dile ulaşarak felsefeyi bilimin merkezine yerleştirme sürecinde, bu birlikteliğin inkıtaya uğradığını söyleyemesek de ciddi yaralar aldığını iddia edebiliriz. Hatta bu pürüzsüz, objektif, her yerde geçerli ve her türlü yanlış anlaşılmadan berî bir dil arayışı bilimle öyle çok bir arada anılmıştır ki, sadece doğa bilimleri değil psikoloji, sosyoloji ve edebiyat gibi insan bilimleri de bu dilden konuşarak “bilim” vasfına nail olma peşinde koşmuştur. Ve nihayetinde, insan, toplum ya da şiir analizlerinin, matematik formüllerinin açıklanmasından pek de bir farkının kalmadığını görürüz.

modern felsefenin matematiksel bir dil arayışına karşı ilk büyük eleştiriler Giambattista Vico ve Romantikler tarafından daha en başta getirilir.
modern felsefenin matematiksel bir dil arayışına karşı ilk büyük eleştiriler Giambattista Vico ve Romantikler tarafından daha en başta getirilir.

Felsefe ve edebiyat arasındaki ilişki yine de bir kesintiye uğramaz. Çünkü modern felsefenin matematiksel bir dil arayışına karşı ilk büyük eleştiriler Giambattista Vico ve Romantikler tarafından daha en başta getirilir. Dönemin ana akımına karşı sesi cılız çıkan bu sesler, yenilgi yenilgi büyüyerek 20. yüzyılda estetik ve edebiyatın görkemli bir şekilde geri dönüşüne sebep olur. Newton fiziğinin delik deşik edildiği (Einstein, Heisenberg), felsefenin objektif bir hakikat sunabileceğine dair inancın yıkıldığı (Heidegger, Wittgenstein) ve hatta matematik ve mantık kurallarının sorgulanır olduğu (Gödel, Quine) bu 20. yüzyılda edebiyat yeni vecihlere kavuşur:

Edebiyat artık klasik ve modern dönemde kullanılageldiği gibi hakikatin kelimelere dökülmüş hali olan mimetik bir sanat dalı değil, aksine üstanlatılar kurarak organik olan her şeyi cansızlaştıran metafizikle kıyasıya bir mücadele alanına dönüşmüştür (Tatar, 41). Dahası modern felsefenin metafizikle açtığı yaraları iyileştirmek de yine edebiyatın görevleri arasındadır artık. Bu yüzden iddia edebiliriz ki edebiyat, metafiziksel düşünce illetinden kurtulduğumuz bu nekahet döneminde kendisini bize bir tür ilaç, bir ecza, bir farmakon olarak sunar.

II. Verwindung

Modern bilim ve felsefenin metafizik üstanlatılar kurarak dünyayı egemenliği altına alma tutkusunu Nietzsche, Batı düşüncesinin künhüne yerleşmiş tarihsel bir illet olarak görür. Bu yüzden o ilerleme sevdalısı modernlik, esasen çöküşün, çürümenin, kokuşmuşluğun adıdır. O halde ilkin metafizik denen bu illetten kurtulmalı.

Kant ve Hegel’den bu yana her filozofun rüyası metafiziksiz bir dünyadır ve bu doğrultuda pek çok filozof kendince böylesine bir dünyayı inşa etmek için uğraşır. Fakat metafizik daireden çıkmak o kadar kolay değildir: metafiziği aştığını iddia eden her filozof, kendinden sonra gelenlerce muhakkak eleştirilmiş ve her bir aşma denemesinin metafizik içerisinde kaldığı dile getirilmiştir. Hegel’den Nietzsche’ye, Heidegger’den Derrida’ya kadar uzanan bu halefini metafizikçi ilan etme geleneğinde, aşırı bilimsel ve mekanik bir evren tasarlayan Newton dahi nasibini alır.

