Hasar Sözlüğü

Hiç hasar almamak mümkün mü Betül?
Hiç hasar almamak mümkün mü Betül?

Osman Cihangir’in bir dergide yayımlanan bu ilk öyküsünü mutlaka okuyun. Sonra da Osman Cihangir adını aklınızın bir kenarına yazın. (A.E)

Betül dırdır ediyordu karşımda. Onu dinleyip dinlemediğimi umursamadan, her zamanki gibi… Her zamanki Betül…

...

Dırdır: Konusu, komşunun yeni aldığı araba.

Araba: 2014 model Skoda Superb, 1.6 dizel, otomatik.

Skoda: Skoda Auto, Çek otomobil üreticisi, en eski otomobil üreticilerinden biri. Skoda Çekçe’de “hasar” anlamına gelmekte.

Hasar: Annemin ölümü üzerine babamın başına gelen şey.

Annem: Hayatında baba evinden çıktıktan sonra eskisi gibi bir lüksü -baba evi lüksü- bulamamış, yakışıklı kocasının fakirliğine, miskinliğine ve sessizliğine isyan eder gibi ömrü boyunca hiç susmadan konuşmuş, hiç durmadan evlere temizliğe gitmiş, hiç durmadan her şeye üzülmüş, hiç kimseden hak ettiği sevgiyi bulamadığına inanmış, iki sağ erkek bir ölü kız, toplamda üç evlat anası, zamanla değil de çekilen çileyle yaşlanılacağını erken yaşta anlamış kişi, benim annem.

Baba evi lüksü: Temizliğe ve yemeğe yani ev işlerine el değmez, ya gündelikçi alınır ya da annesi bu işleri yaparken yarım yamalak yardım edilir. Canı ne isterse ve ne zaman isterse ya hemen ya da sonra temin edilir ama mutlaka temin edilir. Bu lüksü tadanlar babasının nazlısı, annesinin kıymetlisidir.

Gündelikçi: Bizim eve her hafta perşembe gelen kadın, hiç karşılaşmadık , ortamdaki el değmişlik hissi varlığının en büyük kanıtı. Perşembe akşamları kendimi evimde hissederim, evlenmeden önceki evimde, çünkü annem de böyle dip köşe temizlerdi evimizi. Diğer evleri de öyle temizlediğini komşu kadınlar anlatırdı. Merak ederim, acaba gündelikçi kadın da ufak tefek midir annem gibi, elindeki bezin okşamadığı bir yüzey var mıdır? Bunları karıma soramam çünkü hep başka şeylerden bahseder.

Karım: Betül.

Betül: Aynı zamanda kız kardeşimin de adı.

Kız kardeşim: Annem hayatı hep ona zindan etmeye çalışırdı, daha Betü l küçücükken başlamıştı bu. Annemin suçu yoktu, çünkü yaptıklarının farkında değildi, annem sadece Betül’ün iyiliğini ister her yaptığı şeye karışırdı. Ben, Betül ve ağabeyim Furkan bunun farkındaydık ama babam her şeyden bîhaberdi. Gerçi bilse de müdahale etmezdi, ondan bekleneceği gibi. Neyse ki Betül bu baskıdan severek evlenme tanımına tıpatıp uyan bir şekilde kurtuldu. Baskıdan kurtuldu ama sıkıntılardan asla. Çocuk istemedi Betül. Eniştem anlayışla karşıladı bunu ama tam olarak neyi anlayışla karşıladığını bildiğini sanmıyorum. Betül bir çocuk sahibi olursa anneme dönüşmekten korkuyordu. Evlilikleri üzerinden yedi yıl geçtikten sonra imkansızdı artık çocuk sahibi olması. Çünkü Betül öldü. Konforlu bir ölüm oldu. Uykusunda öldü. Doğalgaz zehirlenmesi.

Konforlu ölüm: Kanser dışındakiler ya da özetle sizi ve ailenizi süründürmeyen her türlü ölüm.

