Hemen Hemen Hiç

Pazar günleri de dükkân açık olur.  Galip’in izin günü pazartesidir.
Pazar günleri de dükkân açık olur. Galip’in izin günü pazartesidir.

Galip’in dükkânda sattığı ilk şey bir ketıl oldu, hâlbuki müşteri kahve makinesi almak istiyordu, yarım saat ağzım açık onu izlemiştim. Müşteriyi nasıl ikna ettiğini hala anlayamıyorum, kadının dükkândan çıkarken yüzüne yerleşmiş huzuru gördüğümde ise şaşkınlığım katlandı.

1.TAKSİT:

İşe gitmemin en güzel yanı tüm gün Galip’le takılacak olmam. Sürekli yanında dikilip gölgesi gibi onu takip ediyorum, Galip bunu umursamıyor, diğer çalışanlar ise bunu neden yaptığımı sorma cesareti gösteremiyor, patron çocuğu olmamın bunda büyük etkisi var.

Babam yaklaşık iki neslin çeyizini tedarik ettikten sonra işi büyütme adına birkaç kişiyi işe aldı, Galip ise işe girdi. Bir gün dükkâna müşteri gibi geldi, etrafı iyice kolaçan ettikten sonra işi kabul ediyorum dedi, kimse ona bir şey teklif etmemişti oysa. Babam bu cesur çıkışa tav oldu sanırım. Tüm bunlar olurken ben aklına bile gelmemiştim. Benim için bir planı yoktu. Bir başkası için plan yapma derdi bana, sonra da eklerdi, evladın için bile. Kimse babam için bir (gelecek) plan yapmamıştı. Galip’in dükkânda sattığı ilk şey bir ketıl oldu, hâlbuki müşteri kahve makinesi almak istiyordu, yarım saat ağzım açık onu izlemiştim. Müşteriyi nasıl ikna ettiğini hala anlayamıyorum, kadının dükkândan çıkarken yüzüne yerleşmiş huzuru gördüğümde ise şaşkınlığım katlandı. Bunu ona sordum, nasıl olur da biri aslında almak istemediği bir şeyi aldığı için huzurlu olabilir, ya da sadece bir şey satın aldığı için. Cevap vermedi, elini omzuma koydu ve ne demek istediğini anladım der gibi baktı.

*

Ortalama bir Ketıl, suyu ortalama beş dakikada kaynatır.

*

2. TAKSİT:

Pazar günleri de dükkân açık olur. Galip’in izin günü pazartesidir. Ben de pazartesileri okula giderim, diğer günlerde giderim ama çok durmam, çok durmadığım için uzunca bir süre birinci sınıfta duruyorum, alttan aldığım derslerin tamamı birinci sınıftan. Salı günü Galip dükkâna geldiğinde haftalardır görüşmemişiz gibi selamlaşır, kafa tokuştururuz. Ben sormadan iyiyim der, ben de iyiyim derim ve güne başlarız. Hiç oturmaz, hep tetikte bekler. Müşteri konuşmayana kadar sazlar içinde bir çift gözden ibaret olan bir leopar gibi varlığını hissettirmez. Sabırlıdır. Ona sorulan ilk soruda en iştahsız damarından yakalar müşteriyi ve o ne olduğunu anlamadan kredi kartı ekstresine yeni taksitcikler yazılmış olur. <<İYİ GÜNLERDE KULLANINIZ.>>

Kafamı dinlemek istediğimde Galip’i dinlerim. Her üç saatte bir çay molası olur ve o zaman iş dışındaki her şeyden bahseder. Bu bir değer biçme olayı, insan aldığı şeylerle kendi değerini düşürür. Ne kadar çok alırsan o kadar çok düşersin. Ne kadar çok düşersen o kadar çok tekme… Bu yüzden der, elindeki çay bardağının dibine bakarak, insan kendi ödemesini eşya ile yapar. Her insanın bir bedeni, bir ruhu, bir de eşyası vardır.

*

Kaliteli bir Ketıl suyu iki dakikada kaynatır.

*

3.TAKSİT:

Müşterilerimiz iki tipten oluşur, biri dükkânın tam karşısındaki -Galip’in de oturduğu- beş katlılar diye anılan toplu konutlar, diğeri ise dükkân dâhil birçok canlı cansız nesnenin sırtını döndüğü gece kondu mahallesi. Bizim dükkân her iki kesimi eşitleyen yerlerden biri, her iki kesimden müşterilerimiz var. Toplu konut alanındakiler gecekondudakilere göre ödemelerinde daha savruk, konut kredileri her şeyden önce geliyor onlar için. Galip toplu konut sakinlerinin ciğerini bildiği için onlara kredi kartını şart koşuyor, bu konuda tutucu bir prensibi var.

