Ejderha’yı Yenmek: Özkan Gözel’e Üç Soru

Özkan Gözel
Özkan Gözel

Gözel, modernliğin künhünü Özne’nin diğer varlıklar üzerinde yegane mutlakiyet ve hâkimiyetini ilan etmesinde bulmakta haklıdır. Zira modern tarihin onulmaz kahramanı Özne’nin bizzat kendisidir. Hatta bu öyle bir kahramandır ki, artık rububiyet iddiasını da cesurca savurabilmektedir. Özne’nin bu cüreti nereden aldığı da o halde barizdir; elbette ki, kendisinden.

I. Girizgah

Post-modernliğin modernliğin sonu (mu?) tartışmalarında oynadığı başrolü Post Öykü’nün çeşitli sayılarında yorumlamaya çalışmıştık. Bu minvalde, analitik bir tarih çizgisi çizerek modernliğin tarihine bir ömür biçmek ve sonunun artık geldiğini ilan etmekten ziyade pek çok eleştiri ve öz-eleştiriye rağmen hâlâ güçlü kalan ve teknolojiden şehirleşmeye, mimariden felsefeye, eğitimden askeri yapılanmalara kadar her alanda baskısını bir an olsun yitirmeyen modernliğin tasvirini dizgin-tanımaz bir ejderhaya benzetmek sanıyorum ki yanlış olmaz. Etrafta bu ejderhayı dizginleyebilecek hiçbir şey kalmamıştır, zira her şey (objectum) zaten ejderhaya, yani özneye tabidir (subjectum): Çok düşünmeye de gerek yok; özne zaten kafadan merkezde, geri kalanlarsa ancak ve ancak onun tebaası olabilir.

Özne’nin o kullanmakta gittikçe mahir olduğumuz VR gözlüklerinden tutun da şuncacık çocukların eline tutuşturduğumuz tabletlere kadar artık iyice gelişip-serpildiği günümüz dünyasında hayli aşina olduğumuz modernliğin bu kaba hikayesinin bir sona yaklaştığını ilan etmek fazla fantastik olacaktır. O halde diyebiliriz ki, modernlik hâlâ kanlı-canlı tepemizdedir. Peki tepemizde tepinen bu ejderhayı yenmek post-modernliğin harcı mıdır? Öyle anlıyorum ki Özkan Gözel’in Post Öykü’nün 5. sayısındaki “Çekiver Kuyruğunu Ejderhanın!” başlıklı cezbedici yazısı bu soruyu cevaplıyor.1

Gözel, modernliğin künhünü Özne’nin diğer varlıklar üzerinde yegane mutlakiyet ve hâkimiyetini ilan etmesinde bulmakta haklıdır. Zira modern tarihin onulmaz kahramanı Özne’nin bizzat kendisidir. Hatta bu öyle bir kahramandır ki, artık rububiyet iddiasını da cesurca savurabilmektedir. Özne’nin bu cüreti nereden aldığı da o halde barizdir; elbette ki, kendisinden. Peki, bilhassa Nietzsche’nin tarihin, yani modern felsefenin akışını bozmasıyla başlayan Özne’nin bu ayrıcalıklı konumunu zayıflatma çabaları olarak özetleyebileceğimiz post-modern düşünce, varlığın modern dönemdeki serüveninde aldığı yaralara merhem olabilecek bir felsefe midir?

Gözel bu soruya olumsuz yanıt veriyor; çünkü düşünürümüze göre, “Modernizmin tadilat görmüş, re-forme olmuş hali olan postmodernizmi, Batı düşüncesinin son üç yüz küsur yıllık düşünsel serencamında girilen yeni-yepyeni bir dönem olarak değil, ama bir ve aynı güzergahın süreği ve gereği olarak alınan bir dönemeç olarak adlandırmak daha doğru.” (114) O halde post-modern düşünce, yırtıcı modernizmden bir kopuş ya da temelli ıslah değil, tam aksine modernizmin kabuk değiştirmiş eski-yeni bir vechesinden başka bir şey değildir: “Postmodernlik denen aşama kimilerinin savunduğu gibi yeni-yepyeni bir baş-langıca işaret etmiyor; bu aşama gerçekte modernlik sürecinde varılan son uçu ve fakat aynı zamanda son uç’ta -ya da kuyrukta- baş-gösteren ‘kabuk değiştirmeyi’ ifade ediyor.” (114)

Gözel, burada ejderha tasvirini bir adım öteye taşıyarak, bazılarının postmodernliği bu azgın ejderhanın karşısında bir kahraman figür olarak yerleştirmesinin aldatıcı olduğunu, işin aslınınsa post-modernliğin ejderhanın “başına buyruk” gibi gözüken kuyruğundan başka bir şey olmadığını belirtiyor. O halde, post-modern düşüncenin kurulu olan üst-anlatılara darbeleri, modernizmi yere sermek için değil, belki de “hoşlaşma-yaratıcı (euro-gen) bir kaşınma” içindir (117).

