Hiçoğlu’nun karnavalı

Yükselir. "Dünyadan ve kendinden geçti, dünyadan ve kendinden kaçırıldı." Bu yüzden uçar Hiçoğlu.
Yükselir. "Dünyadan ve kendinden geçti, dünyadan ve kendinden kaçırıldı." Bu yüzden uçar Hiçoğlu.

Tüm bilinçler bir olmuştur fakat hepsinin gök gürültüsü farklıdır. Kimsenin adı yoktur, herkes herkestir ve herkes eşittir.

Feyyaz Kayacan, öykücülüğümüzün en önemli isimlerinden biri olmasına karşın yeterli ilgiyi görmemiş bir yazar. Kitaplarının çoğunun baskısının olmayışı, hakkında yapılmış çalışmaların çok az olması gibi faktörler bunu ortaya koyuyor. Bunun bir sebebi de, kuşağı edebiyatçılara olan uzaklığıdır büyük ölçüde. Uzaklık derken hem fiziki uzaklığı hem de edebi uzaklığı kastediyorum. Kayacan, ömrünün büyük bir kısmını Londra'da geçirdi. Haliyle dönemin edebiyat ortamlarında sık karşılaşılan bir figür değildi. O dönem, hakkında yazılmış bazı eleştiri yazıları, kendisini ve öykülerini yerli olmamakla itham ediyor. "O İngiltere'de geçen ve oranın insanlarını anlatan hikayeler yazıyor. Yerli değil. Türkçe yazan bir İngiliz yazarı." gibi ifadelerle karşılaşabiliyoruz. O dönem yükselişte olan toplumcu gerçekçi edebiyatın, bu eleştirilerin varlığında bir rol oynadığı muhakkak. Çünkü benzer eleştiriler, 1950 kuşağı öykücülerinin büyük kısmına yöneltiliyor. Onat Kutlar, Orhan Duru ve Ferit Edgü de halktan kopuk olmak ve yerli olmamakla itham ediliyorlar.

Feyyaz Kayacan her ne kadar 1950 kuşağı öykücüleri arasında anılsa da az önce ismini andığım yazarlardan kendisini ayıran unsurlar var. Zaten bu yüzden kendisi de eserleri de geleneklerden ayrık kalmış, kendine özgü bir noktada durmuştur. Feyyaz Kayacan'ın yapıtlarında karşılaştığımız diyalojik dil, yoğun imgeler ve metaforlarla kurulan öyküler, Mihail Bahtin'in "karnaval" kavramıyla açılmaya müsait. Açıklama değil, açılma diyorum çünkü karşımızdaki öykülerde daima yeni olanaklara açılan karnavalesk bir dünya görüyoruz. Bahtin de karnaval dünya anlayışını anlatırken "Karnaval dünya anlayışının hiçbir son nokta tanımadığı ve aslında her türden sonuçlandırıcı sona düşman olduğu vurgulanmalı: Tüm sonlar sadece yeni başlangıçlardır; karnaval imgeleri tekrar tekrar yeniden doğar." der. Karnaval dünyada hiçbir şey ve hiçbir son mutlak değildir, her şeyin neşeli göreliliği bir araya gelmiştir. Feyyaz Kayacan öykülerindeki karnavalesk ögeleri ortaya koymadan evvel, karnavalın ne olduğunun da söylenmesi gerekir. Her şeyden önce karnaval, bir edebi tür değildir.

"Ritüel tarzında bağdaştırmacı bir debdebeli gösteridir." Bahtin, karnavalın modern edebiyattaki köklerini Antik Yunan'daki yarı ciddi-yarı komik türlere dek götürüyor. En güçlü kaynaklar olarak Sokratik diyalogu ve Menippos yergisini gösteriyor. Karnaval bizlere ters yüz edilmiş bir dünya imgesi sunar. "Hiçoğlunun Serüvenleri"nde Hiçoğlu'nun kurduğu "Şimdi beni tepeden tırnağa süzenleri ben o vakit tırnaktan tepeye süzeceğim tepetaklaklığımın imbiğinden geçirerek tümünü birden." cümlesi, karnavallaşmanın harika bir tanımıdır. Karnaval ortamı, tepetaklaklığın imbiğinden geçirilmiş bir dünyadır. Zıtlıkları bir arada barındıran bir dünya. Karnaval imgelerinin temelinde de bu ikircikli anlatım yatar. Zıtlar daima karşılaşır, birbirlerine yaklaşır, birbirleriyle konuşur ve birbirlerinde görünürler. Zıtların arasındaki mesafe yok olduğu takdirde, hiçbir şeyin bir diğerine üstünlüğü kalmaz. Tıpkı ölüler diyarı veya mahşer yeri gibi.