Zira Newton’un yüzyıllar boyunca o tartışmaya mahal bırakmayan yasalarının “kütle çekimi” gibi oldukça metafizik bir inanca dayalı olduğu daha sonra gün yüzüne çıkacaktır. Bırakın Newton’u, pek çok çağdaş filozofun metafizikten çıkış yolunu bulduğu noktasında anlaştığı Nietzsche dahi Heidegger tarafından metafizikçiler listesinin sonuna yazılır: Hegel’le açılan metafizik kapı Nietzsche tarafından içeriden kapatılmıştır Heidegger’e göre. Fakat Heidegger’in o kapıdan içeriye atılması da çok geçmeyecektir: Derrida, Heidegger’le birlikte içeriye girer ve kapının ardına şu yazıyı asar: “Metafiziği aşamayız, çünkü kullandığımız dil metafiziktir.”

Böylelikle fark ederiz ki, bize yaşamımızda ağır gelen şey kullandığımız dilin metafizik oluşudur. Daha çarpıcı bir ifadeyle söyleyecek olursak; bu illet bizim içimizdedir, oradadır, şimdi ve daimadır. Görülecektir ki metafiziği aşmak gibi bir niyet, Carnap gibi, Russell gibi sağlam mantık kurallarına dayalı pürüzsüz bir dil inşa etmekle gerçekleşemeyecektir. Zira mantık ve matematik üzerinden metafiziğin aşılabileceğine dair inanç çağdaş mantıkçılar tarafından içten yıkılmıştır. Viyana Çevresi’yle özdeşleşen metafiziği matematiksel mantık ile aşma çabaları sonuç vermeyecektir.

Eğer bir aşma söz konusu olacaksa, bu “geride bırakma” (Überwindung) olamaz.
Eğer bir aşma söz konusu olacaksa, bu “geride bırakma” (Überwindung) olamaz.

Öte yandan Heidegger, bu “aşma ruhu” havasında çok farklı bir görüş ortaya atar: Eğer bir aşma söz konusu olacaksa, bu “geride bırakma” (Überwindung) olamaz. Zira insan, tarihiyle, geçmişiyle, geleneğiyle birlikte evrilerek yeni sahalara açılır. Dasein bir Prometheus değildir, aksine geleneği geleceğe “nakleder” (Überlieferung) ve böylece kendi otantikliğinden (Eigenlichkeit) taviz vermez. O halde metafiziği aşmak, metafizik gelenekten bir kopuş değil, metafizik geleneği evirip çevirerek (Verwindung) farklı bir istikamete yönlendirmektir: Yani, başkasına yönelik emperyalist arzularımızdan vazgeçerek yaşam hakkı tanıma ve müsamaha gösterme.

Heidegger’in Verwindung kullanımına en hassas yaklaşımı Vattimo getirir. Verwindung’un iki anlamı vardır: İlki, yukarıda geçtiği gibi, bükmek, bozmak, evirip çevirmek ve radikal bir değişikliğe maruz bırakmak. Diğer anlamı ise çift taraflı; hem bir hastalıktan iyileşmek, sıhhate kavuşmak ve nekahet, hem de teslim olmak, feragat etmek ve acı çekmek (Vattimo, 1991: 171-72). Bu ikinci anlamıyla Verwindung, Vattimo’ya göre post-modern durumu özetler: Nietzsche’nin bahsettiği tarihsel illetten, yani objektiflik ve kesinlik delisi rasyonalizmin hastalıklarından ve akıl çağının her türlü yan etkisinden kurtulmayı hedefler post-modernlik.

Zira metafizik üstanlatılar kurarak kendisine bir dünya inşa eden modern birey, post-modern dönemde kendisininki gibi pek çok hakikat beyanının ortasına düşer. Başkasıyla olan diyaloğu sırasında fark eder ki neye doğru diyorsa kendiliğinden doğrudur, yani inandığı şeyin doğru olup olmadığına karar verecek mercii yine kendisidir, yani açık bir dille söyleyecek olursak bir illüzyonun içerisinde yaşamaktadır. İşte post-modern kuramlar bu paranokyaklığın tedavisini üstlenir. İnsanı, kendisi dışındaki her bir varlığa tahakküm etme istencinden, bu illetli tutkudan insanı kurtararak Varlıkla irtibatını sağlıklı bir şekilde kurmaya davet eder. Bu yüzden post-modern dönemde felsefenin görevlerinden bahsedecek olursak; ilki başkasının kulağına erişecek olan sözü aramaya çalışmak ise, diğeri muhakkak başka ufuklarla kaynaşarak, metafiziğin bizde açtığı yaralara deva olmaya çalışmaktır (Vattimo, 1998: 79; 2005: 45; Risser, 190).