Kanser: DNA’nın hasarı sonucu hücrelerin kontrolsüz veya anormal bir şekilde büyümesi ve çoğalmasıdır, yani babamın beynindeki hücrelerin başına gelen şey. Annemin, babamın beyin kanseri olduğunu öğrendiğindeki gibi bir yanlış izlenim edinmeyin, babamın sessizliğinin nedeni karakterinin öyle olmasından kaynaklanıyordu, beyninden değil. Herkes babamın ölmesini beklerken annem ölmüştü. Betül gibi uykusunda ölmüştü. Bekli de rüyasında, yetişemediği bir yerdeki son toz zerreciğini almak için çabalarken ruhunu teslim etmişti. Bilimsel olarak kalp kriziydi ölüm nedeni. Kalbi kendisine çektirdiği sıkıntılar için yeter demişti sanırım. Babam ise kafasına sıktıkları radyasyon sayesinde annemden üç yıl daha fazla yaşadı.

Babam: Hasarı aldıktan sonra babama şu oldu: Elinde annemin fotoğrafı ses tellerinin kuraklığına son verip, yılların suskunluğunu o fotoğrafla konuşarak bozdu. Her zaman diyecek bir şeyleri oluyordu. Farkında olmadığını düşündüğümüz olayları en ince ayrıntısına kadar anlatıyordu o fotoğraf karesine. İltifat ettiği de oluyordu anneme. Yemenisinin arasından bilerek bırakılmış gibi duran bir tutam sarı saçı okşar gibi elini gezdiriyordu fotoğrafın üzerinde, sonra eğilip fısıldayarak “Ben almıştım bu yazmayı sana, hatırlıyor musun?” diye soruyordu. Hep mutlu anılardan bahsetmiyordu babam, zaten ne kadar mutlu olabilmişlerdi kestiremiyordu. En çok sıkıntı çektikleri zamanları anlatırken kirpiklerinde tespih tespih gözyaşları diziliyordu. Dayımın anneme çektirdiği o sıkıntılı zamanlarda sustuğu için affetmiyordu kendini, yüzünü yere indirip bakmıyordu fotoğrafa. Kendini suçluyordu, hep kendini...

Dayım: Annemin, bir avuç toprağı alıp yüzüne atmak istiyorum, dediği akrabamız; bu cümlenin nedeni dedemin mirası. Dedem ölmeden önce kalan toprağın çocukları -annem ve dayımdan oluşan iki kişilik nüfus- arasında sorun teşkil etmeyeceğini düşündüğünden midir yoksa kendi bu topraklar için nasıl mücadele ettiyse çocuklarının da çabalamalarını istediğinden midir mirası ile ilgili hiçbir şey yapmamıştı. Annemin kızken evine gündelikçi gelirken şimdi kendi gündeliğe gider olmasının asıl nedeni bu. Mirastan en metruk yer verildi anneme. Babam ondan beklenildiği gibi umursamadı bu durumu, biz de öyle. Bir türlü satılamayan bu toprakla ilgili annemin küçük ve masum hayalleri vardı. Eğer satılırsa parasıyla hacca gitmeyi düşünürdü, gidemezse umreye… Ama her ikisi de nasip olmadı. Betül öldüğünde her şey altüst oldu, annemin ne hayali kaldı ne de bir şeye hevesi. Bunun üzerine annemin isteği ve eniştemin de rızasıyla Betül’ü köydeki o satılamayan araziye gömdük; annemi de Betül’ün yanına. Annemin yanına da üç yıl sonra babam defnedildi. Daha sonra köyde ölen akrabalar arazimize gömülmeye başlandı. Yeni bir aile mezarlığına dönüştü bizim metruk arazi. Neyse ki düşünceli akrabalarımız bizimkilerin yanında bana ve ağabeyime yer ayırmıştı.

Metruk: Bırakılmış, terk edilmiş. Bu tanıma uyan Betül’ün evindeki oturma odası. Eniştem Betül öldükten sonra oturma odasına hiç girmediğini söyledi. Kapıdan içeri bakınca bunun doğru olduğuna şahit oldum. Karısının son nefesini verdiği koltuk orada öylece duruyordu, orada yatan biri varmış gibi çukurlaşmıştı minderi. Önceleri sık sık ziyaret ettim onu, ailede onu merak eden bir tek ben vardım sanırım ama sonraları ziyaretlerim seyrekleşti, o da beni aramaz oldu. Şunu düşündüm: Biriyle evleniyorsun ama onun ailesine ait olamıyorsun sen istesen bile olmuyor. Bunu evlendikten sonra daha iyi anladım.

