Her şeye rağmen salonun kapısına hâlâ güvenenlerin hikâyesi

Oğuz Atay
Oğuz Atay

Korkuyu Beklerken'de insanı metinden dışarı atan eşya/nesne, günümüz dünyasında bizi hayatın dışına atan nesnenin habercisi sayılabilir mi?

  • Eşya insana inatçı bir direniş gösterdiği zaman hep birlikte üstüme çullanıyorlar: Delice bir şey yap! diye bağırıyorlar vızıltılı seslerle. Eşya sana karşı mı geliyor, kır onu! Sana boyun eğmeyen otlara vur tekmeyi! Her şeyi parçala. (Kafanın huzuru için yap bunu, kafanın huzuru için yap bunu. Durmadan başını salla; iyi gelir, iyi gelir.) Hepsi birden başlarını sallıyor.
  • (Denge için, denge için.)1

Kahramanımızın ömrü eşya ile geçiyordu ama eşyayı da pek sevmiyordu galiba. Daha doğrusu eşyayı insanlarla bir tutuyordu. İkisiyle de arasında, yalnız onun bildiği ve başkalarına açıklanması güç meseleler vardı. Genellikle kendisine karşı çıkıldığını sanıyordu. Bir uzlaşmayı mümkün görmüyordu.2 Şehrin ücra bir mahallesinde sokağın en ucunda, kimsenin müdahale edemeyeceği, kontrolün sadece kendisinde olduğu, diğerlerinden uzakta olan bir evde yaşayarak insanlarla arasındaki mesafeyi korumuştu. -Ya da öyle sanmıştı. -Peki ya eşya? Ya "eşya ile münasebetini tayin" edemezse?3 "Ya eşya bir gün delirirse?"4 "Korkuyu Beklerken", Oğuz Atay'ın öykülerini topladığı kitaba adını veren ve kitapta yer alan üçüncü öyküdür. Genel olarak öyküye ve aynı zamanda kitaba hâkim olan iletişimsizlik, korku, yabancılaşma, yalnızlık, anlamsızlık, umarsızlık ve güvensizlik gibi temalar büyük oranda Atay'ın anlatı atmosferini oluşturur. "Korku" Atay'ın anlatı kişileri ve evrenindeki imgeler âleminin önemli bir öğesidir. Güven, sevgi, iletişim ve uyumla karşıt bir pozisyondadır. Anlatılarda kahramanlar bu korkuya karşı çeşitli davranış ve tavırlar geliştirirler.

Onların bu "davranışları, insanın biyolojik kökenli güdüleri ile toplumun kendisine yönelik beklentileri arasındaki çatışmanın yarattığı dinamik güçlerle açıkla(nabilir.)"5 Bu öyküde özellikle yalnızlık ve toplumdan soyutlanma kahramanın korkularını daha fazla besleyen bir durumdur. Modernist bir metin olarak kabul ettiğimiz bu öyküde kahramanın ismi hiç geçmez, belirli bir zaman veya mekân da verilmez. Bu birçok modernist metnin ortak özelliklerinden biridir. Klasik/realist metinlerde olduğu gibi anlatının merkezinde bir "kahraman" yoktur. Anlatı kişileri, "(...) metnin orta yerinde dolaşıp durmalarına karşın, metindeki işlevlerinin yalnızca, yazarın oluşturmaya çalıştığı imge dokusunun irice bir ilmeği olmaktan öteye geçemezler. (...) Bu kuşkusuz 20. yüzyılın maddeler dünyasında bireyin yokoluşunun edebiyat düzlemindeki yansımasıdır."6 Kahramanın nereden ve nasıl geldiği önemli değildir. Söz konusu metinlerde yazarın okura herhangi bir anlam veya herhangi bir mesaj iletme kaygısı olmadığı için, bunu aktaracak olan bütünlüklü bir kahramana gereksinim duymaz.