Bahtin, Dostoyevski'nin "Bobok" öyküsünü incelerken ölüler diyarı hakkında şunu der: "Resmi ve kişisel yalanın ‘çürümüş bağları' kopmuştur (ya da en azından şimdilik gevşemiştir) ve insan ruhları çırılçıplaktır, ister ölüler diyarındaki berbat ruhlar ister başka yerlerdeki parlak ve arı ruhlar olsun. İnsanlar karnaval meydanında veya ölüler diyarında bir anlığına yaşamlarının alışıldık koşullarının dışında görünürler ve kendilerine ve birbirleriyle olan ilişkilerine dair başka bir anlayış -daha sahici bir anlayış- açılır önlerinde." Karnavalın temel imgeleri daima bu ikili yapıya hizmet eder. Doğum ve ölüm, kriz ve değişim, iç ve dış, övgü ve yergi gibi tezatları bir arada bulunduran imgelerle karşılaşırız. Ateş ("dünyayı eşanlı olarak yıkan ve yenileyen ateş"), gülme (olumsuzlama da olumlama da bir gülüşe sığdırılabilir, değişim ve kriz karnavala özgü gülme ediminde bileşir), ölüler (toprağın altında eşitlik vardır çünkü), deliler (tepetaklak bir dünya algısı), eşanlı olarak tahta geçirme ve tahttan indirme gibi temel imgelere sahiptir karnaval. En önemlisi, karnaval daima bir meydana ihtiyaç duyar. Her şeyin gerçekleşeceği ve dünyanın baş aşağı döndürüleceği bir meydan gereklidir.

Feyyaz Kayacan öykülerinde de sık sık karşılaşırız meydanlarla. Bu meydanlar, kendisini kuşağındaki diğer öykücülerden de ayıran önemli bir unsurdur. Her ne kadar kendisinde de varoluşçuluğun etkisi bulunsa da onun kahramanlarının meydanları vardır ve bu onu ayırır. Kahramanlar asla yalnız kalmazlar. Fiziksel olarak yalnız kalsalar dahi tek bir bilinçle hareket etmezler. En yalnız anlarda dahi bilinç kazanan organlar, konuşan eller çıkar karşımıza. Bahtin, bu konu hakkında şöyle der: "Karnavallaşma, büyük diyalogun açık yapısının yaratımını mümkün kıldı ve insanlar arasında toplumsal etkileşimin, eskiden öncelikle daima tek ve bileşik bir monolojik bilincin, (örneğin, romantizmde olduğu gibi) kendi içinde açınlanan bileşik ve bölünmez bir ruhun alanı olan ruh ve aklın daha yüksek alanında sürdürülmesine izin verdi. Karnavalesk dünya duygusu, Dostoyevski'nin etik tekbencilik kadar gnoseolojik tekbenciliği de alt etmesine yardımcı olur. Kendisiyle baş başa kalan kişi, kendi ruhsal yaşamının en derin ve en mahrem alanlarında bile işin içinden çıkamaz, başka bir bilinç olmaksızın bunun üstesinden gelemez.

Kişi, tek başına, yalnızca kendisinde asla eksiksiz bir bütünlük bulamaz." Kişinin yalnız başına eksiksiz bir bütünlük bulamayacağı düşüncesi, özellikle "Hiçoğlunun Serüvenleri" öyküsünün ana meselesidir. Hiçoğlu'nun bir adı yoktur. Bir kente veresiye girer ve kimse adını sormaz. Adı olmadığı için ayakları yerden kesilir, beş santim, ve yükselmeye devam eder. Kentliler bir araya gelip Hiçoğlu'nun sürülmesini ister. Hiçoğlu, bir ada sahip olmadığı için bütünlüğe de sahip değildir. Ad, bir başka bilincin işidir. Hiçoğlu kendine "ben" diyerek bir ömür geçirebilir, fakat bu yeterli değildir. Bir başka bilinç olmadan, kendisine seslenecek biri olmadan, bütün de olamaz Hiçoğlu. Öncesinde başka kentlere de gitmiş, fakat oralarda da "ayarını bulamamıştı, toprak kaçkını et ve kemiğinin kıvamına ulaşamamıştı." Bir tımarhanede pösteki sayıcılığı yapıp deliler tarafından azar yemek, kuşkusuz boş yere, KARANLIKGİLLER LİMİTED ORTAKLIĞI'nda karanlıkların hesabını aydınlığa geçirmek, mezarcılık yapıp "girmeyiz de girmeyiz mezara" diye tutturan ölülerle münakaşa etmek gibi işlerle uğraşmış.

