İçselliğin Öyküsü: İçkanama

Hüseyin Su
Hüseyin Su

Hüseyin Su’nun öykü isimleri bile bizlere bir hikâye anlatmakta. Bu hikâye dünyadan ağır aksak geçen insanın, değişimlerin, buhranların, kavgaların yani insan olmanın hikâyesi. Geçmişe özlem duyulan zamanlardan, modernizmin kıskacına tamamen girmiş insanın varoluş mücadelesi de diyebiliriz.

Hüseyin Su, 18 sene gibi uzun bir aradan sonra İçkanama kitabıyla okuru yeniden selamladı. Bu kadar uzun zamanın ardından karşımıza çıkan bir kitap eski soluğundan hiçbir şey kaybetmemiş, ince bir dil işçiliğinden geçmiş, uzun ama okurun içinden çıkmak istemediği bir atmosfere bürünmüş öykülerden oluşuyor. 6 uzun soluklu öykü ve İçkanama’nın sebeplerinin verildiği bir kısa görüş yazısı var. Tanı: İçkanama öykülerin neden yazıldığına dair bir duruş olarak karşımızda.

İç kanama meselesi Hüseyin Su öykülerinde harekete geçememe, istediklerini söyleyememe, düşünceden çıkamama, buhran halinden kurtulamama, kendini bilmesine ve bundan rahatsızlığına rağmen değişememe, içinde yaşama olarak ele alınır.
İç kanama meselesi Hüseyin Su öykülerinde harekete geçememe, istediklerini söyleyememe, düşünceden çıkamama, buhran halinden kurtulamama, kendini bilmesine ve bundan rahatsızlığına rağmen değişememe, içinde yaşama olarak ele alınır.

Öykülerin izleklerinden ve bu tanıdan yola çıkarak hayat ve insan bağının, insanın anlamlandırılmasının, psikolojik tahlillerin, değişen zamanla beraber yitip giden değerlerin, modernizmin eleştirilerinin, toplumsal çöküntünün bıraktığı izlerin öyküleri diyebiliriz. Günden güne bu sorunların artmış olması yazarın dilinin de sivrilmesine neden olmuş durumda. “Tasviri Nafile Bir Şehrayin” öyküsünde daha önceki beş öykünün okurun zihin uçlarında tekrar canlandırılmasıyla yazarın çerçeve öyküyü ne denli başarılı bir ölçüde uyguladığını görmekteyiz.

İnsan, içini acıtan nedenlerden dolayı biriken kanı dışarı akıtamayınca içine akıtır. ...iç kanamanın tanısı zordur. Bu nedenle önemli derecede bir insan bilgisi gerektirir.

  • İçimden Yüzlerine Karşı
  • Yemen Treni Gözlerinden
  • Dünyaevinde Ağız Dalaşı
  • Gülümse Hayat, Gülümse!
  • Sokaklar Boyunca Koşar Adım
  • Tasviri Nafile Bir Şehrayin

Hüseyin Su’nun öykü isimleri bile bizlere bir hikâye anlatmakta. Bu hikâye dünyadan ağır aksak geçen insanın, değişimlerin, buhranların, kavgaların yani insan olmanın hikâyesi. Geçmişe özlem duyulan zamanlardan, modernizmin kıskacına tamamen girmiş insanın varoluş mücadelesi de diyebiliriz. İnsani değerlerin yitmeye başladığı bu çağda bir durum tespiti. Dışarıdan sapasağlam görünen insanın, aslında içinde başlamış ve belki de ölümüne sebep olacak şiddetli bir iç kanamanın öyküleri...

İçkanama’nın İzlekleri: İçsellik ve Toplumsal Meseleler

“İnsanî hasletlerinden kopartarak, uzaklaştırarak dönüştürüyor, kullandığı eşyasıyla eşitliyor onu. ...Modern insan, dediğiniz kişilik, artık merhametsiz, bencil, güçlü, paylaşmayan, hep biriktiren, bir başkasının acısına kayıtsız kalan, kapısını, penceresini kapatıp sımsıcak yuvasında huzura kavuşan insan... Gemisini kurtaran kaptan.”1 Diyor Hüseyin Su. İnsanı hasletlerden uzak düşenlerin öyküleri: İçkanama... Güçlü göründüğü kadar içten çürümüş olmanın, kalabalık göründüğü kadar yalnız kalmanın, dünyaya hâkim olduğunu sanırken esir olmanın ve yiten duyguların yansısı. “İçimden Yüzlerine Karşı” öyküsünde dediği gibi bütün dünyaya karşı kızgın insanların hikâyeleri. Bu öyküler gücünü aynı zamanda barındırdığı toplumsal meselelerden de almakta: Taciz ve Modern hayat eleştirisi...