Modernist metinler büyük oranda modern hayat eleştirisi üzerine kurulmuş, moderniteye tepki olarak ortaya çıkmışlardır. Çünkü modernitenin doğasında kendi kendini eleştirme vardır. "Korkuyu Beklerken" de böyle bir öyküdür. Nereden ve nasıl geldiği bilinmeyen bir mektupla -modernist metinlerde bu bilinmezlik daima kendisini gösterir- oluşan beklenmedik bir tehdit, kahramanın hayatını altüst eder. Ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu düşünen kahraman, gizli bir mezhebin kendisini izlediğine emindir. Mektupta -ölü bir dille yazılmıştır- ne yazdığını anlamaz, bu yüzden tanıdığı bir ölü diller uzmanına başvurur ve kendisine bir uyarıda bulunulduğunu öğrenir: Size ihtar ediyoruz! Mektubu aldığınız andan itibaren evinizden hiç çıkmamanızı size kesinlikle bildiririz. Dikkat! ÜSTÜN-YOL7 Bu tehdidi içselleştiren kahraman, iletişimsizlik ve uyumsuzluğun sonucunda onu toplumdan daha da uzaklaştıran, iyice ruhsal bunalımların içine sürükleyen ve öyküye de adını veren korkuyu beklemeye başlar. Bütün vaktini eve verir, evin bir planını çizer. O, adeta düzen için yaşamaktadır zaten.

Bu yaşayış biçimini ise eşya ile kurduğu bağ imlemektedir. Tıpkı modern bilimlerin bütün maddelerin, dünyanın bir planını yapmaya çalışması gibi kahraman da kendi evinin, -özellikle de eşyadan hareketle- yaşam alanlarının planını çizer. Çünkü evi onun için aynı zamanda güvenlik ve iktidar alanı, fildişi kulesidir. Düzen karşısındaki bu tutumu onu, paranoid endişe ve kişilik özellikleri gösteren biri olarak okumamızı da sağlıyor. Bu tür kişiler zihinlerinin derinliklerinde taşıdıkları zayıflığı gizlemek veya onunla savaşmak amacıyla kendileri için yeterli gördükleri bazı tavırlar geliştirirler. Bir iç çatışma veya bunalım anlarında kişinin ruh sağlığını korumak amacıyla kendisi için çeşitli savunma mekanizmalarına başvurması olağan bir durum olarak kabul edilmektedir. Fakat bu, tüm yaşamına yayılmış ve şaşmaz surette devam eden bir hâl ise beraberinde ruhsal bozukluklar ya da kişilik bozuklukları meydana getirir. Kahramanın yapıp ettiği her şeyde şaşmaz bir devamlılık ve aynılık vardır. Etrafındaki her şey, her zaman olması gerektiği gibi olmalıdır. Bir şeylerin farklı gelişmesi kötüye işarettir. Beklenmedik şeylerin olacağı anlamına gelmektedir. Bu da korkuyu arttırmaktadır.

Hayata yön veren aktif bireyin yerini süreç içerisinde değişim ve dönüşüme ayak uyduramayan ve pasif durumda kalan birey alır. Modern yaşam, insan hayatını ne kadar kolaylaştırsa da buna paralel yeni korkular üretmiştir. Bilim ve felsefe alanlarındaki gelişmelerin en yoğun yaşandığı ve "insan"ı ön plana çıkararak ona hak ettiği konumu vermesi beklenen "Aydınlanma Çağı" veya "Akıl Çağı" olarak bilinen dönemlerin getirileri bu anlamda ümit edildiği şekilde sonuçlanmamış, aksine insanı zamanla bireyselliğe, hiçliğe ve çıkmaza doğru sürüklemiştir. Modern hayat öncesinde önemli bir güvenlik alanı olan manevi değerlerin yıkımı ve modern bireyin kendisine has bir inanç biçimi tesis edememesi, hayatında ortaya çıkan boşlukları dolduran çeşitli tedirginliklerin üstesinden gelememesine yol açar. Eskisi gibi bir teslimiyet söz konusu değildir artık. Modern hayatla beraber "aşılan" bu teslimiyet inancı, korku ve kaygıyı modern hayatın bir parçası haline getirmiştir. Bu bağlamda insan hayatını kolaylaştıran nesneler de zamanla ona hükmeder konuma gelmiştir.