Evlilik: Evli olma durumu. Ben ve Betül’ün gerçekleştirip, Furkan’ın başaramadığı şey.

Furkan: Ağabeyim. Aramızda hem görünüş olarak hem de karakter olarak babama en çok benzeyenimiz. Annemin ilk göz ağrısı. Gerçi annem, ağabeyimin büyüdükçe babama benzediğini gördüğünde göz ağrısı hayal kırıklığına dönüştü. Furkan ketumdu. Hep bir suç işlemiş gibi dik dik bakardı karşısındakine, belki de bu yüzden evlenmedi. Bana ve Betül’e ağabeylik yapmadı, biz de ona kardeş olmadık, sadece bir bağımız vardı. Hastalandığında üzülürdük, sevindiğinde sevinirdik, tıpkı bir arkadaş gibi. Bir gün ağabeyim birdenbire memur oldu, ne zaman sınavlara çalıştı ne zaman sınava girdi kimsenin haberi olmadı. Anadolu’da adını ilk kez duyduğum bir ilçede banka memuru olmuştu. Giderken sıkıca sarıldı Betül’e, bir daha görüşemeyecekmiş gibi, bir daha da göremedi zaten. Biliyor muydu yoksa, hissetmiş miydi Betül’ün öleceğini, bilmiyorum. Ama cenaze defnedilirken sadece o an gözlerine tuhaf bir bakış yerleşti, bu belki de ilk defa şahit olduğum ağabey bakışıydı. Çalıştığı ilçeye dönerken yıllar önce Betül’e sarıldığı gibi sarıldı bana, bir daha beni de göremeyecek miydi? İçim ürperdi ama ben de aynı muhabbetle sarıldım ona, tıpkı ağabeyim gibi. Ve gitti.

Memur: İşte dinlenip hafta sonu gezmelerinde yorulan bir topluluk. Gerçekten çok çalışanları da var, az çalışıp çok iş yaptığını iddia edenleri de. Boş zamanlarını yüksek lisans yaparak veya açık öğretim fakültesinden dört yıllık bir bölüm okuyarak geçirirler. Kimisi bunu öğrenci akbili için yapar kimisi de niye böyle bir şey yaptığını bilmez. Ayın on beşinin onlar için ayrı bir önemi vardır, ayın on altısının ise apayrı bir önemi. Ayın on beşinde tüm memurlar bir an için birçok dar gelirliye göre zengindir.

Ayın on altısı: Ayın on beşinde maaş alan memurların çoğunun ayın on altısında cebinde bir sinema bileti parası bile bulunmaz.

Sinema bileti parası: Lise yıllarımda 2,5 TL iken şimdilerde 3D gözlükle birlikte 19,5 TL tutan miktar.

Lise yıllarım: Zor geçen yıllarım. Futbolda yeteneksizdim, basketbol ve voleybolda da öyle, aynı durum ikili ilişkilerde de geçerliydi. Arkadaşlarım vardı gerçi ama has arkadaşım hiç olmadı. Şimdilerde görüştüğüm tek bir lise arkadaşım bile yok. Düşmanım da vardı. Herkesten uzak duran kişilerin düşman edinmeleri daha kolay oluyor niyeyse. Sinan diye bir çocuk vardı, bir kleptomandı, şiddete meyilliydi ve o şiddete bir kere maruz kalmıştım. Çaldığı bir şeyi benim ispiyonladığımı iddia ediyordu. İddiası doğruydu aslında, ama ben ahlaksal olarak doğru bulduğum şeyi yapmıştım, hem de dayak yiyeceğimi bile bile. Herkes gibi bir gururum vardı elbette, dayağı yedikten sonra eve gidip uyumadan yatağa uzanmış ve hayalimde Sinan’a defalarca işkence etmiştim. Ya da o yumruk atmadan televizyondaki gibi yumruğunu engelleyip onu dövebilirdim diye düşünmüştüm. Ama benden bir Karete Kid olmayacağının da farkındaydım.

