Geleceğe Bir Kurşun

Suyun öte yanında dalgalanıp duran adama doğrulttu ve çekti tetiği. Ne olacaksa olsun...
Suyun öte yanında dalgalanıp duran adama doğrulttu ve çekti tetiği. Ne olacaksa olsun...

Zehra Ana bir türlü akıl erdiremedi enstitüden gelen pembe yanaklı adamın söylediklerine. Uzay zamanı bükmeler, geleceğe gitmeler, solucan delikleri... Adam sözünü bitirene kadar bekledi. Kendi bile duymadan fısıldadı. “Kadir’im yapmaz.”

Kadir Bayat, 41 yaşında. Bekar. Belki yirmi sene oldu kalbi yerinden çıkacak gibi olmayalı. İş arkadaşlarının, esasen kendilerini eğlendirmek için kestikleri pastaya bakıp babasıyla aynı yaşa bastığını fark edeli 9 sene olmuş. Bir başına onu yetiştirip adam eden anasından ise 22 yaş daha genç. Güçlü bir kadın anacığı. Daha yedisine henüz basmış yetimiyle ortada kaldığında pes etmemiş. Dişini tırnağına takmış evladını en iyi okullarda okutmayı başarmış. Buna göre;

  • a) Kadir Bayat’ın annesi ile babasının yaşları farkı kaçtır?
  • b) Kadir Bayat’ın ilişki durumu ile parlak eğitim hayatı arasında bir ilişkisi var mıdır? Açıklayınız.
  • c) Kadir Bayat’ın hayatı bizi neden ilgilendiriyor?

a) Babasının öldüğündeki yaşı (x) : x = 41 – 9 = 32

Annesinin şimdiki yaşı (y) : y = 41 + 22 = 63

Annesinin dul kaldığındaki yaşı (yd) :(Ahmet 7 yaşında yetim kaldığına göre; 41 – 7 = 34 sene önce babasını kaybetmiş)

yd = 63 – 34 = 29

x – yd = 32 – 29 = 3

b) Sırtı ağrıyarak uyandı Kadir. Nerede yatarsa yatsın fark etmiyor. Salondaki kanepeden, şişme yatağa kadar. Artık üzülmesin diye annesine belli etmiyor ağrısını. Biz bunun biraz da Zehra Ana’nın azarlarından kaçmak, rutinini muhafaza edebilmek için olduğunu biliyoruz. O da biliyor ama kendine itiraf etmek istemiyor. İyi ikna olmuş. Ama biliyor. Zaten bir saate kalmadan kendi kendine geçiyor ağrılar. Azıcık hareket etse yeter.

Kahvaltı hazır. Bazı sabahlar kurt gibi aç olur Kadir. Hele geceden bir şeyler atıştırmamışsa, hatta uyumak üzere yatağa girdiğinde belli belirsiz bir açlık hissiyle boğuşmuşsa. Çünkü bazen kaybeder ve yataktan bir hışımla kalkıp mutfakta ne bulduysa mideye indirir. Bu sefer kazandı. Kokular gıdısından çekti götürdü onu. Ayağına taş değmesin diyerek büyütülen çoğu evlat gibi anasının üstün annelik yeteneklerine şaşırmadı. Böyle yoğun ilgiye alışık olmasa, içselleştirmemiş olsa yani azıcık uzaklaşıp bakabilse, şehrin göbeğinde ne yapıp edip tandır standartlarında sıcacık bazlamasını hazır eden, sırf o sevdiği için köyden yufka getirtip bol yumurtalı omaç yapan anacığının çabasını takdir ederdi. Tabii onu hayırsız evlat yerine koymak da haksızlık olur. Zaten Zehra Ana da çok bir şey beklemiyor. Kuzucuğu otursun adam gibi yesin, tabakta yemek kalmasın yeter. Eh karnı doyunca eline sağlık da dedikten sonra... Bir de helal süt emmiş bir gelini olsa, torununu kucağına alsa daha ne? Usandı artık elin sıpalarını sevmekten. Vallahi gelinini de rahat ettirir. Varsın istiyorsa çalışsın, o bakar kuzusunun kuzusuna. Hem de nasıl bakar. Yumurtacı oğlunu öve öve yere göğe sığdıramayan Naciye karısının da ağzı dili bağlanır.