  • Bütün gün taş çekmiş gibi yorgunum, demişti. Yaptığın da bir iş olsa, dercesine onu duymazdan gelen eşine de şu an kendisi yerde yatarken dönüp bakmadan, otobüse tek bir kişiden bile olsa önce binebilmek için itişip kakışan insanlara baktığı gibi kızgın kızgın bakmıştı. Eşinin umrundaydı sanki onun kızgınlığı. Onun gözünde kendisi hep müzmin bir tembeldi. Her zaman, her konuda haklı olduğunu, sağlıklı düşündüğünü tembelliğiyle temellendiren biriydi.

“İçimden Yüzlerine Karşı” öyküsünde otobüs yolculuğu yapan kahramanın düşüncelerinde insana, modern yaşama dair sorgulamaları görürüz. Uzun soluklu ama son derece güçlü cümleler dikkat çeker, bilinç akışı tekniği iyi kullanılmıştır. İnsanların acele ve telaşlarından, kendilerinin öne geçmesi uğruna herkesi görmezden gelmelerinden, hırslarından, kaybettikleri insani özelliklerinden beslenen öyküde, otobüse binerken çıkan bir kargaşa sonucu düşen kahramanın hikâyesi anlatılmaktadır. Kahraman, vücudundaki her sızıda hayata ve insanlara dair çıkarımlar yapar, kendisi ile toplum arasında kalarak sorgulamalarda bulunur.

Hüseyin Su’nun öykü isimleri bile bizlere bir hikâye anlatmakta.
Hüseyin Su’nun öykü isimleri bile bizlere bir hikâye anlatmakta.

Hislerin yitimi ve derin yalnızlık duygusu o denli bir hâl almıştır ki kahraman anlatıcı, otobüsün gecikmesine öfkelenen kalabalığa sevinir. Zira hiç olmazsa insanlar kötü de olsa aynı duyguyu bir yerde yakalayabilir. Bu öykü, toplumun ortak değerlerinin yitimine, ortak hislerinin kaybolmasına, tepkisizliğe, insanın yalnız kalışına açılan bir penceredir. Otobüste, birkaç genç hariç kimse konuşmaz, ya sokağa bakar ya da uyur görünürler. Toplumsal değerlerin yitimi, bir otobüs yolculuğunda verilmiştir. Kahraman, bu otobüs yolculuklarından birinde atılan tacizci genci hatırlayarak son dönemlerde hayatımızın tam ortasında olan bir toplumsal meseleyi de öyküye iyi bir şekilde yedirerek, öykü gücünü arttırmıştır. Üstelik bu meselede klasik bakış açısının dışına çıkmayı başarmıştır.

  • Otobüsten atılan tacizci genci hatırladı yine. Neden tacizci olmak hatırlanıyordu ki hem? Asıl tacizci ya kadındıysa? Adamı tekme tokat pataklayarak yaka paça bir haşere gibi otobüsten attıkları için kurum kurum kurulan şu insanlar tacizci olamaz mıydı? Durak dışında sağa yanaşıp, kapıyı açarak adamı kaldırıma yuvarlayan şoförle birlikte suskun, kızgın ve dilsiz bunca insan tacizci olamaz mıydı peki?

Toplumsal bir meseleyi öyküde iyi bir biçimde sorgulamayı başarmıştır Hüseyin Su. Üstelik bunu yaparken öyküde meseleyi bangır bangır bağırmamış, olağan akışa bırakmıştır. Modern çağın dayattığı hayatı ve insan ilişkileri, benliğine yapılmış bir taciz olarak saymasıyla öykü içinde modernizmin eleştirisini yükseltmiştir.

  • Asıl ben taciz ediliyorum, bunu onlara anlatmak imkânsız, dedi. Taciz olmak için, yorgun argın akşam eve döner dönmez, daha üstümüzdekileri bile değiştirmeden televizyonlarımızın düğmelerine basmıyor muyuz? Haber sunucularının ağızlarından alevler saçarak bağırıp çağırmalarını, tehditlerini, cırlayıp duran, ha bire yırtınan kadınların inim inim inleyişlerini, insanların oturup karşılıklı hakaretleşmelerini niçin her gün bir gıda alır gibi izleyip duruyoruz dersiniz? Hayatımız sürekli tacizden ibaret değil mi...

Kahraman, uzun -düşünce- otobüs yolculuğundan sonra inerek bir çocuk gibi ağlamaya başlar. Bu ağlama bir arınmadır. Modern zamanlardan eskiye dönme isteği, çocuk masumiyetine inebilme meselesidir. Hüseyin Su, bu uzun öyküsünü oldukça sağlam imgelerle yaratmış, okuru bir dakika bile öyküden koparmayan bir atmosfer yaratmayı başarmış ve dili aynı minvalde ustalıkla kullanmıştır.