III. Aletheia

Post-modern dönemde hakikat ve anlamın tek genel-geçer bir formda tahakküm altına alınamayacağının iddia edilmesiyle birlikte hakikati-kendinden ilimlerin meşruiyeti de sorgulanır olmuştur. Bu sorgulamayla karşı karşıya gelen ilimlerin başında da şüphesiz felsefe vardır. Artık felsefe, hakikate ulaşmanın yegane yolunun kendi yönteminde olduğunu iddia edemeyecektir. Zira klasikten moderne metafiziğe bel bağlayan her felsefe, hem hakikate işaret eden parmak (araç) hem de hakikatin bizzat kendisi (amaç) olduğu iddiasını taşır. Fakat 20. yüzyılla birlikte metafiziğin gözden düştüğüne ve buna binaen de hakikati-kendinden olmayan felsefi kuramların türediğine şahit oluruz. İlginçtir ki bu kuramların hemen hemen tamamının kalbinde de edebiyat yatmaktadır. Nietzsche Zerdüşt’le fişeği ateşler, Bataille bunu görkemli/kasvetli bir gösteri haline getirir. Heidegger ile Hölderlin özdeşleşmiştir artık. Keza Derrida ile Artaud, Lyotard ile Mallarmé, Gadamer ile Celan, Deleuze ile Proust ve Carroll da öyle.

20. yüzyılla birlikte metafiziğin gözden düştüğüne ve buna binaen de hakikati-kendinden olmayan felsefi kuramların türediğine şahit oluruz.
20. yüzyılla birlikte metafiziğin gözden düştüğüne ve buna binaen de hakikati-kendinden olmayan felsefi kuramların türediğine şahit oluruz.

Fakat dikkat edilmesi gerekir ki post-modern dönemde felsefe ile edebiyatın böylesine kaynaşması, felsefenin edebiyata dair lütufkar tavrından ötürü değildir. Aksine, Platon ve Aristo’dan bu yana edebiyatın ne olup ne olmadığına dair bize sağlam zeminler teşkil ettiğini iddia eden felsefe, artık edebiyata konum tayin edecek mevkide de güçte de değildir (Tatar, 42). Bununla birlikte edebiyat da artık mimetik, yani hakikatin kavramsal bir hale büründüğü (iki boyutlu) bir sanat olmaktan çıkarak hakikatin hem ifşa olduğu, hem de kendisini sakladığı (çok boyutlu) mekan haline gelir. Daha açık bir ifadeyle edebiyat, aletheia’nın mekanıdır artık. Böylece felsefenin hakikat tellallığının sona erdiği 20. yüzyılda edebiyat, bilhassa felsefe karşısında kendi bağımsızlığını kazanarak, metafiziksel düşünce hastalığından kurtulduğumuz mevzubahis nekahet döneminde metafizikle mücadele alanına dönüşmüştür. Bunda edebiyatın, kendinden-doğru bir hakikat sunmamasının payı olduğu kadar, anlamın çoğulluğuna işaret edecek güce vukufiyeti de etkilidir.

