Hastalıklı zihinler ve büyülü öyküler

DURMUŞ SAATLER DÜKKÂNI GAMZE GÜLER - ILETIŞIM YAYINLARI
DURMUŞ SAATLER DÜKKÂNI GAMZE GÜLER - ILETIŞIM YAYINLARI

Kitabın ilk öyküsü "İçeride Kim Var"da zaman bir kafes görevi görüyor. Kırmak istediği döngünün içine sıkışıp kalıyor karakter. Kurtulmak için çırpındıkça kulakları uğulduyor, içinde bir bulantı hissediyor. Kırmak istediği döngünün içinde, gerçek ile hayal arasında bir yerde duruyor. Ama yalnız değil. Uğultu ve bulantı, kitaptaki diğer karakterlerin hayatlarında da sürekli karşımıza çıkıyor.

Durmuş Saatler Dükkanı hakkında istisnaların varlığını aklımızdan çıkarmadan bazı şeyler söyleyecek olursak sanırım en başta rüya ile gerçeğin sürekli iç içe geçtiğinden bahsetmemiz gerekir. Birçok öyküde rüya, hayal ve gerçek kavramlarının üzerine gidildiğini ve sınırların muğlaklaştığını görüyoruz. Bu sınırlar görünmez hale geldikçe büyülü gerçekçiliğin rüzgarı daha bir hissedilir oluyor. "Aynanın karşısına geçip göz kapaklarını kesti." cümlesini okuduğumuzda ise bizzat karşımızda duruyor kavram. Ama büyülü gerçekçiliğin esintilerini o kadar da hissetmediğimiz anlarda bile büyü başka biçimlerde zihnimize tesir etmeyi sürdürüyor. Bunun nedeni de sanırım doğrusallık ve kesinlikten çok uzak olan zaman mefhumunun tüm sihriyle hikayenin merkezine yerleşmiş olması. Kitabın ilk öyküsü "İçeride Kim Var"da zaman bir kafes görevi görüyor. Kırmak istediği döngünün içine sıkışıp kalıyor karakter. Kurtulmak için çırpındıkça kulakları uğulduyor, içinde bir bulantı hissediyor.

Kırmak istediği döngünün içinde, gerçek ile hayal arasında bir yerde duruyor. Ama yalnız değil. Uğultu ve bulantı, kitaptaki diğer karakterlerin hayatlarında da sürekli karşımıza çıkıyor. Hepsi bir yerlere sıkışıp kalmış, çırpındıkça zihinleri daha sağlıksız hale geliyor. "Hayatım Roman" adlı öyküde romanını kesin bir dille reddeden editöre evlenme teklif eden ve "Çok düşündüm ama sonunda anladım. Bu yüzden iade ettin bana dosyamı. Beni kimseyle paylaşmak istemedin. Merak etme sevgilim, bu roman bizim sırrımız olacak." diyen obsesif yazar, bu sağlıksız zihne sahip olan karakterlerden biri. Kafasında kendisinin büyük yazar sıfatıyla tam merkezde yer aldığı bir evren tasarlamış ve bu evrenin gerçekle çatışması karşısında daima kendi kurgusu olan evrenin gerçekliğinden yana tavır alıyor. Bu sebeple de öykülerin birçoğunda olduğu gibi sıkışmışlık ve arada kalmışlık karakterin temel sorunu olarak karşımıza çıkıyor.

Bu "arada kalmışlık" halinden ve zihinleri sağlıksız çalışan karakterlerin düşüncelerinden bir mizah doğması da çok olası aslında ama kitabın mizahi tarafının öne çıkan yönlerinden biri olduğu söylenemez. Kitapta bir başka dikkatimizi çeken nokta da öykülerde sık sık karşımıza çıkan görünmezlik metaforu. Bir şeyler sürekli gözden kayboluyor, belirsizleşiyor. "Rüyalarımın Kadını" adlı öyküde birden görünmez olan bir kadından söz ediliyor. "Post Mortem"in sonunda her ne kadar farklı yorumlara açık olsa da bir görünmeme durumu var. "Akşamları Işığı Yanan Evler" ise hem tuhaf bir saplantının hem görünmeyene olan ilginin merkezde yer aldığı bir öykü. "Akşamları Işığı Yanan Evler"de karakter, her akşam farklı perdelerin arkasında neler yaşandığını görmek istiyor ve bu takıntısını eyleme dönüştürüyor. "Çocukken de böyleydi. Kendi hayatımız dışındaki hayatlar daha cazip görünürdü bana." diyerek eylemini gerekçelendirdiğinde ise karakterin zihninin derinliklerine, çocukluğuna iniyoruz.

Onun ve diğer nevrotik karakterlerin zihin dünyasını keşfettikçe öyküler daha karanlık, hatta distopik bir noktaya doğru gidiyor. Birçok öyküde karşımıza çıkan tedirgin edici belirsizlik ve belki onun bir sonucu olan görünmezlik de zannediyorum öykülerin bu karanlık tarafının bir parçası. Öykülerin ve karakterlerin zaman zaman bazı özellikler bakımından benzeştiğinden söz etsek de kitabın tematik açıdan tam bir bütünlük arz ettiğini söylemek güç. Ama öykülerin hikayeden ve temadan bağımsız başka ortak yönleri var. Bunların bence en önemlisi yazarın, metinlerin tümünde tempoyu ustaca kontrol edebilmesi. Cümleler doğru zamanda kısalıp öykünün ritmini artırıyor. Laf kalabalığına girilmiyor ve hikayeye hizmet etmeyen cümleler okurun önüne engel olarak çıkarılmıyor. Bu sebeple de okur yan yollara sapmadan öykünün sonuna koşar adım ilerleyebiliyor.

Finaller çoğunlukla sert, çarpıcı ve etkili. Fazla uzamayan ve aslına bakarsanız uzamaya hiç meyli olmadığını da belli eden öyküler, okuru nakavt etmeyi amaçlarken "Post Mortem" gibi finali her seferinde farklı şekilde okunabilecek olan öyküler ise okuru da metne dahil edip onu açıkça ringe çağırıyor. Durmuş Saatler Dükkanı, Gamze Güller'in dördüncü kitabı. Bahsettiğim özelliklerinin dışında yazarın önceki kitaplarından farklı bir noktada durması nedeniyle de önemli. Bu kitaptan sonra yazarın bilhassa öykü alanında deneyeceği yeni şeyleri merakla bekliyorum.