Kibirliler Köyü

Simurg
Simurg

Dilsiz, Düşark’ın önüne geçip engel olmaya çalıştı, ayaklarına kapandı ama dinlemediler sessiz yakarışları. Düşark yazmaya devam etti. Farkında değildi ama harflere zulmeden acı dolu bir yazıydı yazdığı. Kubrâ Köyünden yukarı doğru kötü kokular yükseliyordu sadece Sis’in ve Dilsiz’in alabildiği kötü kokular.

Sesi çıkmayanları horlamayın onlar ki gökten gelenle konuşurlar.

Miard – 5. Ayet

Nasıl olmuşsa olmuş ve tarih değil hatalar yine tekerrür etmişti Kibirliler Köyünde. Onlar ki atalarının dininin istikametinden şaşmışlardı. İçine düştükleri kibir bataklığının pis kokusu her geçen gün bir hanesine daha sirayet etmişti köyün. Yıllar geldi geçti, artık kibrin sokaklarında şahsiyet kazandığı bu köyde durumu fark edecek kimse kalmadı. Gençler güçleri ve güzellikleriyle, çiftçiler hasatlarıyla ve hayvanlarıyla övündüler. Kutsal metinleri olan Miard’ın hafızları, yorumlarıyla kendi kendilerini yüceltiler. Analar emzirdikleri bebelerin boylanıp poslanmasını sütlerinden bildiler. Sokakta oyun için koşturan çocuklar bile maharetli oluşlarının kibrini koydular ortaya. Ve köyün tek mazlumunun doğumundan bu yana on iki sene geçti…

Kibirliler köyünün tek mazlumu yanından hiç ayırmadığı, devamlı notlar aldığı defterini kenara koyduğunda dışarıda kopan curcunadan haberi yoktu. Sis ismini verdiği can dostu köpeği her zamanki gibi onun yerine duymuş odanın içinde dört dönerek haber vermeye çalışıyordu. Sis’in debelenmelerini gördüğü anda kapıya yöneldi çocuk, ceketini omzuna attığı gibi evden çıkan babasını görüp peşinden fırladı. Köyün üstadı Düşark hararetli bir konuşmanın henüz başındaydı. Kulakları duymayan çocuk gözlerini kısmış Düşark’ın dudaklarına odaklanmış ortaya saçılacak sözcükleri gözleriyle yakalamaya hazırdı. Düşark başladı mı kolay kolay susmazdı:

— Dinleyin beni Kubrâ Halkı lafı uzatmayacağım. Artık yeni sözler söylemenin zamanı geldi de geçiyor bile. Miard bizim başımızın tacı kutsalımız ona tek bir söz bile söyleyemem ama Miard artık yüzyıllar evvelinde kaldı kabul edelim. Öyle değil mi yaşlı Nişar senin dedenden bile önce gelmedi mi Miard.

— Dedemin dedesinden ve onun dedesinden bile önce geldiği söylenir.

— Muhakkak ki doğrudur şüphe yok. Lakin ne Kubrâ Halkı yüzyıllar öncesindeki gibidir ne de dünyamız o eski günlerini yaşıyor.

— Lafı dolandırma Düşark ne diyorsun çabuk söyle.

— Sakin ol çiftçi sakin ol, üstadın konuşuyor sabret.

— Üstadım değilsin Düşark, sahip olduğun ilim belli, benimki de belli senden üstün olduğumu üç kelimeyle kanıtlarım.

— Tabii yorgun çiftçi tabii ama ilmimi yabana atma ve sessizce dinle.

— Bayılırsın gösterişe zaten çabuk ol.

Gözlerinin yakaladığı cümleler dehşete kapılmasına yetmişti sağır ve dilsiz çocuğun. Yüzyıllar evvelinde kalmak da ne demek? Sis’in bacağına dayanmasıyla güç aldı tek dostundan.

— Artık inandığımız Tanrı’nın bize öğretebileceği bir şey yok bunun farkındasınız. Eğer olsaydı bizden esirgemez yeni kelimelerini gönderirdi. Ya bize yeni şeyler göndermeli ya da bu mükemmel Kubrâ Halkının sözüne kulak vermeli. Gençlerimiz güçlü ve yakışıklılar civar köylerden akıllarını çelebilecek tek bir dilber bile yok öyle değil mi, neden? Çünkü onların dilberleri de bu köyde de ondan…

Gülüşmeler kopmuştu kalabalığın bağrından, gördüğü dişler çirkin gülüşler sağır çocuğun endişesini bir kat daha artırmıştı. Konuşmanın varacağı noktanın vahametini Sis bile anlamıştı. Düşark kuvvetli bir hatipti ve toplumu nasıl yönlendireceğini iyi biliyordu.