*

Su, çaydanlıkta yaklaşık yarım saatte kaynar.

*

Galip her şeyi taksit taksit anlatır; hayatını, aklına esen bir düşünceyi, alakalı alakasız birçok şeyi… Bu mesleğin hastalığı da budur der, taksit taksit bitirirsin ömrünü.

4.TAKSİT

Galip tam da ömründen bir taksitlik daha ödeme yapacakken Haksız çıkageldi dükkâna. Gece kondu müşterilerimizden birinin oğludur Haksız. Çekingen, oldukça saf biridir, öyle ki düz bir kâğıtta görünmeyecek kadar küçük bir yazı gibi durur hayatta, Galip gibi değildir anlayacağınız. Bir fikri yoktur, bir şey anlatmaya çalışır bazen, ama hemen sustururlar onu, genelde çoluk çocuk yapar bunu, kendi mahallesindeki sokak çocuklarıdır bunlar, toplu konuttakiler gibi değildir, bitirimdirler. Haksız tüm bunlara güler geçer, aslında her şeye güler, yani gülümser, gülmeyi öyle bilir, dudaklarını ayırmadan, hayata karşı diş göstermeden.

Haksız’ı bildim bileli siyah bir garson önlüğü takar, ellerini ceplerine sokar, iki büklüm yürür sürekli. Dükkâna uğradığında ellerini cebinden çıkarır, bana ve Galip’e küçük şekerler sunar avuçlarında. Biz konuşurken o dinler, gözleri hep kısıktır. Galip, Haksız’daki tuhaflığın farkında değilmiş gibi davranır ona, gerçekten de farkında değildir, çünkü karşısındakinin bağlı olduğu bir eşya yoksa onu olduğu gibi görür, makyajı silinmiş bir palyaço gibi.

*

Hayatta hiçbir şeyin garantisi yoktur ama Ketıl iki yıl garantilidir.

*

Haksız âdeti olduğu üzere yanımızda dikilip Galip’i dinlemeye koyuldu. Galip Haksız’ı görünce “Sen kime benziyorsun Haksız, annene mi babana mı?” diye sordu. Haksız, Galip onu her seferinde hazırlıksız muhatap aldığında yaptığı gibi başını öne eğdi ve gülümsedi, dudakları birbirine yapışmış gibi zorla bir “Ben,” çıktı ağzından, sonra uzunca süre mmm’ladı ve nihayet “Benzemem,” diye bitirdi mücadelesini. “Haksızsın,” dedi Galip, önünde iki büklüm kızarıp bozaran çocuğa, “Herkes annesi ya da babasından birine benzer.”

5. TAKSİT

Ben babama çok benzerim, öyle ki gençlik fotoğrafını benim diye çok yutturmuşumdur millete, tabi Galip bunu yemedi. Sen daha bir eşyaya bağlanmamışsın dedi babamın fotoğrafını elinde tutarken. Öyle söyleyince babamın fotoğrafına daha dikkatli bakıp, “Babamın bağlandığı eşya bu dükkân, değil mi?” diye sormuştum. Kafasını sallamıştı usulca, nadir de olsa Galip gibi görebiliyordum dünyayı. Dükkân hep vardı, ama babam yoktu.

*

Siz ne yaparsanız yapın, su hep yüz derecede kaynar.

*

Galip’e kime benzediğini sordum. Alnı dışında annesine benzediğini söyledi. “Alnım aynı babama benziyor, ama alın yazım değil,” dedi. “Babam ben yedi yaşımdayken vefat etti. Eski bir Fiat 50NC’nin kapalı kasasına Uşak’tan battaniye doldurur, Antep’e kadar köy köy dolaşıp satardı, geri dönüşünde ise boşalan kasa Antep’ten aldığı halı ve kilimlerle dolardı. Bir keresinde çok fena hastalanmış, dönse dönülecek, kalsa kalınacak gibi değilmiş. Beraber işe çıktıkları arkadaşları hastaneye götürmüşler, ama fayda etmemiş. Annem babama hasret duyduğu her vakit alnımdan öperdi, gözyaşları yanaklarıma yol olurdu.”