IV. Pharmakon

O halde düşünce pratiğimizdeki metafizik hastalığından kurtularak nekahet dönemine geçtiğimiz post-modern durumda, Deleuze’ün edebiyatı bir sağlık girişimi olarak görmesi daha anlaşılır hale gelmektedir (Deleuze, 9-15). İlerleme, sistem, normallik, adalet, hakikat, sekülerlik, ateizm ya da demokrasi gibi modern üstanlatıların altında ezilmiş, yorgun ve bitab düşmüş insanın ilacı edebiyattır. Fakat tam bu noktada ilacın iki yüzlülüğü unutulmamalıdır. İlaç (ya da farmakon), hastalığa deva olmakla beraber zehrin ta kendisidir (Derrida, 74-78). Bu yüzden tedavi, ferahlatıcı ve iyileşmeye yönelik olduğu kadar acı verici bir süreçtir de. Ancak tedaviye kararlı bir kimsede bu acıyı kabullenme, mevcut duruma bir boyun eğme görürüz.

Burada Vattimo’nun Verwindung’a yüklediği çift taraflı anlam ile Derrida’nın pharmakon’u arasındaki kusursuz benzerlik dikkat çeker: Verwindung hem sıhhat ve nekahet hem de teslimiyet, feragat ve acı çekmektir. Buna göre metafizikle örülü gelenekten kurtulma süreci, bir hastalığı atlatmak gibi tarihsel bir süreçtir ve acılarla dolu bir iyileşme dönemini gerektirir. Pharmakon da benzer şekilde hem ilaç hem de zehirdir; buna binaen Derrida yazıyı bir farmakon olarak görür. Yani yazı, metafizikten ve hatta dilin metafiziğinden kaçış yollarını arayan kimliğiyle deva niteliğindedir. Öte yandan ise dilin zorunluluklarına karşı boyun eğmeyi beraberinde getiren narkotik bir zehirdir. Yeni bir durum bildiriminde bulunacak olursak; edebiyat, metafiziğin Varlık’ta açtığı yaraların tedavisi sırasında acı çeken insanın aşırı acıklı hikayesidir.

Edebiyatın kendisini bir farmakon olarak sunuşuna post-modern edebiyatta sıkça rastlarız. Nietzsche’nin Zerdüşt’ü ve Şen Bilim’deki Tanrı’yı arayan mecnunu bu iki taraflı karaktere sahiptir. Kafka’da, Woolf’ta, Camus ve Unamuno’da, Vonnegut, Bolaño ve Plath’ta, hatta Auster, Marquez ve Pamuk’ta edebiyat, bir yandan nefes alma imkanı sunan sağlıklı bir mekan yaratırken, öte yandan ölümcül hastalık umutsuzluğa doğru sürükler hastasını. Bu yüzden edebiyat, insana kesin bir şifa sunmaktansa —ki böyle bir beyanda bulunması kendisini pür hakikat olarak görmesiyle sonuçlanır—, daha çok veli ile deli arasındaki ince sınıra (yeniden) davet eder bizi. Bu sınır, esasen şimdi ve daima, hep orada olan bir sınırdır: direnç göstermek (yaşam) ile boyun eğmek (ölüm). İşte bu sınır, edebiyata da anlamını veren “kaygı”dır.

  • Referanslar
  • Deleuze, Gilles. Kritik ve Klinik. Çev. İnci Uysal. İstanbul: Norgunk Yayıncılık, 2013.
  • Derrida, Jacques. “Platon’un Eczanesi.” Çev. Zeynep Direk. Toplumbilim 10, 1999, ss. 65-83.
  • Risser, James. “On the Continuation of Philosophy: Hermeneutics as Convalescence.” Weakening Philosophy: Essays in Honour of Gianni Vattimo içinde. Editör: Santiago Zabala. Montreal&Kingston: McGill-Queen’s University Press, 2007.
  • Tatar, Burhanettin. Din, İlim ve Sanatta Hermenötik. İstanbul: İSAM Yayınları, 2014.
  • Vattimo, Gianni. The End of Modernity: Nihilism and Hermeneutics in Postmodern Culture. Çev. Jon R. Snyder. Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1991.
  • Vattimo, “The Trace of Trace.” Religion içinde. Editörler: J. Derrida & G. Vattimo. Stanford: Stanford University Press, 1998.
  • Vattimo, “The Age of Interpretation.” The Future of Religion içinde. Editör: Santiago Zabala. New York: Columbia University Press, 2005.