Eşyanın fonksiyonunun değişmesiyle, insanın eşya ile olan ilişkisi de değişmiştir. Eşya artık insan hayatına onun kontrolü dışında etki etmeye başlamıştır. Metinde de kahraman eşyaya bağlı bir düzen kurmuştur kendine. Bu, modern hayatın insan yaşamına getirdiği bir durumdur aynı zamanda. Mevcut eşyanın kahramanın tayin ettiği yerden başka bir yerde durması korku ve sıkıntı kaynağıdır. Buradaki düzensizlik kahramanın korkularını arttıran başat etmenlerden biridir. Kurulan düzene karşı en büyük tehdit ise eşyanın ona itaatsizlik etmesidir. Bu, tekinsiz hissetmesine yol açar. Öykünün kahramanı yaşadığı bu tekinsizlikten doğan kaygıyı kurduğu düzenle dengede tutmaya çalışır. Bu düzenin bozulmasına dair duyduğu korku, onun olduğu yerde durmasına -aslında mektup bir bahanedir- ve durduğu yerde de kaygı ve korku içerisinde yaşamaya devam etmesine sebep olur. Eşyadaki düzen ile yaşam biçimi uyum içindedir. Her şeyi, her adımı sırasıyla gerçekleştirmelidir. Bunu asla bozmaz ve bozulduğunda tedirgin olur, korkar.

Eve girince sallanan koltuğu görmeli, asılı kilidi iki kez çevirmelidir. Evin kapısını açacak olan anahtarlar numaralandırılmıştır. Vazonun önünde biraz fazla durması, gelirken köpeklerin ona havlama nedenini düşünmüş olmasındandır. Etrafındaki nesneleri adeta hayat düzeninin kahramanları kılmıştır. Gizli mezhep tarafından eve gönderilen yeni zarf, düzeni tehdit eden bir pozisyondadır. Kahraman korkuya kapılır, her şey yerli yerindedir ve yeni olan tek şey zarftır. Açıklaması olmayan şey korkutur insanı. Kahraman da açıklama bulamadığı bir noktaya gelmiştir: "Sonra, birden o zarfı gördüm. Koridorda bulunan tanıdık eşyanın dışında tek yabancı şey olduğu için, onu hemen gördüm, (...) hepsi yerli yerindeydi. Demek ki, üstü yazılı olmayan bu zarf yeniydi. (Bu ‘demek ki'ler beni her zaman rahatlatırdı.) Fakat ben oraya zarf koymazdım. Çünkü zarfım yoktu evde. Çünkü kimseye mektup yazmadım. Çünkü kimse bana mektup yazmazdı. Korktum. Çünkü, ‘demek ki' diyemeyeceğim bir yerlere gelmiştim.

İnsandan kaçıp eşyaya sığınmak mı, yoksa modernleşme ile beraber gelen ve kolektif hayattan bireysel hayata geçişte oluşan sosyal boşluğun yerini ve kalabalığa duyduğu özlemi nesnelerle doldurması mı?

İçime bir ağrı saplandı. Ne olurdu bir ‘demek ki' daha diyebilseydim. Zarfı, olduğu yere bıraktım. Çevremde bir ‘demek ki' aramaya başladım ümitsizce."8 Modernist metinlerde eşya kahraman kadar değerlidir. Her şey her zaman yerli yerinde olduğu için, gördüğü bu zarf, bu yabancı nesne, düzenini tehdit, hayatını altüst eder. Öykünün sonuna kadar olaylara ve kahramanın düşüncelerine bu "zarf" yön verir. Adeta öykünün kahramanlarından biri olur. Anlatı bağlamında özne ile nesnenin yer değiştirmesi diyebiliriz buna. Nesne, insanı edilgen hâle sokup korku duymasını sağlar. Bu "zarf" artık onun hayatına hükmedecektir. Tersi olması beklenirken yani insanın nesneye hükmetmesi gerekirken nesne insana hükmeder.9 Bu, modern anlatıların paradigmalarındandır. Nesne (zarf) özneyi (kahraman) esir alır. Öykü boyunca kahramanın birçok şeyi nesneler etrafında, onlarla bağlantı kurarak, yaşadıklarını eşyanın durumuyla bağdaştırarak değerlendirdiğini görürüz.

"Babam öldüğü zaman yeteri kadar üzülmemiştim, mezarın başında küçük ayrıntılara takılmıştım. Bir ağacı, kuşu filan seyrederken değil düşünürken sevmiştim. (...) babam öldükten bir iki yıl sonra bir akşamüzeri, biraz üzülür gibi olmuştum. Bazı kitapların da yıllar geçtikten sonra anlamını sezmeye başladım. Babam ölmüştü. Eski kitapları da okuyamazdım artık."10 Kahraman, babasının ölümü karşısındaki hissiyatını bir kitabı anlama durumuyla özdeşleştirerek düşünür. Nesneler adeta birer canlı varlık gibi kahramanın kafasında durmaktadır. "Ben! Diye bağırdım bütün gücümle. Sonra adımı tekrarladım bir kaç kere. Ben burada bir saksı çiçeği gibi kuruyup gidiyorum. Ben çiçeklere bakmasını bilmediğim gibi, kendime bakmasını da bilmiyorum."11 Burada yine kendi durumunu anlatmak için bir nesnenin durumundan yardım alır. Onun için insan ve nesne aynı hüviyettedir. "Bir mucize olmadı. Her şey yerli yerinde kaldı. Ben de eşyanın ve manevi güçlere sahip olması gereken insanların bu kayıtsızlığı karşısında isyan ettim, çileden çıktım. (Gene bir şey olmadı)"12 Öykü kahramanımız, bir mucize bekler insandan ve eşyadan.