Zehra Ana kucağındaki torununa dalmışken Kadir çoktan kalkmış sofradan. “Eline sağlık anacım.” Bir de nerden estiyse gıdısına güçlü bir öpücük. Şimdi bu deli oğlanı hoplatmayım diye dilini ısırıyor nicedir. Hazır keyfi de yerinde. “Oğlum bak kaç yaşına geldin, maşallah işin gücün iyi, ekmeğini eline aldın.”Kadir lafın nereye geleceğini çok iyi bildiğinden kestirip atacak. Ama gözlerine bakınca kıyamıyor anasına. Pazar esnafının kamyona geri yüklemeye tenezzül etmediklerinden yemek çıkaran, şehrin kıyılarındaki arazilerden madımak toplayan, öğleye kadar bir yerde öğleden sonra başka yerde yemek pişirip üç kuruş maaş aldığı iki işi de kaçırmamak için kendini parçalayan kadıncığa kıyamıyor. Erken yaşlandı, bir gün bile of demedi. “Kocadım artık oğlum, ne kadar yaşarım belli değil. Dünya gözüyle evini kurduğunu görsem, gelinim elimi öpse, torun sevsem azıcık. Sen de perişan olursun sonra. Kim bakacak sana ben ölünce.” Tadı tuzu kaçtı. “Tamam,” dedi. “Tamam Ana, sen kendine gelin bak.”

Yapabilir mi hakikaten? Anasının gönlü olsun diye, bu yaştan sonra, sevmese de... Keşke söylediğin kadar kolay olsa be Zehra Ana. Ama değil. Onun aklında kızıl saçlar, yumuşacık yanakları süsleyen mütevazi çiller, gözlerini dikip bakmaya güç yetiremediği ışıl ışıl bir gülüş var. Zaten o konuşurken dudaklarına bakmamak için çabaladığı ama her seferinde yenildiğinden, kabahat işleyen bir çocuğun ürkekliği ile arayıp bulduğu yemyeşil gözlerinde kaybolmuştu Amelia’nın. Bozkırın doğurduğu bir esmer çocuk... Cilveli kızlara oyuncak oldukça kendisini ilme, fenne vermişti. Çok istediği zamanlar oldu. Olmadı, sonra anlaşılır bir öfkeyle kendini bu taraklarda bezi olmadığına ikna etti. İşte bu esmer çocuk, memleketin en mühim fizikçilerinden biri olduktan, kainatın sırları varken sevdanın sırlarına vakit ayırmanın israf olduğuna karar verdikten sonra tanıdı Amelia’yı.

Arkadaşları ona Mel, diyordu, araya duvarlar örmüyordu. Kadınlardan çekinmesi gerektiğini zor yoldan öğrenen Kadir için onun rahatlık, sadelik, olduğu gibi olmaklık teklif eden ancak bu teklifiyle tetikte olmaya alışan esmer çocuğu iyice tedirgin eden samimiyeti hiç bilmediği bir şeydi. Paramparça etti Kadir’i. Bilmeden, istemeden, insanların başka insanları paramparça etmemesi gerektiğine inandığı halde, üstelik sırf kendisi olduğu için. Mel masumdu. Çünkü o atom altı parçacıklardan bahsederken, gözleri kamaşarak dudaklarına bakan, o dudaklardan şarkılar şiirler dinleyen Kadir’di. İki sene beraber çalıştılar. Laboratuvardan çıktıktan sonra İsviçre’nin şirin köylerini ziyaret ettiler. Çikolata, peynir yediler. Kadir de ona Mel dedi. Mel sıcacık gülümsedi, kızıl saçları güneşte parladı, gözlerini kısarak baktı göğe. Kadir onu sevdiğini söyleyemedi. Kalan ömrünün her gününü ürkekliğine öfke duyarak geçirdi. Her gün en az bir defa “keşke” dedi.