— Ekinlerimiz ve hayvanlarımız muazzam öyle değil mi? Köyümüzün büyükleri bu dünya üzerine gelmiş en zeki insanlardan ve bizler de onların yolundan gitmiyor muyuz? Söyleyin bana sultanlar neden tutmadılar yaşlı Nişar’ı yanlarında bilmez misiniz? Kıskandılar da ondan sen söyle ihtiyar susma, çekinme.

— Çekinecek değilim zekâmın sınırlarını sorgulayacak zekânın zerresi yoktu kafalarında.

— Ha şöyle… Biz bize yetiyoruz ama bir şeyler yine de eksik. Kubrâ Halkına eksiklik yakışmaz! Siz söyleyin yakışır mı?

— Yakışmazzzz!!

— Yakışmaz tabii. Şimdi size Kutsal Miard’dan bir pasaj okuyacağım size bilmediğiniz bir şeyi söylüyor mu söylemiyor mu siz karar verin.

Herkes boyunlarını bükmek yerine burunlarını dikmişlerdi havaya, bir tek sağır çocuk yüzünü eğmiş göz ucuyla ezberinde olan ayetlerden hangisini okuyacağını merakla bekliyordu.

— Ateş toprağa düşerse kavurur/ Toprak ateşe düşerse söndürür/ Toprak suya düşerse taşırır/ Su toprağa düşerse emilir/ Su havaya düşerse yağmur/ Hava suya düşerse ya kar olur ya buhar/ Öyle ki hava ateşe düşerse helak olur.

Bitirdiğini belirten ifadesi yüzündeyken Sis havlamaya başlamış ve anında dilsiz çocuk tarafından sakinleştirilmişti. Sözlerine devam etti Düşark.

— Bu sözlerde size bilmediğiniz bir şeyi söyleyen tek kelime var mı?

— Yookkk!

— Yok tabii! Çünkü bunlar yüzyıllar evvelindeki halka söylenen sözlerdi artık bunları herkes biliyor hatta şu Kubrâ Halkının tek noksan yavrusu Dilsiz bile.

Dilsiz heyecanla bir şeyler yazıyordu defterine ve üzerine yönelmiş onca aşağılayıcı bakışa aldırmadan Düşark’ın önüne varıp yazdığı notu gösterdi. Düşark’ın okuduğu ayetlerin devamıydı yazdıkları:

— Üstad işinize karışmak haddime değil ama Yüce Miard’ın ayetlerini bölmek anlamların bozulmasına neden olacaktır. Bildiklerimizi tekrar hatırlatması onun değerini düşürmez öyle ki devamında Yüce İlahımız bize “Gök ayaklarınızın altındaymış gibi yürümeyin ki merhamet olunasınız” diyor bizi yanlışa düşmekten ve tabii helaktan koruyacak durumun izahıdır. Buraya dikkat kesilmeliyiz diye düşünüyorum.

— Vah yavrucak vah görüyor musunuz ey Kubrâ Halkı, içinizdeki şu Dilsiz yorumlarımızı yadırgıyor ve düzeltmeye kalkıyor, bu ne kibir. Bu ne kibir! Uzak dur uzakkk! Bunca insandan ve benden daha iyi mi bildiğini söylüyorsun.

Saldırgan bakışların altında itilip kakılmaya alışmış zayıf bedeni sadık dostu Sis’in yanına çöktüğünde babasının bile ona herkes gibi baktığını görüp ikinci kez yıkılmıştı. Miard’ı kimse onun gibi okumuyordu, en başta da Düşark garip manalar yükleyip öyle hükmediyordu. Konuşmanın geldiği son noktada Düşark yüzyıllardır yukarıdan aşağıya yazılan harflerle bezeli kutsal metni tekrardan yazacağını ama bu sefer aşağıdan yukarıya doğru, devre uygun cümlelerle yazacağını söylediğinde Dilsiz’in ümitsiz bakışları yere düşmüştü. Ateşin toprağa düştüğünü yazdı defterine, dua etti akabinde içinde doğup büyüdüğü köyü, ailesi ve halkı için.

