Gönül Dağı'nın hikâyesi

Benim Yozgat'taki küçük hayatımdan sızan hikâyelerin ekranda kendine yer bulması sihirli bir şeydi.
Benim Yozgat'taki küçük hayatımdan sızan hikâyelerin ekranda kendine yer bulması sihirli bir şeydi.

Dizinin ismi de muhtevası kadar önemliydi. Gönül Dağı ismi güzel uydu. Hem bu bölgenin gurur kaynağı Neşet Ertaş'ın bir türküsünden mülhem ona bir gönderme yapılıyordu. Hem dizide "Gönül Dağı" isminde bir kayalık vardı. Hem de "dağlamak" fiili gönle yapılan dağlama, gönle sevda mührü vurmak gibi manasıyla ayrı bir derinlik katıyordu.

Mustafa Çiftci'ye Gönül Dağı'nın hikâyesini sorduk:

Star gazetesi kapanmadan evvel haftada bir hikâye yazıyordum. Hikâyeler belli bir hacme ulaşınca bunlar ne olacak acep, diyordum. Merakımı gideren cevap bir yapımcıdan geldi. Benim hikâyelerden mülhem bir dizi yapmak istiyormuş. Dizi için TRT düşünülüyormuş. Sonradan öğrendik ki sektörü ayakta tutan TRT imiş. Bizim hikâyelerin dizi olması ve yayınlanması ancak TRT ile mümkün olacakmış. İşin başında yapımcının söyledikleri, diziyle ilgili tasarımlar uzak coğrafyaların masalları gibi geliyordu. Yaşadığım yerin merkeze uzaklığı, etrafımda projeyi paylaşacak insanın az olması, daha evvel böylesi bir tecrübe yaşamamış olmam, hepsi etkiliydi benim projeyi bir masal gibi dinlememde.

Diziye temel teşkil edecek kırk hikâye seçildi. Bu hikâyelerin noterde bazı işlemler sonrası yayın hakkının teslim edilmesi lazımmış. Notere gittik. Noter daha evvel dizi sözleşmesi yapmamış ki bilmiyor nasıl yapılacak. Benim hikâyelerin adlarını da garip buldular. Sonunda eşya devreder gibi fikri haklarımız devrettik. Sıra geldi noter katibinin benim hikâyeleri tek tek yazmasına. Ama hikâye başlıklarını daha evvel hiç duymamış. Sonunda şöyle anlaştık. Ben hikâyeleri okuyacaktım katip yazacaktı. Ben noterdeki kalabalığın içinde yüksek sesle hikâyelerimi okumaya başladım. Herkes bize bakıyordu ama ne yaparsınız sanat için katlanacaktık.

Resmi işlemler bitince senaryo ekibi çalışmaya başladı. Onlarla taşraya bakışımız, mizah, manevi değerlerimiz, diziden beklentilerimiz konusunda bizim evde toplanıp uzun uzun konuştuk. Çünkü taşraya bakış çoğu zaman hastalıklıdır. Mesela taşra ve mizah insanların zihninde bir araya geldiğinde taşrayla beraber eğlenmeyi değil taşraya gülmeyi tercih ederler. Böyle olmasın. Taşra mizahımıza nesne olmasın diye kararlaştırdık. Sonra coğrafyamızda farklı bölgelerin filmi-dizisi yapıldı ama İç Anadolu dizisi yapılmadı dedik ve böylece hikâyeler bu bölgeyi gözeterek işlenecek kararını aldık. Bir de bizim geleneğimiz sadece Ramazan ayında yapılan programlarda hatırlanmasın. Hayatının her aşamasında din ile gelenek ile barışık olmuş bir milletin hikâyesi anlatılırken sofradan cenazeye, düğünden doğuma kadar dinin ve geleneğin izlerini görelim istedik. Bunun için en uygun mecra tabii ki TRT idi.

Dizinin ismi de muhtevası kadar önemliydi. Gönül Dağı ismi güzel uydu. Hem bu bölgenin gurur kaynağı Neşet Ertaş'ın bir türküsünden mülhem ona bir gönderme yapılıyordu. Hem dizide "Gönül Dağı" isminde bir kayalık vardı. Hem de "dağlamak" fiili gönle yapılan dağlama, gönle sevda mührü vurmak gibi manasıyla ayrı bir derinlik katıyordu. Dizideki kahramanlar her zaman çevremizde gördüğümüz bizden ama derinliği olan kahramanlardı. Derinlik bazen bir küçücük nakışla bile kendini hissettirir. Kahraman kurgularken derin psikolojik tahliller kadar mesela kahramanın yıllar öncesinden sakladığı bir obje de bize kahramanla ilgili çok şey söyler. Bu manada kahramanlara nakışlı hikâyeler yazıldı ki seyirci bu nakışta kendinden kıvrımlar bulabilsin. Mekan seçerken hayali bir taşra kasabasının yükünü taşıyabilecek mekanlar arandı. Hiçbir yere tam benzemeyen ama her haliyle İç Anadolu'yu temsil edecek bir mekan olarak dizinin Eskişehir Sivrihisar'da çekilmesi kararlaştırdı.

Dizinin ilk bölümünü zaten bir avuç kadar az olan ailemle ve akrabalarımla izledik. Herkes heyecanlıydı. Benim heyecanımın bir dalı kırık idi. Annemin de aramızda olmasını ne kadar çok isterdim. Benim Yozgat'taki küçük hayatımdan sızan hikâyelerin ekranda kendine yer bulması sihirli bir şeydi. O sihir her bölümde katlanarak arttı. Şimdi uzak memleketlerden mesajlar alıyorum. Herkes kendince seviyor. Zaten insan sevmek isterse ne çok şey bulur. Diziyi sevenler, tavsiye edenler, defalarca tekrarını izleyenlerin hepsine müteşekkirim. Benim hikâye soframa misafir oldular ne mutlu bana. Yazıyı bir iyi niyet hikâyeciği ile bitireyim. Bir hemşehrim diziyi çok sevmiş. Diyor ki, "Mustafa Bey gardaşım, evde iki televizyon var senin reytingin artsın diye dizi başlayınca iki televizyonu birden açıyoruz haberin olsun." Bu hemşehrimin hayali bozulmasın diye reytingin böyle bir şey olmadığını söylemedim tabii. Ama şu kadarını söylemek isterim ki bir diziye bu kadar sahip çıkılması, eser sahibini mutlu etmez de ne yapar.