  • c) Kadir BAYAT, ünlü fizikçi ve bilim insanı. 14 Eylül 2004 tarihinde Yozgat’ta doğdu. Teorik Fizik alanında çeşitli ulusal ve uluslararası projelerde görev aldı. Tarihte solucan deliği açan ve zamanda iki yönlü yolculuk yapan ilk insandır. Çalışmaları zamanda yolculuk teknolojisinin temelini oluşturmaktadır. 29 Şubat 2056 tarihinde Bozok Üniversitesi Fizik Araştırmaları Enstitüsünde gerçekleşen bir kaza sonucu hayatını kaybetmiştir.

Aslında bugün evde kalıp miskinlik yapacaktı. Dün akşam eve dönerken ansızın ortaya çıkışıyla ancak göklerden geldiğini düşünebileceği bir fikir, çalışmalarını tamamlamasını sağlayabilirdi. Bulmacanın kayıp parçasını yerine koymadan önce bu zafer hissinin tadını çıkarmak istiyordu. Hem yanılıyor da olabilirdi. Bir günün beyliği de beylik. Varsın dünya bir gün daha beklesin. Bekleyemedi. Anasının çilesi, yetimlik, Amelia’nın hatırası. Omuzlarında dünyayı taşıyor sanki. Hep kaçtığı yere kuarkların, sicimlerin arasına kaçtı. Zehra Ana’nın hayır duaları arasında evden çıkarken döndü, artık iyice ihtiyarlamış ellerinden öptü onu.

Güvenlikçi Sami güneşli bir cumartesi ikindisinde Kadir’in arabasını nizamiye yolunda görünce şaşırmadı. Kadir Hoca bu, sağı solu belli olmaz, gece demez gündüz demez. İçten içe hazzetmediği adam geçerken başıyla yapmacık bir selam verdi. Laboratuvarın bilindik havası rahatlattı Kadir’i. Anasını, acılı çocukluğunu, ilk gençlik hayallerini ve Amelia’nın çillerini ceketiyle beraber dışarıda bıraktı. Sırtına geçirdiği önlük ile bambaşka bir adam olmuştu. Dönüp içine baktı, dün gece içinde yanan ateş sönmeye yüz tutmuş. Hayal ettiği gibi törensel bir havada olmasa da tekrarladı deneyi. Laboratuvarın önceleri çok rahatsız etse de zamanla dinlendirici bulduğu titreşimlerine gizemli bir yenisi eklendi. Tüm vücudu boyunca mide bulantısına benzer bir his gezindi. Hemen geçti. Anlık bir esinti ve sürekli, nabız gibi atan bir uğultu. Birkaç metre önünde top büyüklüğünde bir su damlası belirmişti. Bu defa içten gelen bir titreyişle dizleri, elleri birbirine karıştı. Kalbi kulaklarında, nefesi allak bullak. Sarsak adımlarla topun dalgalanan, sakince genişleyip büzüşen yüzeyinden içeri baktı.

Derinlerde damlacıkla birlikte yavaş yavaş dalgalanan bir adam. Kendisi!.. Neşeyle el sallıyordu ona. Solucan deliği açılmıştı.