Burada karşımıza çıkan üç işte de karnaval imgeleri görürüz. Akıllı-deli, karanlık-aydınlık, ölü-diri birliktelikleri, Hiçoğlu'nun geçmişini oluşturur. Bir kez de aynalara akıl öğretmeye kalkışmış, fakat aynalar çatlayıp binbir parça görünmüş. Bir ada, kendisine seslenecek bilinçlere sahip olmayan Hiçoğlu'nun bir bütün olamayışına dair harika bir sahne. Hiçoğlu'nun yerden yükselişi de bir ikilik barındırır, "her şeye yakındı ama hiçbir şeyle ilintisi yoktu." Yeryüzüyle düğümlenemeyen Hiçoğlu, ondan uzaklaşamıyordu da. Daha sonra kentliler Hiçoğlu'na sitemlerini iletmeye başlar, ona neden yerden yüksekte durduğunun hesabını sormaya başlarlar. Kent meydanında toplanırlar. "Karar başına toplandı içiçe altalta kentliler papağanın yüzleminden kıllarına kadar mağaraların. Kafalar iyice kızıştı. Halk sokaklarda gösteriler yaptı. Gösteriler birbirlerine gösteriye girişti. Bu adamı kent dışı edin, tahta biti gibi kemirecek her şeyi için için, diye bağırdılar kat kat. Ve sonra eteklerini tutuşturdular ve neft yağı sürdüler korkularına. Kentteki gök gürültüsü sahibi kişiler bunu duydular. Bir araya geldiler. Oy verdiler.

Oy saydılar. Ve kentten sürülmesini onayladılar Hiçoğlu'nun. Ve sonra gök gürültülerini denediler. Herkesin kendine göre, uydurduğuna göre gök gürültüsü vardı." Meydan, fantastik anlatım, birçok farklı bilinç, ateş, tahttan indirme, eşitlik ve farklılık. Birçok karnaval imgesini bir araya getiren bir sahnedir bu. Artık öykünün atmosferi tamamen karnavallaşmıştır. Sonrasında Hiçoğlu'na adını ibraz etmesi için iki gün süre verilir. Bu sürede Hiçoğlu, postacıya gidip adını öğrenmeyi düşünür. Tehdit mektupları alır. Zarfların üstünde "SANA", imza kısmındaysa "BİZLER" yazar. Tüm bilinçler bir olmuştur fakat hepsinin gök gürültüsü farklıdır. Kimsenin adı yoktur, herkes herkestir ve herkes eşittir. Hiçoğlu, bu eşitliğe, bu birliğe dahil olamadığı için bütün değildir zaten. Şiirler yazar. "Ben ben miyim ben (bende) miyim Ben içerde miyim Ben dışarda mıyım Ben incir çekirdeğinde miyim ... Yoksa ben hiçbir yerde değil miyim İçim dışım yoksa adım izim yoksa Neylerim ben buralarda Neylerim ben nerelerde?" Şiiri, "İmza: BEN" diye bitirir. "Bizler" imzasına karşı "Ben" imzası çıkar. Hiçoğlu'nun isim ararken eksikliğini çektiği şey, bir "bizler"e dahil olmaktır.

Çünkü ancak bir isme sahip olup "bizler"e dahil olmak başka bilinçlerle karşılaşmayı, konuşmayı, onları görmeyi ve onlarda görünmeyi sağlar. Hiçoğlu postacıyla konuşur; fakat postacının adı orada söylemesine izin vermez. Ertesi sabah, meydanda, herkesle birlikte öğrenmek ister adını. Çünkü yalnızca böyle eşitlenebilir "herkes"e. Onlarla aynı konumdan aynı konuma gelir, aynı yolu aynı anda kat ederler. Ertesi sabah meydanı dopdolu bulur. Bütün halk oradadır ve tribünlerde gök gürültüleri oturur. Bunun bir gösteri olduğu apaçıktır. Hiçoğlu kalabalığa bakarken "Vay canına, neymişim ben, dedi. Böylesine kaynaşır bir kalabalık salt bir idam, bir taçlanma günü için birikebilir. Bu kürsü, ama, ne bir sehpaya benziyor ne de bir tahta." der. Karnavalesk ikili imge sisteminde yer alan tahta geçirme-tahttan indirme burada birebir karşımıza çıkar. Halk gösteri için, Hiçoğlu için toplanmıştır. Adını ibraz ettiği takdirde, bu bir tahta geçirme olur, edemez ve adsız kalırsa tahttan indirme. Kalabalığın beklentisiyse bunlardan biri değildir, ikisinin bir arada oluşudur kalabalığı toplayan.

Tören gerçekleşir ve Hiçoğlu'nun adının "Hiçoğlu" olduğu ilan edilir. Artık Hiçoğlu olan Hiçoğlu, bir ada ve etkileşime girebileceği başka bilinçlerin varlığına sahip olarak hafiflemeye başlar. Yükselir. "Dünyadan ve kendinden geçti, dünyadan ve kendinden kaçırıldı." Bu yüzden uçar Hiçoğlu. Bir ada sahip olarak karnavala dahil olur. Dünyadan geçer, çünkü dünya tersine döner. Kendinden geçer, çünkü artık kendinden fazlasıdır. Çoklu bir bilincin parçası, herkesten bir herkes olur. Adsızlığın onu soktuğu ikili durumda, dünyaya düğümlenemiyordu fakat çok yakındı. Artık bir adı vardı, ikilik yok olmuştu. Uzaklaşabilirdi artık dünyasından, karnaval dünyaya doğru.