Kesmeşeker; En Çok Seni

Okan Çil
Okan Çil

Daha öykülere başlamadan vurulduğum üç satır var aslında. Önce ondan bahsedeyim. Dedalus’un künye yanı küçük yazılarından. Bu satırlar Baran’a ait muhtemelen. Şöyle diyor: “Bu köşeyi sadece bir kitap için bana bıraktı Sedat abi. Şöyle yazayım: Babam iyileşiyor. Çiğdem’le barıştım. Çalan şarkı: Kesmeşeker; En Çok Seni.”

Çoğul bakış köşesini, siz sevgili okurlarımız için restore ettik ve “dört artı bir”e çevirdik. Artık herkesin bir odası var. Arda Arel, Ahmet Melih Karauğuz, Mahmut Sami Yıldız ve Ali Güney bu odaların sahipleri. Her sayı bir konuğumuz olacak ve konuğumuzu; edebi, estetik zevklerimize sığınarak kendi odalarımızda ağırlayacağız.

Ben, Gülhan Tuba Çelik ise “dört artı bir”in“bir”i olarak burada olacağım.

Bu sayıdaki konuğumuz Dedalus Yayınları’ndan çıkan Onu da Sonra Anlatırım adlı öykü kitabı. Müellifi Okan Çil.

Onu da Sonra Anlatırım, Okan Çil, Dedalus Kitap
Onu da Sonra Anlatırım, Okan Çil, Dedalus Kitap

Daha öykülere başlamadan vurulduğum üç satır var aslında. Önce ondan bahsedeyim. Dedalus’un künye yanı küçük yazılarından. Bu satırlar Baran’a ait muhtemelen. Şöyle diyor: “Bu köşeyi sadece bir kitap için bana bıraktı Sedat abi. Şöyle yazayım: Babam iyileşiyor. Çiğdem’le barıştım. Çalan şarkı: Kesmeşeker; En Çok Seni.” Kitabın kapağı hafif bir havaya sokmuştu beni. Hafif güneşli, biraz rüzgârlı, çokça ılık, bahar kokulu, akşamsefalı, yaz akşamlı bir kitaptır, kolay okunur demiştim. Ama künyedeki editör yazısında biraz tökezledim. Daha önce duymadığım bir grubun daha önce duymadığım bir şarkısı. Bu üç satırın içtenliği, bana verdiği ruh sarstı beni. Şarkıyı açtım. Birkaç kere dinleyip Baran’ın babasının hastalığını, Çiğdem’in nasıl biri olduğunu, Kadıköy sokaklarını, kitap dolu sırt çantalarını, Dedalus’un sımsıcak ama hüzünlü ofisini, balkon kapısının aralığında sigara tutan elleri düşündüm. Kitabın kapağı “dört artı bir”in genelinde yine övgüler almış ama künye yanı yazıları okunmadan mı geçiliyor acaba? Ya da o sıralar ben mi fazla duygusaldım? Şiir gibiydi sanki: “Babam iyileşiyor. Çiğdemle barıştım. Çalan şarkı; Kesmeşeker; En Çok Seni.”

Farkında mısınız bilmem ama senaryo geçmişi olan öykücü ve romancılar türedi son zamanlarda. Silvan Alpoğuz var, Bülent Ayyıldız var, şimdi de Okan Çil. Muhtemelen devamı geliyordur. Eserlerdeki rahat anlatımı, görselliği ve ustaca diyalogları sadece senaryo deneyimine bağlamanın tehlikeli ve kolay bir genel kabul olacağından endişelenmeye başladım. Senaryo yazdığı için rahat anlatmıyorsa peki? Ya rahat anlattığı için senaryo yazdıysa? Bahsi geçen bu yazarlar “hakkında” kısmına senaryo yazdıklarını yazmamış olsa nasıl bir çözümleme yapardık cidden merak ediyorum.

Ben Okan’ın kitabında en çok ironi, kara mizah ve çarpıcı fikirleri sevdim. Kötü espriler, klişeler ve yapaylık biraz vardı evet, ayrıca deneysel çabaları da sevmedim fakat şu satırlardaki derinlik görmezden gelinecek gibi değildi:

“Yorgundum, ufak tefek hesap hataları da yapıyordum arada ama yüzüm gülüyordu artık.” (Aşk Fiillerinin Unutulmaz Nesnesi, sayfa 11)

“Akşamın tenhalığında çınlayan haykırışlarıyla aynı anda birkaç yerde konuşuyor gibiydi.” (Dünyanın Sonu, sayfa 18)

“Senin hatan başka. Sen beklemeyi bilmiyorsun. Böyle olmaz.” (Serkan ve Osman Abi, sayfa 23)

“Boğazımıza can sıkıntısı gibi bir şey takılıyor.” (Zaman, sayfa 29)

“Aha işte sıkıntının tam ortasında büzüşmüş oturuyorduk. ”(Her Şeyden Münezzeh Bir Duygu Var mı? sayfa 33)”

Derin ve ustalıklı bulduğum her cümleyi yazma şansım yok fakat psikososyal durumların tak diye verildiği başarılı cümleler azımsanmayacak çoğunluktaydı. Bu da Okan’ın sezmeyi ve görmeyi bilen biri olduğunu ispat eder bize. Bunlara rağmen niçin kolay bir yola saptığına ise anlam veremedim. Küfürlerin savrulması ya da cinselliğin uluorta yaşanması bir edebi eserde şık durmuyor bence. Ya da denenmiş denemelerin yeniden icra edilmesi.

Arda Arel yazısında özellikle kendi öyküsünden yola çıkarak bunları tek tek yazmış zaten. Onun yazısı çoğu kişiye “Helal olsun.” dedirtecek cinsten. Mahmut Sami ise yazısına “Ben öykü eleştirmeni değilim…” diye başlamıştı. Aramızda kalsın ama o kısmı sildim. Hiçbirimiz öykü eleştirmeni değiliz. Hatta Türkiye’de öykü eleştirmeni bir elin parmaklarını geçmiyor. Ama bu işi yapıyor muyuz? Yapıyoruz. Sami’nin o cümlesi biraz da kendini sağlama almak gibime geldi. Kitabını eleştirdik diye bugüne kadar kimse bizi dövmedi sonuçta. Ahmet Melih’te tarımdan mitolojiye uzun yazı girişlerine şimdiden alışsanız iyi edersiniz. Ali Güney ise bu sayımızın en dağınık ve baştan savma odasına sahip isimdi. Uyanıklık edip “Anlat bakalım.” dese de kendisi bize pek bir şey söylememiş. İlk elin günahı olmaz diyelim biz de. Gerisini sonra anlatırız.