Karete Kid: Çocukluğumuzun filmi. Cilala parlat taktiği ile nam salmıştı. Filmin ana karakterlerinden usta Bay Miyagi filmin diğer ana karakteri çocuğa -benim gibi eziklerin yerinde olmayı istediği kişiye- arabaları sol elle cilalatıp sağ elle parlatarak karate öğretiyordu. Parlatıp cilalayacak bir arabamız hiç olmadı, zaten filmi izleyip gaza gelen çocuklar böyle bir şeye kalkışınca arabalarını çizdikleri için babalarından dayak yediler. Karate öğrenmenin bana göre olmadığını anlayınca insanlarla arkadaşlık kuramamanın da vermiş olduğu ivmeyle bir klişeye sarıldım.

Klişe: Sarıldığım klişe kitaplarla dost olmaktı. Babam ve ağabeyim sustu, Betül büyümeye çalıştı, annem konuştukça konuştu, ben ise okudukça okudum. Şimdi neler okuduğumun bir önemi yok benim için; çünkü aradığım mutluluğu kitaplarda bulamadım. Hasar almış ve almaya devam eden bir ailem vardı. Bize teğet geçen herkese bulaşıyordu taşıdığımız uğursuzluk, en başta enişteme ve karıma. Furkan bunu ne zaman anlamıştı, bu yüzden mi evlenmemişti, peki ya bizi niye uyarmamıştı?

Aradığım mutluluk: Bilmiyorum. Aradığı mutluluğun ne olduğunu bilen bir insanın dünyaya geldiğini de inanmıyorum. Bazen düşünüyorum, Betül’le mutluyum, ama aradığım mutluluk bu değil. Belki de bir evlat kokusu olsaydı Betül ile aramızda aradığım mutluluğu bulabilirdim. Belki…

Evlat kokusu: Kızınız ya da oğlunuzun boynunu burnunuza dayarsınız, ilk kez kendinize ait bir soluk alırsınız, daha önce yaptığınız size ait olmayan başıboş gezinen oksijenleri tüketmektir, ama bu farklıdır, evladınızın soluğudur içinize çektiğiniz, baba olmak böyle saf bir şeydir evladınızı ilk kez kucağınıza aldığınızda. Böyle bilmiş bilmiş konuştuğuma bakmayın, bu söylediklerimi bir yerlerden okumuştum. Çocuğumuz yaşamadı, daha doğrusu doğmadı.

Çocuğumuz: Karıma gebelikte kan pıhtılaşması teşhisi koymuşlardı hamile olduğunu öğrendiğimizde. Her gün düzenli olarak kan sulandırıcı iğne yapması gerekiyordu. İlk hamileliğinde altıncı haftada düşük yaptı. İkinci hamileliğinde daha dikkatliydi, ama onuncu haftaya kadar dayanabildi, üçüncü hamileliği ise on birinci haftaya kadar sürdü. Her seferinde daha dikkat etmeye çalışıyordu, ama sonuç aynı oluyordu. Altıncı hamileliğinde ise on ikinci haftada kendi isteğiyle kesti iğneyi hiçbir açıklama yapmadan, ben de hiçbir açıklama istemedim. O da farkına varmıştı sanırım daha fazla hasarı ruhumuzun kaldırmayacağını ve bu anlamsız gidişe bir son verdi.

Son: Bir şeyin bittiğini haber verir. Bazı masallarda dünyanın en büyük yalanının söylendiği kısımdır.

Dünyanın en büyük yalanı: Sonsuza kadar mutlu yaşadılar.

...

Betül komşunun arabasının ne kadar güzel olduğundan bahsediyor hâlâ.

Komşu kadını araba sürerken gördüğünde ne kadar imrendiğinden…

Ehliyet almak istiyor. Daha sonra da bir araba alırız, diyor. Sen ve ben gezmeye gideriz, ben sürerim. Öyle komşunun arabası gibi büyük bir arabaya gerek yok. Küçük ve otomatik vites olmalı. Bunlar olmazsa olmazı Betül’ün.

Kasko da yapmalıyız diyor, kendime güveniyorum, ama İstanbul trafiği bu, ne olur ne olmaz, araştırmış sene ilerledikçe hiç kaza yapmazsan hasarsızlık indirimi alıyormuşsun. Tebessüm ediyorum ve soruyorum:

Hiç hasar almamak mümkün mü Betül?