Zamanla aşık atmak beraberinde türlü tehlikeler getirir. Zira onun doğasını anlamak neredeyse insan üstü bir iştir. Zamanı eğip bükmek, aktığı yataktan çıkarmaya çalışmak insanın göstermemesi gereken bir cürettir belki de. Kadir cüret etti. Pencereler açıp dalgalanan siluetlerini izledi. Anasının genç kızlığını, artık hatırlamadığı babasının fotoğraflardan tanıdığı delikanlılığını, tanımadığı bir takım insanları, hiç gitmediği şehirleri, daha önce kimsenin görmediği yerleri, bilinmeyen alemleri gördü. Hep kenarda kalan esmer çocuğu, çaresizlikten büyük işler başaran genç adamı seyretti uzun uzun. Gördüklerini beğenmedi çoğu zaman. Yanı başında açılan pencerelerde rastladığı beyaz önlüklü adama hep sonradan anımsayacağı mesajlar gönderdi. Titizlikle tuttu notlarını. Ne yaptığında ne zamanı seyrediyor anlamaya çalıştı. Anlayamadı. Acıyla, hayal kırıklığıyla geçti aylar. Yıllara yaydığı çalışmasında bir adım sonrasını planlamadığını dehşet içinde fark etti. Hiç düşmediği yepyeni bir çukur! Görkemli bir kalenin kadim duvarları boyunca gezinip içeri girememek. Taşın tüm kıvrımlarını avuçlarında hissetmek, taşa tutunan yosunları koklamakla yetinmek, taşların arasından fısıltılar işitmek. Ne söylüyorlar, hangi sırları açık ediyorlar?

Pes etmeyi düşündü Kadir. Edemezdi. Defalarca belki yarın diyerek çıkıp gitmeye, anasının şefkatinde boğulmaya niyetlendi. Her seferinde hasta bir adamı yerden kaldırır gibi içindeki ateşi yeniden alevlendirerek sabahladı laboratuvarda. Kendi çıkardığı yangında kül oldukça ömrünün düğümlendiği, umduğu ama bulamadığı ne varsa içine çekilip kaybolduğu tek bir ana çıktı tüm yollar. Sabırla yenildi Kadir. Açtığı pencerenin öte tarafında arnavaut kaldırımarı, ahşap kalplı taş evleri ile dağlar arasında dinlenen kasabayı görene kadar keşke dedi. O gün var gücüyle bağırdı;

Korkma lan!!! Korkma. Söyle ! Seviyorum de...

  • Haftalardır göğsüne çöküp nefesini kesen ağırlık andan âna artarken dua eder gibi söyleyeceklerini talim ediyor Kadir. Son defa gezecekler İsviçre’yi. Altı aydır her hafta sonu niyetlenip de söylemeye cesaret edemedikleri için son şansı. Kendinden yana ümidi yok. Bu yaşa kadar böyle gelmiş, bundan sonra da böyle mahçup gidecek. Az sonra köşeden görünecek Mel. Yaklaştıkça dünya ayaklarının altında dağılacak, peşi sıra esen fırtınalar bir girdap olup şirin taş evleri, peynir satan dükkanları, sağlıklı İsviçrelileri oturdukları masalar, sandalyelerle yutacak. Geriye bir tek ikisi kalacaklar. Ezberi aklından, zar zor toparladığı cesareti yüreğinden uçup gidecek. Biliyor. Yine de dudakları kıpır kıpır. Kadir her günü boynuna sarılıp belini biraz daha bükecek, onu daha aşağılara çekecek kupkuru bir ömrü çoktan kabullenmişken derinlerden, boğuk bir ses kuş cıvıltılarının, neşeli çocuk çığlıklarının, bisiklet zillerinin arasından kendine mütevazi bir yol açıp Kadir’e korkma diyor. Bir mucize oluyor, genç kız köşede görünüp yaz güneşini bulutların ardına saklanmaya zorladığında korkmuyor Kadir. Mel sütlü kahvesini içerken 6 aydır Kadir’in içinde birikip duran sevgi taşıp akıyor. Bir kızılca kuşun gelip kayın dalına konması gibi öylece “Seviyorum,” diyor. Mel yemyeşil gözlerini kısıp, ateşten kaşlarını tereddütle çattığında bir fizikçi olarak zamanın neden akmayı bıraktığını düşünemiyor Kadir. O bin defa ölüp bin defa dirilir ve tekrar ölürken bir anda gözlerini kısıp genişçe gülümsüyor genç kız. Neden yaptığını bilmeden, bu defa “Kandırdın beni,” diyor. Neden yaptığını çok iyi bilerek kıza karşılık veriyor Kadir, yüzünü görmeliydin derken titreyen sesini kararsız bir kahkaha ile gizlemeye çalışıyor. Kadir’in titreyen sesi, yüzüne yerleşen sahte gülümseme, esmer yüzünde iyice belirginleşen bembeyaz dişleri Amelia’nın zihnine hiç çıkmamak üzere kazınıyor.

