Hikayesiz Öykü

Hikayesiz öyküler okuduğumda aklıma hep kızgın güneş altında kuruyakalmış kabuklu hayvanlar gelir.
Hikayesiz öyküler okuduğumda aklıma hep kızgın güneş altında kuruyakalmış kabuklu hayvanlar gelir.

Hikaye ve öykü aynı mıdır, ayrı mıdır tartışmalarında galiba bir şey yanlış anlaşıldı. Bu tartışmanın türe dair olduğu dikkatlerden kaçtı. Böyle olunca hikaye, uzun kış gecelerinde atalarımızın oyun ve eğlence olsun diye giriştikleri bir lafazanlık, çenebazlık olarak değerlendirilip gözden düştü.

Hikayesiz öykü olur mu? Bence olmaz. Çünkü insan varsa hikaye de hep vardır. İnsan bizatihi hikayenin kendisidir. Hz. Adem’den beri insan nereden, nerede, nereye sorularının cevaplarını kendisine verilen hikayenin içinde bulmaya çalışmıştır. Kadim bir hikayeden bahsediyorsak aynı zamanda verili bir hikayeden de söz ediyoruzdur.

Durmadan konuşan, anlatan insan ne yapmaktadır? İnsan neden susmaz? Sussa boğulur mu? Yunus Emre boğulacağını söylüyor değil mi. Hadi işin ontolojik kısmını bir yanına bırakalım; hikaye dinlemek ve anlatmak insanın diğer insanlarla ilişki kurabilmesinin vazgeçilmez zeminidir.

Hikaye ve öykü aynı mıdır, ayrı mıdır tartışmalarında galiba bir şey yanlış anlaşıldı. Bu tartışmanın türe dair olduğu dikkatlerden kaçtı. Böyle olunca hikaye, uzun kış gecelerinde atalarımızın oyun ve eğlence olsun diye giriştikleri bir lafazanlık, çenebazlık olarak değerlendirilip gözden düştü. Hikaye gözden düşünce biraz avangardizmin, biraz postmodernizmin verdiği cesaretle öykü, şapkadan tavşan çıkarmaya döndü; ancak zeki olanların yazabildiği zeka gösterisine yani.

Hikayesiz öyküler okuduğumda aklıma hep kızgın güneş altında kuruyakalmış kabuklu hayvanlar gelir. Onlarda hayat yoktur artık. Çoğu kez vernikleyip süs eşyası olarak evlerimizdeki yerlerini alırlar. Ama süs eşyalarının süs olmaktan öte bir değeri yoktur. Çünkü onların bir hikayesi yoktur. Kıymet verdiğimiz eşyayla aramızda her zaman bir hikaye vardır. Hikayesi olmayan, kendisine bir hikaye kuramadığımız eşyanın bizce bir değeri yoktur zaten.

Değer dediğimiz şey insanlar arasında cariyse değerlidir. Sahip olduğumuz değerleri, insanlarla buluştuğumuz zemine taşıdığımızda salih bir amelde bulunmuş oluruz. Dolayısıyla hikayeye sırt dönmek, insana sırt dönmek demektir ya da insana sırt döndüğümüzde hikayeye de sırt dönmüş oluruz. Hadi eli biraz yükseltelim: İnsana sırt dönmek, insanlık denen o bütüne sırt dönmek demektir. İnsanlığa sırt dönen insan, sadece kendi karanlığında yaşar.

Sanat dediğimiz şey, insanı boğan o şeyin bir form içinde aktarımı değil midir? Hani söylemeseniz boğulacak gibi olursunuz ya, tam o işte. Bu kez eli biraz düşürelim: Hani kendinizi bir dostunuza iştahla bir şeyler anlatırken bulursunuz ya, bunu anlatmazsam ölürüm dersiniz ya, tam o işte.