İsmail Özen’esorduk

İsmail Özen
İsmail Özen

Yazmadıktan sonra ne kadar okursanız okuyun bunun dile sınırlı bir katkısı olacaktır. Biraz önce de söylediğim gibi yazmak okumaktan farklı bir alışkanlık gerektiriyor. Anlatma konusunda yetenekli olmadığımı ve bu konuda çok zorlandığımı düşünüyorum.

Yeni kitabınız Babamın Şarkısı hayırlı olsun. Pek çok okur sizi, 2013 yılında çıkan ilk kitabınız Günler Ne Kadar Kısaldı ile tanıma fırsatı buldu. İki kitabınız arasındaki üç yılda öykü anlayışınızda değişiklikler olduğunu düşünüyor musunuz? İlk kitabınıza gelen tepkilerde sizi etkileyenler oldu mu?

Teşekkür ederim, ilk kitabımla ilgili genelde olumlu tepkiler aldım. Aslında olumsuz eleştirileri de bekledim ama hâlihazırda edebiyat ortamında böyle bir eleştiri anlayışı yok. Dolayısıyla beni etkileyen böyle bir tepki almadım. Ama kendi kendimi eleştiriyor ve zaman zaman öykülerimi değiştirmeye devam ediyorum. Hemen hemen hiçbir öykü dergide yayımlandığı gibi değil. Hatta ilk kitabımda da bir sonraki baskı için epey değişiklik yaptım. Yazmanın bir alışkanlık olduğunu ve yazdıkça geliştiğini düşünüyorum. Hâlâ her iki kitabımda da tam olarak kafamdakini aktaramadığım ya da beni tatmin etmeyen bölümler var. Sonraki baskılarda bu bölümleri tekrar yontmayı, törpülemeyi düşünüyorum. Uzun bir okuma birikiminden sonra başlamama rağmen yazmayı yeni yeni öğrendiğimi düşünüyorum.

İki kitap arasında öykü anlayışımda pek fazla değişiklik olmadı. “Zırva dedektörlerimi” daha iyi çalıştırmaya, konuların ve ayrıntıların seçiminde gerçekten yazılmaya değer olanı bulmaya ve en doğru kelimelerle anlatmaya çalışıyorum ve bunu şuna benzetiyorum: Cem Yılmaz’ın herhangi bir gösterisinden bir parçayı iyice izleyip aynı etkileyicilikle başkasına aktarabiliyor musunuz? Jest ve mimiklerin, ses tonunun biçim; anlatılanların içerik olduğunu düşünün. Öykü de böyledir aslında. Hedefi tam on ikiden vuran doğru kelimelerle, doğru bir üslupla, biçimle yansıtılabildiğinde ancak etkili olabilir. Bir fıkra anlatırken tam doğru kelimeyi seçmediğinizde istediğiniz hedefe varamazsınız.

İlk kitabı çok geç yayımlanan bir öykücü olarak, bu sürecin dilinize katkıları nelerdir? Öyküdeki popüler akımları tercih etmektense kendi üslubunuzu bulmayı kolaylaştırmış olabilir mi?

Yazmadıktan sonra ne kadar okursanız okuyun bunun dile sınırlı bir katkısı olacaktır. Biraz önce de söylediğim gibi yazmak okumaktan farklı bir alışkanlık gerektiriyor. Anlatma konusunda yetenekli olmadığımı ve bu konuda çok zorlandığımı düşünüyorum. Zaman zaman bir tür Salieri kompleksi yaşıyorum sanki. Bana en iyileri görme ve tanıma yeteneği verilmiş fakat buna eşdeğer bir yaratma yeteneği verilmemiş, diye düşünüyorum. Geç öykücü olmak bende belki nasıl bir öykü yazmak istediğime dair daha net düşünceler oluşturmuş olabilir. Biçimin iyice şeffaflaştığı, tıpkı tabiattaki gibi, holistik bir yapı olarak sanatın büyüleyiciliğinin, çarpıcılığının görülüverdiği bir öykünün peşindeyim. Şu anda buna ulaşamadığımı biliyorum, belki de hiç ulaşamayacağım. En güzel müzik -en azından burası için- sonsuza dek çalınmadan kalacak olan müziktir.