Fakat bir şey değişmez, ne eşya ne insan ona ayak uydurur. Çünkü onlar karşısında konumu farklı olan bizzat kendisidir. Kendisi değişemeyeceğinden onların değişmesini bekler fakat bu elbette olmayacaktır. Nihayetinde bu "kayıtsızlıkları" karşısında insana ve eşyaya isyan eder. Atay, birçok metninde modern hayatın düzen fikrine dayalı yapılanmasının, insanı nasıl makineleştirdiğini, nasıl benliğinden uzaklaştırdığını, dolayısıyla da yabancılaştırdığını bize detaylarıyla ve ironik bir dille verir. Atay metinlerinde farklı bir perspektifle gördüğümüz eşyanın "gücü" ele geçirmesi hâlihazırda da yabancı olmadığımız bir durum gibi görünmekte. Çok değil, öykü yazıldıktan kısa bir süre sonra -öyküde göz kırpılan- nesnenin özneye hâkimiyetini bütünüyle ilan ettiğini göreceğiz. Elbette yazıldığı 1970'lerden bugüne toplumsal dönüşümdeki temel dinamiklerin de değişmeye devam etmesiyle bu durum, farklı boyutlara evrilerek varlığını arttırmıştır. Eşyaya olan bağlılık, günümüz yaşantısında da farklı değişim paradigmaları etrafında gerçekleşiyor.

Baudrillard'a göre13 bugün bizi oluşturan çevremizde, eşyaların/nesnelerin çoğaltılmasıyla meydana getirilmiş akıl almaz bir üretim/tüketim ve bolluk gerçekliği var. Bu bolluk içindeki insanlar artık, diğer insanlar tarafından değil, daha çok nesneler tarafından kuşatılmış durumda. "Korkuyu Beklerken"de insanı metinden dışarı atan eşya/nesne, günümüz dünyasında bizi hayatın dışına atan nesnenin habercisi sayılabilir mi? İnsandan kaçıp eşyaya sığınmak mı, yoksa modernleşme ile beraber gelen ve kolektif hayattan bireysel hayata geçişte oluşan sosyal boşluğun yerini ve kalabalığa duyduğu özlemi nesnelerle doldurması mı? Şüphesiz nesnenin, insan hayatına yeni bir veçhe kazandıran modernleşmenin getirdikleri karşısında bocalayan ve boşluğa düşen bireyde bu boşluğun yerini doldurması ve bunun üzerinden kendi iktidarını ortaya koyması kaçınılmaz olmuştur. "Süreksiz" bir yapıya sahip olmasından dolayı uyum sağlanamayan modern hayatın ve kontrol edilemeyen nesnelerin tekinsizliğinin farkına varan "ötekileşmiş" öykü kahramanının çözümü, her şeyi değişmez bir konuma ve düzene yerleştirmek olur.

Günümüzde aynı korku ve kaygıyı taşıyan bireyin çıkış noktalarından birinin de nesneleri konumlandırma olduğu gözlemlenebilmektedir. Fakat bu, kendini farklı şekilde gösterir. Eski eşyanın sürekliliğinde güven bulan kahramanın yerini, nesneleri çoğaltarak uyum sağlamaya çalışan birey alır. Duyduğu tekinsizlik hissiyle herkesten uzak kendi güvenli alanını inşa etmeye çalışan kahraman, yerini herkesle aynı düzeni paylaşarak aynılığın güvenli alanına sığınan insana bırakır. Baudrillard buna, "ötekiliğin cehenneminden aynılığın esrikliğine" geçme der.14 Değişmeyen tek bir durum vardır; bu da öznenin pasifliğinin nesnenin tahakküm alanını inşa etmesidir. Elbette bu durumu tetikleyen tek şey bireyin bütünün bir parçası olmaktan koptuğu bir hayat biçimi değildir. Öyküde de üzerinde durulduğu gibi "korku" ve "kaygı" durumları da etkilidir. Bunları ortaya çıkaran en önemli etken ise "bilinmezlik" duygusudur. Bilmemek kaygı ve korkudan doğan güvensizliğin ve şüphenin tetikleyicisidir. Buradan doğan şüphe ve güvensizliğin ise tarihsel süreç içerisinde dışavurumu farklı olmuştur.

