İnsan Er Geç Ölür

Mehmet Kahraman
Mehmet Kahraman

Yazar Mehmet Kahraman Hece Yayınlarından çıkan Babamı Öldüren Şeyler adlı üçüncü kitabıyla okur karşısına bir kez daha çıkıyor. Eser on dört öyküden oluşuyor. Kitabın başlığı, araladığımız dünyanın barındırdığı duyguların haberini veriyor.

Eminim ki birçok yazar öykülerini, romanlarını vs. yazarken şu cümleyi kurayım da şöyle eleştirsinler, bu duyguyu yansıtayım da böyle yorumlasınlar, sokakta geçen bir öykü yazayım da bana mahalle öyküleri yazıyor desinler diye kurgulamıyordur. Ama okuyucu olarak ister istemez, satırların arasında saklanmış bir şeyler var mı, diye merak ediyoruz. Sonrasında, tabiri caizse samanlıkta iğne aramaya başlıyoruz. Acaba ne var ki aranıyoruz? Devreye giren yorumlama melekesi bize neler söyletiyor, yazdırıyor? Bu gibi sorulardan sonra okuyucu, anlatıcıyı aslında yazdığı metnini irdelemeye, metnin yaşamla olan ilişkisini anlamak için de yorumlamaya başlıyor. Yorumlama, yapıtlarda saklı olan nesnelerin ya da duyguların ortaya çıkarılmasını sağlıyor.

BABAMI ÖLDÜREN ŞEYLER - MEHMET KAHRAMAN HECE YAYINLARI
BABAMI ÖLDÜREN ŞEYLER - MEHMET KAHRAMAN HECE YAYINLARI

Yorumlama tekniğinin üstatlarından olan Walter Benjamin, hayatın pratik meselelerini anlatmanın, anlatıcılara doğuştan geldiği bir özellik olduğunu söylüyor ve devam ediyor. Her hikâye de açık veya örtük olarak içinde yararlı bir şeyler bulunduruyor. Bu yararlı olma hali öykülerde nasihat, ahlak, teolojik, didaktik ve daha pek çok şey olabiliyor. Anlatıcı bu bağlamların hangisine sahip olursa olsun, okura bir şeyler aktarabilecek kişi, aktırılan da hangi konusu olursa olsun devam etmekte olan hayatın sürmesi için oluyor. Bu açıklamanın bu metindeki yeri ise ele almak istediğimiz kitap, yazarı ve okuyucu arasındaki ilişkiye ön hazırlık.

Yazar Mehmet Kahraman Hece Yayınlarından çıkan Babamı Öldüren Şeyler adlı üçüncü kitabıyla okur karşısına bir kez daha çıkıyor. Eser on dört öyküden oluşuyor. Kitabın başlığı, araladığımız dünyanın barındırdığı duyguların haberini veriyor. Mahalle, top, ilk gençlik aşkları, aileden habersiz yapılan küçük kaçamaklar, aile yaşantısı yanında kimi zaman yaşanan sıkıntılar öykülerin etrafında döndüğü temalar. Yaşanan duygular mı? Bir bohem havası, bir yas esintisi, bir ayrılık, eskiye özlem, kaybetme korkusu ve kayıplar. İşte bunların oluşturduğu o iç sıkıcı duygu var ya çoğu zaman o. "Şükür kahraman bu kez mutluluk nirvanasına ulaştı," diyeceğiniz bir anda, Naci Özler gibi bir karakterle karşılaşıyor, onun gibi sizin de hevesiniz kursağınızda kalıyor.

"İnsanın sevdiğine bir şey oldu mu hayatın tadı kalmıyor" (s. 9). Fakat bu duygular okuyucunun kitabı elinden bırakmasına neden olmuyor. Kitabın adı üzerinden belki devam etmek gerekiyor. Babamı Öldüren Şeyler, ağır havada geçen öyküler. Aslında öykülerin birinde geçen şu cümle kitabın özeti gibi "Ölü canlar diyarı oldun." (s. 26) Hep bir durgunluk, hep bir hüzün, ayrılık, yapmak istediklerine ulaşamama hâli. Ölümü hatırlama, ölmüşler üzerinden ölümü yaşama ve yaşatma. "Babam dokuz yaşındaymış babası öldüğünde. O zaman kendisinin de öldüğünü anlamamış tabii ki." (s. 26) Okuyucu, bu ölümlerin kiminin reel dünyada, kiminin iç dünyada ya da sevilenlerin sevenlerine attığı kazıklarla gerçekleştiğine tanık oluyor. "EVLADIN ÖLÜMÜ EN ZORUYMUŞ." (s. 34)