Öykülerinizde neyi ve nasıl sorularının yanında “ne kadarını” anlattığınız da temel yapılardan. Metinlerinizde okurun doldurması gereken sahneler var. Modern öyküden çok hikaye anlatmanın alanına giren bir durum bu. Dünyada farklı kültürlerin geleneklerini bir şekilde korumaya çalıştıkları bir süreçte Anadolu’nun hikayesi edebiyatımıza temel olabilir mi? Sizin kaynaklarınız?

Aslında nasıl yazılması gerektiği konusunda biçim ve teknik olarak daha çok Batılı yazarlardan yararlandım. Onlar dünyayı bizden daha iyi biliyor galiba. Tıkandığımda Hemingway’e, Cortazar’a, Fuentes’e, Carver’a Tabucchi’ye, Cheever’a, Salinger’a daha çok baktım.

Öte yandan çocukluğumdan beri farklı toplumsal katmanlarda, tam da kalabalıkların içinde oldum ve içerik olarak öyküm bu kalabalıklardan, yaşadığımız hayatın mucizevi doğasından, sıra dışılığından besleniyor. Aslında içerik olarak tam manasıyla Anadolu’nun hikayesinin bizi ilgilendirmesi gerekiyor. Dünyada bizim kadar köklü bir kültüre, ruha sahip kaç ülke var?

Anlatmayı değil, göstermeyi daha çok tercih ettiğim için bazı metinlerde boşluklar var galiba. Öykülerimde ana izleğe bağlı birkaç cümleyle geçiştirdiğim küçük epizotlar var. Ama hayat da böyledir zaten. Her gün kaba bir bakışla birbirinin tekrarı gibi görünen bir şeyler olup biter fakat herkesin yaşamı boyunca peşinden sürüklediği -içeride, bazen derinlerde, çok derinlerde- kocaman bir dünya vardır ve asıl hayat orada yaşanır. Bazen biraz görürüz o derinlerdekini ve yutkunuruz.

Anlatım tarzınız metin içi diğer unsurlarla bütünleşik bir yapıda ilerliyor sürekli. Karakterleriniz de bazen yenilmiş, üzülmüş, kaybetmiş, sevinmiş olsa da çoğunlukla hayata karşı bölünmemiş insanlar. Oyunlu kurgulardan çok, geçmişe ve geleceğe uzanabilen bir zaman çizginiz var öykülerde. Bu çizgi hayatın taşıdığı umuda götürüyor bizi. Katılır mısınız? İnsanın anlatacak bir şeylerinin olması bununla ilgili midir?

Umut, neye baktığınızla, yüzünüzü nereye çevirdiğinizle ilgili sanırım. Hayatımızın ve bedenlerimizin sahibi biz değiliz. Bunu genç yaşlarda acılı tecrübelerle öğrendim. Hayat, varoluş bize bir lütuf. Şükür gerektiren bir lütuf. Varoluşun bir hazzı varsa bunu bize lütfedene borçluyuz. Hediyeler almış birinin suratının asık ve mutsuz olması hediyeleri vereni üzmez mi? Hakikat apaçık bize lütfedildikten sonra anlamsız varoluşçu bunalımlara, arayışlara gönül indirmek içinde kibir barındırmıyor mu? Neden içindeki nura değil de çamuruna bulanmak istiyorsun? Eşyanın ardındaki büyük hakikate baktığında insan nasıl umutsuz olabilir? Kullarını bir annenin evladına duyduğu şefkatten daha fazlasıyla seven bir sahibimiz var, şükürler olsun. Celal’de kalmayı veya Celal’den Cemal’e gitmeyi insan kendisi tercih eder. Tabii ki hüzün de vardır, kalbi olanın hüznü olmaz mı? Ama hüzün helaldir ve keyfe kâfidir.

Çok belirgin biçimsel ve deneysel arayışların -en azından bazı yazarlar için- bir yeteneksizliği gizlediğini düşünüyorum. Biraz önce de söylediğim gibi Alice Munro’da güzel örneklerini gördüğümüz şeffaflaşmış bir biçimden yanayım. Öykülerimde tam şimdiyi anlatmak istedim şu ana kadar. Bu bazen öyküleri kısırlaştırsa da daha okunaklı yapıyor galiba.