Pencere titreşerek kaybolduğunda daha önce hatırlamadıklarını hatırladı. Artık keşke demeye lüzum kalmamıştı. Uçurumla arasına sadece parmaklarını koymuş bir adam bazen gücü tükenmese de bırakır kendini. Çünkü kaygı yorucudur. Ne olacaksa olsun... Kadir usulca bıraktı kendini. Garip notlar, yalnızca kendinin anlayacağı sayılar, sıra numaraları iyice içinden çıkılamaz hâle getirmişti her şeyi. Yorgun, çok yorgundu. Elli küsur sene evvel Hawking’in sorduğu soru döndü zihninde. Sadece bir dakika önceye solucan deliği açan bir adam çekip vursa kendini...Ne olur? Dededen kalma tabancayı anacığının sakladığı yerden buldu çıkardı. Suyun öte yanında dalgalanıp duran adama doğrulttu ve çekti tetiği. Ne olacaksa olsun... Hiçbir şey olmadı. Su damlası buharlaştı, delik kapandı. Çukurunun dibine iyice yerleşti Kadir. Bir daha hiç “keşke” diyemedi.

Kadir’in tetiği çekmesinden 5 ay 27 gün 6 saat 19 dakika 8 saniye ve 4 salise sonra, Zehra Ana’nın kullanmayı bir türlü beceremediği telefonu çaldı. Bu gece de gelmeyecek herhalde deyip erkenden yatağa yollanmıştı. Telefon denen şey icat edildi edileli gece vakti aranan tüm anaların telaşıyla fırladı yerinden. Sadece dinledi güvenlikçi Sami’yi ağzını açıp tek kelime cevap veremedi.

  • TUTANAKTIR
  • 29 Şubat 2056 Salı günü enstitümüz Güvenlik Görevlisi Sami Güneş, rutin devriyesi sırasında enstitümüz görevlisi Doç.Dr. Kadir Bayat’ı 19A no’lu laboratuvarda ölü halde bulmuştur. Başından yaralandığı görülen merhumun çevresinde herhangi ateşli silaha rastlanmamış olup laboratuvarın çevre güvenliği alınarak güvenlik güçlerine haber verilmiş...

Açtığı solucan deliğinden geleceğe bir kurşun sıkıp kendisini vuran bir adama yer yoktu mevzuatta. Laboratuvar kazası mı? İntihar mı? Resmi makamların açıklamaları Naciye’yi ikna etmeye yetmedi. Konuya komşuya Zehra Ana’nın oğlu kendini vurmuş diye anlattı aylarca.

Zehra Ana bir türlü akıl erdiremedi enstitüden gelen pembe yanaklı adamın söylediklerine. Uzay zamanı bükmeler, geleceğe gitmeler, solucan delikleri... Adam sözünü bitirene kadar bekledi. Kendi bile duymadan fısıldadı. “Kadir’im yapmaz.”

Ek bilgiler:

Kadir’in haberini cenazesinden neredeyse bir sene sonra, şans eseri aldı Amelia. Mesaisini tamamladı, çocukları okuldan aldı. Akşam yemeği bitene kadar keyifle sohbet ettiler ailece. Amelia’nın rutini herkes yattıktan sonra doldurduğu bir kadeh şarabın eşliğinde Kadir’in 19 sene evvel hediye ettiği nazar boncuğunun renklerinde İsviçre’nin güneşini, masmavi göklerini ve Kadir’in esmer yüzünde iyice belirginleşen bembeyaz dişlerini hatırlarken bozuldu. Farkında olmadan mırıldandı, “Bu defa kandırdın beni.”