Bir başka ifadeyle söyleyecek olursak, post-modernlik modernlikten bir kopuş dönemine değil bilakis sürekliliğine işaret ediyor. O halde, kuyruğun ejderhayı alt etmesini ummak, böyle bir beklenti içine girmek beyhudedir. Böylesine aldatıcı bir çağda yapılması gereken, bu tek kişilik perde oyununu izlemeyi bırakıp perdenin “ötesini” düşleyerek oyunun dönmediği bir dünyanın imkanını mümkün gören bir tavra sahip olmaktır. “Bu surette,” diyor Gözel, “mevcut’un Mümkün’ü istilasını def etmenin ilk adımı zihinde atılmış olur.” (116)

II.I. Sınırlar

Buradan hareketle ilk sorumuza geçebiliriz sanırım. Zira sayın Gözel’in ağdalı eleştirilerinde sınırların oldukça kalın çizgilerle çizilmiş olması bizi hayrete düşürmektedir. Gözel, modernlik ve post-modernliği yekvücut bir yapı olarak tasvir ederken, bize sunulan bu alengirli ortaoyununun berisine, ötesine bizi davet ediyor. Yaşadığımız modern (ve belki de post-modern) baskı altında bu çağrıya kulak vermenin mümkün olup olmadığını sorgulamaktansa mümkün olması gerektiğinin bilincine varmamızı da öğütlüyor. Ancak Gözel’in mütalaasında hem çağrıyı yapanın ve hem de bu çağrının muhataplarının “konumları” sorgulanmayı hak ediyor.

Örneğin şurası açıktır ki, Gözel’in bilinçli, yani Mümkün’ün bilincinde olan faili, öyle ya da böyle kendisini ejderhaya yani modernlik-post-modernlik korpusuna göre konumlamakta, bu korpusun zamansal ve mekansal ufkuna müdahil olmaktadır. Yani mevzubahis fail[in bedeni] ile “başıyla ve kuyruğuyla bir bütün olarak [bu] beden” (118) halihazırda karşılıklı bir ilişki içerisinde ve beraber varolmaktadır. Hatta bu bilinçli fail, tabiricaizse, kuyruğun ejderhaya yaptığı o örojenik kaşıntılarla sergilediği ortaoyununun orada öylece duran seyircisi değil, oyunun ortasında bir yerlerde bizzat bulunan kahramanıdır.

Anlatılan hikaye ise o halde, bizden uzak, ötede bir yerlerdeki azgın bir ejderha ve kuyruğunun başından geçen hayli trajikomik vakalar değil, bizim hikayemizdir. Fakat öyle görünüyor ki, Gözel’in bilinçli faili, modern ve post-modern oynaşmasını bir peri masalına dönüştürmekle kalmıyor, kendi gerçekliğini (Faktizität) de ütopik hülyalarına kurban veriyor: “Felsefenin işbu gurûb vaktinde, postmodern düşüncenin kimi versiyonları, başsız kalmış görünen bir kuyruğun zevkli bir ihtilaç içinde yönsüz ve amaçsız çırpınışını andırıyor. Hasılı, Postmodern Çağ’da, aklın uyuzluğuna bir çare, bir çare bulmak gerekiyor. Ama nasıl? En iyisi: Çekiver kuyruğunu ejderhanın!” (118)

Ama nasıl? Modern tarihin içine doğmuş olan her bir yeni “oradalık,” modern zihnin korpusuna eklemlenirken, yahut da daha gündelik bir örnek verecek olursak, modern zihnin ürünleriyle hemhal olup, ya da en basitinden modern teknolojinin yürüyen birer aygıtı haline dönüşmüşken, kuyruğunu çekerek alaşağı ettiğimiz, bu yendiğimiz, galibi olduğumuz peri masalı da neyin nesidir? Halipürmelalimiz pek de iç açıcı gözükmezken, sahici soru ve sorunların bizi rahatsız etmesi gerekirken, Gözel, bilinçli failini, hem dışındaki hem de içindeki ejderhayla yüzleştirmekten kaçınıyor: Çünkü ejderha ile onun arasında açık ve seçik bir sınır var, ejderhayı tamamen başka ve ötede bir korpus olarak konumlayan.