Genellikle birinci tekil şahıs ağzından anlatılan öyküler, çok büyük hayalleri olmayan küçük dünyalarında yaşayan, kimi zaman bunları içinden çıkarılan, kimi zaman da bile isteye o dünyaya hapsedilen karakterler. Bazı öykülerin ise hikâyesi yok gibi. Bunu tabii ki burada tek tek açıklayarak göstermek zor. Peki nasıl anlatılabilir düşüncesindeyken, satırlarda gezinen karakter/lerin yaşama ve ona olan inançlarını sorguladıkları cümleler imdada yetişiyor. "Seni anlıyorum. Hayır anlamıyorsun. Anlayamazsın. Benim ne yaşadığımı anlayamazsın sen." (s. 18) Gösterilebilecek diğer örneklerden birisi de, "Nedir güzel? Her şey güzel olmak zorunda mı? Hem anlamsız, karanlık resimler yapıyor musun? Hadi oradan." (s. 41)

Öyküler bizi anlatıldıkları zamanın gerisine götürüp getiriyor, bir "flash back" havası çoğu öyküye hâkim. "Adam bir süre daha koltukta oturup ne yapması gerektiğini düşündü. Ta kızının doğduğu güne gidip güzel günleri hatırladı. İlk baba dediği günü..." (s. 72) Bu durumun yaşatıldığı olayların/durumların pencereleri farklı olduğu için okuyucuda, kitaba karşı iğretilik söz konusu olmuyor. On dört öyküde dikkati çeken, belki ön planda olan karakter baba. "Bitmeyen Yol" ve kitaba ismini veren öyküde bu karakter daha baskın. Peki baba nasıl mı karşımıza çıkıyor? Ya terk edilmiştir, ya kaybedilmek üzereyken kıymeti anlaşılmış ve kucağına koşulmuştur. Ya da çoluk çocuğa karışmış evladın, baba kucağındaki ve evindeki sıcaklığı yaşaması ve özlemesi söz konusudur. Öykülerin birçoğunda karakterlerin ismi yok. "Ben" üzerinden biz, o ve onlar anlatılıyor.

Anne, baba, amca, nine, çocuk, arkadaşlar, sevgili yer alan karakterler, ama on dört öyküde karakter ismi çok fazla yer almıyor. Yazar öyküleri yazarken anlaşılabilmek için yavaş bir tempoda yazmış gibi. Okurken bu hissedilebiliyor. Kitabı normal ritminizle okuyorsunuz, ama sanki okumayı yeni öğrenen, heceleyen bir çocuk gibisiniz de bir yandan. Acele etmeden kelimelerin arasında adımlıyorsunuz. Kitabın bitmesine kaç sayfa kaldı diyerek, son sayfaya gidip bakmıyorsunuz. İşte bu önemli sevgili okur. Yazar kendini ve okuyucuyu sıkıştırmıyor. Aslında anlatıcı, belki çoğu zaman, bu havaya sahip öyküleri üzerinden okuyucu ile dertleşiyor. Genel itibariyle sıradan olayların kuvvetli denilebilecek bir üslupla, yer yer etkileyici bir şekilde anlatıldığını söylemek mümkün.

Uzun ve kısa cümlelerin dengeli kullanılmış olması, göze batmayan bir husus. Bu yazarın akıcı bir anlatımla öykülerini kaleme aldığını gösteriyor. Yer yer "kalıbımı basarım" (s. 9) gibi ifadelerle mahalle ağzına tanık oluyoruz. Kimi zaman otantikliğin yansımalarını görüyoruz. "kaseti geriye sarsak ve ben..." (s. 8)"öğrencilerime okuyacakları şiirleri, türküleri dağıtmış, halk oyunları çalıştırıyorduk." (s. 86) Tabii bunlar içimizden gelen şeyler olduğu için samimi bir atmosferin oluşmasında enstrüman görevi görüyor. Çünkü yazarın inandığı ve yaşadığı şeylerin içinden cümlelerini kurup, öykülerini okuyucuya anlattığı görülüyor.