Jalmensia

Perdelerin arasından beliren pırıl pırıl turkuaz suyun kenarındaki kumlara doğru yürüyor.
Perdelerin arasından beliren pırıl pırıl turkuaz suyun kenarındaki kumlara doğru yürüyor.

Betimlemesi benimkilerden daha parlak. Altı yaşında olmasına rağmen, güçlü çağrışımları var. Dişlerinin döküleceğini duymuş, her sabah aynaya bakıyor, sayıyor dişlerini. Dişlerin birer meyve, olgunlaşınca düşerler, daha güzellerinin çıkması için. Böyle demiştim ama yine de vazgeçmek istemiyordu.

Gece masallar anlattık birbirimize. Gülümsüyorum birlikte yaptığımız hikâyelere. Benden önce uyanmış. Uyuyan yüzümde çizgiler çiziyor. Burnumda, kaşlarımda, alnımda, saçlarımda. Minik parmaklarıyla. Beni gülümsetiyor. Gülümsetmeye çalışıyor. Onun, zorlandığım yerde, soruyla masalı devralıp olayları yoluna koymasını, sonra bana devretmesini hatırladım. Buna bayılıyorum. Patates Amca ile Domates Teyze’nin serüvenlerinin tam ortasındaki trafik lambalı bölümün onu sıktığını fark ettiğimde. “Jelmensia’dan bahsetmemi ister misin?” dedim, kafasını salladı. Şahmeran’ın özelliklerini almış, adını değiştirmişti. Ona Jalmensia’ın bacaklarının uzunluğundan, büyük gözlerinin güzelliğinden, hangi filmleri sevdiğinden, altımızdaki şehirde bize benzemez insanların ona nasıl saygı duyduğundan bahsettim. O da bana, onun aynı zamanda nasıl uçabildiğini, takılarını ve küçük askerlerini anlattı.

Betimlemesi benimkilerden daha parlak. Altı yaşında olmasına rağmen, güçlü çağrışımları var. Dişlerinin döküleceğini duymuş, her sabah aynaya bakıyor, sayıyor dişlerini. Dişlerin birer meyve, olgunlaşınca düşerler, daha güzellerinin çıkması için. Böyle demiştim ama yine de vazgeçmek istemiyordu. Biraz daha uyumak istediğimi düşünerek perdelerin arasından beliren pırıl pırıl turkuaz suyun kenarındaki kumlara doğru yürüyor. Görüyorum. Biraz daha uyuyacağım. O uyuduktan sonra şantiye planlarını, demir ve çimento hesabını sabaha doğru tamamlayabilmiştim. Geleceklerdi kapıma, “mühendis bey,” diye. Uyurken, uçağa nasıl koştuğumu, annesinden ve onun eşinden nasıl onay aldığımı düşünüyorum. Uçakta okuduğum kitap için sahafa teşekkür etmeliyim bir ara. Onun kumral saçlarını, güneşten kızarmış yanaklarını, yüzünü bana çevirdiğinde umutla bakan ela gözlerini, eşsiz gülüşünü.

Büyümesini istemiyorum, benden başka kimsenin olmasını istemiyorum, berbat gerçeklerle tanışmasını istemiyorum. Okula da gitmesin. Dizlerini kırmış, kocaman bir dağ yapıyordur, kumlarını kazdığı yere de taşıdığı su ile sessiz bir göl. Çok uzun düşünmüş olabileceğimden ve annesinden korkarak, hızla yatağımdan fırlayıp kumsalda koşuyorum. Göremiyorum onu. Sakinim. Olmalıyım. Şarkılı mırıltılarını duyuyorum. Sağa yöneliyorum. Koşuyorum. Tepeciğin orada. Onun askılı elbisesini ve kollarını görüyorum. Koşuyorum. Duruyorum. Karşısında üç insan boyunda, vücudunun altında ışıklı pullar, çok uzun saçlı, kocaman güzel gözlü bir yaratık duruyor. Karşısında duruyorum. Durmak zorundayım. Ne yapacağımı bilmiyorum.

Yaratık gözlerini kocaman açıyor. Birazdan kızımın üzerine kapanıp ona yalvarabilirim. Uçmasını bekliyorum ama o küçük bir iniltiyle küçük tepeciğin yanından kıvrılıyor ve suda kayboluyor. “Ne yaptın baba, korkuttun onu. Senden bahsediyorduk. Senin hayallerinden,” dedi. Diz çöküp ona sarılıyorum. Bir dakikadır tuttuğum nefesi, turkuaz yeşili suya bakarak küçük bir iniltiyle veriyorum.