Halbuki her sınırın bizzat kendisi de mahduttur. Ötesinde-berisinde konumlanamayacağımız modernliğin bedeni, etiyle, kemiğiyle, teni ve derisiyle bizim de etimize, kemiğimize, ten ve derimize dokunmakta, nüfuz etmektedir. Her sınır mahduttur; zira her tensel ilişki sınırları belli olmayan, sınırsız (ve evet sonsuz değil, sınırsız) bir ilişkidir. Gözel’in modernliği alaşağı etmek isterken post-modernliğin eleştirilerinden faydalanmakta bir beis görmemesi de (117) böylesine sınırları belli olmayan çapraşık bir ilişkinin eseri olabilir ancak.

II.II. Kökenler

Öte yandan Gözel’in hedefinde modernliği yenmek, onu başıyla-kuyruğuyla kökünden halletmek vardır: “O halde, modernliğin gerçekten, tamamen ve kesin olarak sonunun gelmesi/getirilmesi, ancak, modernliğin kökünün kurutulmasıyla yani söz konusu [Kökensel] Tağşiş’in sonlanmasıyla/sonunun getirilmesiyle mümkün olabilecektir. Modernlik işte o zaman iğreti olarak değil de sahiden postu yere sermiş olacaktır.” (115)Özne’nin modern dönemde yaratılmasıyla birlikte insanın ifsad edilen kökenini ıslah etmek için Gözel, modernliğin tüm bedeninden kurtulmayı tercih etmektedir. Tağşiş’in toptan izalesi, buna göre zihinde başlar (116) ve bedenin yere serilmesiyle noktalanır.

Burada bizi iki soru beklemektedir: Evvelen, Özkan Gözel, insanın Kökensel Tağşiş’ini ıslah etmek isterken kendisini bariz bir köktencilikten nasıl kurtarmaktadır? Aslında bu soruya yalnızca sayın Gözel değil, din ve din kültürü arasında ayrım yapan Luther, Heidegger, Levinas, Vattimo gibi düşünürler de muhataptır. Bir gelenekten söz edeceksek eğer, onu zeminin altında kalan ağaç kökü gibi kavramayı bırakıp, dini yorumların dinin geleneğini tarih içerisinde dönüştürmesinde ya da modernliğin kendi geleneğini de oluşturmasında görebileceğimiz gibi, geleneği dokunulabilir, diri bir gövde olarak hesaba katmamız gerekmektedir. Gerçekten Gözel, modernliği yenerek ne amaçlıyor, bu sorunun cevabı muğlaklığını korumaktadır.

II.III. Müjdeler

Modernliğin alt edilmesi düşüncesinin “arkaya-bakan” tarafının yanında, saniyen, “geleceğe-bakan” diğer bir yönü daha vardır. Başıyla-kuyruğuyla, artık hepten kökü kurutulan modernlikten “sonra”sı için Gözel’in çağrısı bir müjde niteliğindedir. İnsan mevcudiyet metafiziğinin ağırlığından artık kurtulup Mümkün’ün ötesini düşleyerek arınacak ve nihayetinde de ıslah ya da ihya muvaffakiyetle sonuçlanacaktır. Devamlı ertelenen (différer) modernliğin sonu da böylelikte gelmiş olacaktır. Fakat sınırlar meselesi buralara kadar nüfuz eder: Modernliğin hepten alt edilmesi, bu yenme ve başarı elde etme literatürü modern bir anlatı değil midir? Francis Bacon’ı hatırlayacak olursak, felsefenin yegane amacı doğayı yenmekti.

Gözel’in Mümkün’ün bilincinde olan failinin yegane hedefi de Mevcut’u yenmek olacaksa bu “tavır” modern bir tavır olmayacak mıdır? Ki burada, post-modern düşüncenin modernliği “yenmek” gibi bir amacının olmaması da o halde anlayışla karşılanabilir: Zira post-modern düşünce, modernlik gibi ileriye, daha ileriye ve yeni olana yönelmek ve insana kahramanca galibiyetleri sonrası vaat edilen toprakları müjdelemekten ziyade, (Mutlak olan karşısında —Varlık, Tanrı) Özne’yi ve Özne’nin kurduğu yapı ve anlatıları zayıflatmayı hedeflemektedir. Post-modernlik, kimilerinin iddia ettiği ve kimilerinin bu iddiayı çabucak kabullendiği gibi, modernliği sonlandırarak yeni-yepyeni bir çığır açan niteliğe “zaten” sahip değildir: Tam aksine ejderhanın sancılı sonuna tanıklık etmektedir.

  • 1 Gözel, Özkan. (2015). “Çekiver Kuyruğunu Ejderhanın!” Post Öykü 1.5 (Temmuz-Ağustos), 114-118.