“Yemen Treni Gözlerinden”; acının, tacizin, işkencenin öyküsüdür. Hiç beklemediği bir anda tanımadığı bir arabaya bindirilerek kafese götürülen ve şiddete maruz bırakılan insanların, kahramanın bilinci üzerinden anlatısı vardır. Atmosferi güçlü, dili sivridir. Şiddet öyküde başarılı bir biçimde verilmiştir. Bir önceki öyküdeki kadın tacizi, modernizmin tacizi gibi unsurlar bu öyküde de yerini şiddet üzerinden tacize bırakmıştır. İnsanların kafese tıkılmaları ile özgürlüklerinin ellerinden alınması, şiddete maruz kalmaları, bilinçlerini yitirene kadar zulüm görmeleri ve en son bilinçlerinin kayıpları anlatılmıştır. Acı; küfürlere, çığlıklara ve ağlamalara dönüşmüştür. Hüseyin Su öykülerinin başarılarından birisi de acı kavramını okurda son zerresine kadar hissettirmesindedir. Bu öyküde de ağlama kavramı bir arınış umudu, geçmişe dönme isteği olarak karşımıza çıksa da karanlık atmosferin hiç dinmediği, sonunun ölüme ve bilinmezliğe gittiği başarılı bir öyküdür.

Düşünce Dünyasında Kopan Fırtınalar ve Harekete Geçemeyen Kahramanlar

“Dünyaevinde Ağız Dalaşı”nda kahramanın bilinci üzerinden kadın- erkek ilişkilerini sorgulayan, evlilik müessesesinin geldiği yeri eleştiren, insanların birbirine ket vurması ve göz hapsine almasının yansımalarını veren bir öykü karşımıza çıkar.

Acı, evlilik üzerinden verilir. Modernizmin farklı beklentileri ve kimsenin birbirini anlamama durumları üzerinde durulur. İlk iki öyküye nazaran atmosferi tam oturmamış, meselelere görüşlerin karışmasıyla yer yer öykünün yapısının zedelendiği, hayat sorgulamaları ile oluşmuş bir anlatı olarak karşımıza çıkmaktadır. “Gülümse Hayat, Gülümse!” Taşmak için son damlayı bekleyen, birike birike içine sığmayan, isyanına ramak kalmış ama yine de bir türlü harekete geçmeyen, meseleleri daima içselleştiren, içe dönük bir karakterin sorgulamalarını içeren bir kahramanı barındırır.

Şu hayat bir kez de bize gülse diyen ama hiçbir şey yapmayan, bekleyen, daima sorgulayan, durumundan memnun olmasa da değiştiremeyen, değiştirecek gücü kendinde bulamayan insanın hikâyesidir.

Karakterin yıllardır beklediği insanı bulması, bir evde tekrar zihinsel sorgulamalara girmesi üzerinden ilerleyen öykü, kahramanın en sonunda kapıdan çıkıp gitmesiyle zihinsel süreçlerde içe kapanık kimliğini terk etmesiyle sonlanır. Yaşadığı bu dönüşüm bir karakter yaratmada büyük güce sahip olsa da, salt zihin dünyası üzerinden kurulan öyküde, kurmaca biraz zayıf kalmış, bilinenden öteye geçememiş, anlatı sınırlarını zorlayamamıştır. “Sokaklar Boyunca Koşar Adım”, kahramanın iç sesleri içinde memuriyeti ve yaşamını sorguladığı, harekete geçemeyen içe dönük bir tipin düşüncelerinden oluşan bir öyküyü barındırır.

Son Söz Niyetine...

“Tasviri Nafile Bir Şehrâyin”, tüm öyküleri kucaklayarak yaşam kesitlerinden demetler tutan, ölümde yaşam sahnelerini tek tek göz önüne getiren ve önceki kurgulardan kısa anların hatırlanmasını sağlayan kapsayıcı bir öyküdür. Tüm öyküleri, çerçeve içine alır ve okura iç kanamaların sonucunun ölüm olduğunu verir.

İç kanama meselesi Hüseyin Su öykülerinde harekete geçememe, istediklerini söyleyememe, düşünceden çıkamama, buhran halinden kurtulamama, kendini bilmesine ve bundan rahatsızlığına rağmen değişememe, içinde yaşama olarak ele alınır. Altı uzun öyküyle okuru selamlar, yer yer rahatsız eder. Toplumsal meselelere değindiği, modernizmin eleştirilerine rastlanan öyküleri son derece başarılıdır. Kahramanı, içe dönük, aynı düşüncelerin dışına çıkamayan bir tiptir. Öykülerinin bazılarının gücüne rağmen bir süre sonra hep aynı yatakta ve aynı hızda akmaya başlaması gücünü yer yer kırmış olsa da on sekiz senenin ardından okurun zihin dünyasına yerleşecek öyküler barındırmayı başarır. Bunu yaparken de dili öylesine ustalıkla kullanır ki, okuru kendi öykü dünyasının içine atar.

  • 1 Melek Gedik’le Star gazetesinde yaptığı röportajdan...