Galip ilk defa bu kadar derinini anlatıyordu. İnsanların derini beni hep derinden üzmüştür. Haksız’a baktım, devrik bir cümle gibi duruyordu yanımızda, o da üzülmüştü.

6.TAKSİT

Galip her şeyi yedi taksitle satar. Yedinin katı olmayan fiyatlara satılan bir ürünü eşit bölebilmek için indirim bile yapar. Sorduğunda, prensip meselesi der, satmanın da bir prensibi olmalı.

— Bunu nasıl yapıyorsun?

Galip aslında çok sessizdir, ses sadece müşteriye ulaşmasını sağlayan bir yoldur onun için.

— Neyi?

Ben ömrümde hiçbir şeye hırs göstermedim, buna birileri gibi olma da dâhil.

— İnsanları olduğu gibi görememeyi, onlara takılmamayı… Nasıl becerebiliyorsun?

Galip’e onunla ilgili bir soru sorduğunuzda mimiklerine bir hüzün çöker, bu yüzden üzülmesin diye gerekmedikçe soru sormam ona.

— Ben… mmmmm… Bilmiyorum

Bazı insanlar acı çeker, bazıları da acıyı, Galip ikinci kısma girenlerden biri.

— Hiç mi göremiyorsun insanların gerçek yüzünü?

Galip cevap vereceği zaman en yakınında ne varsa ona bakar, bu çoğunlukla bir ketıl olur. Yanaklarından, alnından, gamzelerinden hüznü dökülür, sureti çıplak kalır ve öyle söyler ne söyleyecekse.

— Hemen hemen hiç

7. TAKSİT

“Babam öldükten sonra annem donup kalmaya başladı. Çaydanlığa her su koyduğunda, kaynayana kadar öylece kalıyordu. Eşyasını gördüğüm ilk kişi o oldu. Evine bağlı bir kadın her gün evini temizlemese bile mutlaka çay için su koyar ocağa. Bu kaynama süreleri onu eşyasına bağlayan ilmekleri ördüğü vakitlerdi, o gün neler yapacağını düşünür, evin ne eksiği olduğunu/kaldığını tartar, çıtını bile çıkarmadan dururdu. Kazandığım ilk parayla onu benden çalan zamanı kısaltmak için anneme ketıl aldım,” dedi Galip, sustu. Ertesi gün de işten ayrıldı.

Geride bırakmak da bir satma biçimi, ona yakışan şekilde yedi fasılda ödeyip gitti hikâyesini.

BAKİYE

Derin acılar insanı ikiye böler, tıpkı yollardaki yara izine benzeyen kesikli çizgiler gibi. Zıt iki yön, zıt iki insan… Bunu Galip söylemişti, hayatımdan çıkmadan, ya da onu hayatımdan çıkarmadan önce. Galip’ten geriye ne kaldı? Bir türlü sonuca ulaşmayan bir çıkarma işlemi, Galip’ten kendimi, kendimden Haksız’ı çıkardığımda her defasında eşitliğin diğer tarafında bodur bir ketıl kalıyor.

*

Dükkânda tek başıma dolaştığımda dalgınlıkla belime bağlı önlüğün cebine gidiyor elim. Boş şeker paketlerini avuçluyorum. Bana bir şeyleri anımsatıyor, Birisini, aklımda kalamayacak kadar ufak, sürekli gülümseyen bir yüzü.

Sonra beni dinlendiren bir Ses, kafamın içinde… Gerçeği söylüyor, benim gerçeğimi, bir veda gibi.

“İçinde öldü baban, ama dışında yaşadı. Dükkân açma kararı geçirdiği hastalıktan sonra oldu. Annen babanın artık evde olacağını öğrendiğinde her şeyin güzel olacağını sandı, ama yıllarca gurbet hayatına alışmış babanın evde kabahat gibi duran varlığına ne annen ne de kendisi alıştı. Kavgalar, huzursuzluklar o zaman başladı. Galibi olmayan bu mücadelede pes eden her ikisi de oldu, baban dükkâna, annen ise evine –ketılına- sığındı.

Sen ise sana yapılan haksızlığın farkına varmadan, aklının tam ortasına çektiğin kesikli çizgiler üzerinde dengede durmaya çalıştın, eşyasız, her şeysiz bir cambaz gibi.”

*

Su en çok kaynarken güzeldir.