Byung-Chul Han'a göre günümüzde bu, "şeffaflık toplumu"nu ortaya çıkaran unsurlardan biridir. Her şeyi önceden bilmek durumunda güvene gerek duyulmaz. "Şeffaflık her tür bilgisizliğin ortadan kaldırılmış olduğu bir durumdur. Şeffaflığın hâkim olduğu yerde güvene yer yoktur."15 Aslında burada Han'ın dikkat çekmek istediği durum, şeffaflığın güven yaratması değil şeffaflığın güvene dair düşünceyi ortadan kaldırmasıdır. "Şeffaflık talebi, güven kalmadığında yüksek sesle dile getirilmeye başlanır. Güvene dayanan bir toplumda mütecaviz bir şeffaflık talebi olmaz. Şeffaflık toplumu, azalan güven nedeniyle kontrole önem veren bir güvensizlik ve şüphe toplumudur."16 Bu toplumun kendilerini güvende hissettiren her türlü güç odağına teslim olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. Hem öykü özelinde düşündüğümüzde hem de günümüz yaşantısını ele aldığımızda eşyanın/nesnenin insan yaşamında önemli güç odaklarından biri olduğunu gördük.

Konuya dair son sözü söyleme hakkını Horkheimer'a bırakmak istiyorum: "İnsanın eşya üzerinde iktidar kurma isteği ne kadar yoğun olursa, eşyanın onunun üzerindeki tahakkümü de o kadar ağır olur ve insan da gerçek bireysel özelliklerinden o kadar uzaklaşır, zihni giderek bir biçimsel akıl otomatına dönüşür."17

  • 1 Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar, s. 38.
  • 2 Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, s. 63.
  • 3 a.g.e., s. 175.
  • 4 a.g.e., s. 38.
  • 5 Engin Geçtan, Varoluş ve Psikiyatri, s. 17.
  • 6 Yıldız Ecevit, "Ben Buradayım..." Oğuz Atay'ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası, s. 478.
  • 7 Oğuz Atay, a.g.e., s. 39. "Morde ratesden, Esur tinda serg! Teslarom portog tis ugor anleter, fer to tagan ugotahenc metoy-doscent zist. Norgunk! - UBOR-METENGA"
  • 8 a.g.e., s. 37.
  • 9 "Kafamdaki düzen de eşyaya bağlıymış demek." a.g.e., s. 96.
  • 10 a.g.e., s. 65-66.
  • 11 a.g.e.., s. 78.
  • 12 a.g.e., s. 79.
  • 13 Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu, Çev. Hazal Delicecaylı, Ferda Keskin, s. 5.
  • 14 Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, Çev. Emel Abora, Işık Ergüden, s. 58.
  • 15 Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu, Çev. Haluk Barışcan, s. 70.
  • 16 a.g.e., s. 70.
  • 17 Max Horkheimer, Akıl Tutulması, Çev. Orhan Koçak, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1998, s. 146.
  • Kaynakça
  • Atay, Oğuz, Korkuyu Beklerken, İstanbul, İletişim Yayınları, 2017.
  • Atay, Oğuz, Tehlikeli Oyunlar, İstanbul, İletişim Yayınları, 1984.
  • Baudrillard, Jean, Kötülüğün Şeffaflığı, Çev. Emel Abora, Işık Ergüden, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1995.
  • Baudrillard, Jean, Tüketim Toplumu, Çev. Hazal Deliceçaylı, Ferda Keskin, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2013.
  • Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu, Çev. Haluk Barışcan, Metis Yayınları, 2017.
  • Ecevit, Yıldız, "Ben Buradayım..." Oğuz Atay'ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005.
  • Geçtan, Engin, Varoluş ve Psikiyatri, İstanbul, Remzi Kitapevi, 1993.
  • Horkheimer, Max, Akıl Tutulması, Çev. Orhan Koçak, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1998.