Kalabalık dağıldığında Dilsiz evine varmış odasında Miard’dan ayetler arıyordu, yapılmaya yeltenilmiş yanlışa karşı delil olacak ayetler. Babası odasına bir hışımla dalıp bağırmaya başladığında kulaklarını değil gözlerini kapadı görmemek için sözcükleri, bir de gözyaşları daha az geliyordu gözlerine bastırdığında. O gece Düşark halkı da ikna etmiş ve yeni kutsal metinlerinin müellifi olmada kendini kudretli görüp halktan onay almıştı. Yenilikler hakkında fikirler alıyordu halktan “hani olmaz ya çirkin ve sakat çocuklar köle olarak satılmalı bence bunu bir düşün Düşark” “Erkeğinden sıkılmış kadınlar yeni erkek alabilmeli bunu da düşün” “O zaman kadınından sıkılmış erkekler de yeni kadın alabilmeli”.

O gece ilk harfi önündeki kâğıdın en altına koyduğunda derin bir nefes aldı Düşark başı dik göğsü geniş bir halde duruyordu. Kelimeyi yukarı doğru tamamladığında uzaklardan bir ses duydu, aldırış etmedi. Devam edip ilk cümleyi bitirip noktayı koyamadan uzaktaki ses köyün tepesine çökmüştü. Apar topar kapıya çıktığında köyün üstünde daireler çizen dev kuşu gördü. Biri dehşetle omzuna yapışıp aşağı çekercesine “bu nedir Allah aşkına söyle” dediğinde ağzından sadece “Simurg” ismi döküldü.

Simurg bütün kadim hikâyelerde geçerdi. Miard ise ölümden beri bilge kuş olarak bahsederdi ondan. Köy halkı tepelerinde uçan kuşun azameti altında ezildikçe ezildi, köy meydanına toplanmaları ise Simurg’un köyün dışındaki otlağın üzerine çekilmesiyle oldu. Simurg geniş otlağın tam ortasında pençelerini yere koymadan koca kanatlarını ağır ağır çırparak havada asılı duruyordu. Kanatlarının çıkardığı rüzgar yeşil otlaktan geçip toprak renginin hakim olduğu köyün sokaklarında dağılıyordu. Köy halkı korkuyla karışık duygular içinde bir şeylerin yapılması gerektiğini biliyordu. İhtiyarNişar, Düşark’a dönüp:

— Konuştur hatipliğini sor bakalım ne istiyor bizden.

Düşark çaresiz öne atıldı ama otlağa attığı üçüncü adımın peşinden Simurg’un çığlığı ile gerisin geri kaçıp geldi. Öyle korkmuştu ki halkın önüne neredeyse yuvarlanarak düştü ve gözleri Dilsiz’in gözlerine kenetlendi. Aklına Miard’ın beşinci ayeti geldi.

— Sen Dilsiz, Simurg’la sen konuşacaksın ancak seninle konuşur… Bakmayın bana öyle Kutsal Metnimiz öyle haber veriyor “Sesi çıkmayanları horlamayın onlar ki gökten gelenle konuşurlar.” İşte orada gökten gelen tanrının en büyük meleği.

Dilsiz yutkundu, dostu Sis ile göz göze geldiler. Dilsiz’den önce Sis yürüdü Simurg’a doğru peşinden de Dilsiz. Köy halkı olanları dehşet dolu gözlerle izlediler. İçinden cümleler geçiyordu Dilsiz’in ağzından dökülemeyen cümleler. Ne demeli Yüceler Yücesinin şu muazzam kanatlı kuşuna, nasıl hitap etmeli. Madem ayette öyle geçiyor sesi çıkmayanlar konuşabilir gökten gelenle o halde beni duymanın bir yolunu biliyor olmalı bilmez olur mu hiç o ki ölümden beri bilge kuş dünyanın kaç kez yok oluşunu görmüş ama yine de hayatta kalmış o ki…

— Yaklaş sesi çıkmayan korunmuş ruh.

— Ben miyim o, Yüce Simurg.

— Seni noksan sananlar sadece ahmaktır inandığın ve itaat ettiğin İlahın seni ana rahminde bile koruyandır.

— Şükürler olsun.

— O kibir dolu halk beni nasıl duyduğunu soracaktır onlara kalbimle duydum diyeceksin ama onlar sana belki de inanmayacak, kulak asmayacaksın, onlar ki iflah olmazlar. Ben helak için geldim.

— Kabahatlerini söylersen bana belki ikna ederim onları dönerler yanlışlarından.

— Saf olma öyle bir şey olmayacak bilirsin.

— Onlar benim halkımdır yine de ısrar ediyorum sana varsa sözümün kıymeti söyle bana kabahatlerini.

— Atalarına gelmiş pak metni kirlettiler, atalarının pak inancını kirlettiler harflere zulmettiler kimse cüret etmemişti aşağıdan yukarı yazmaya ama bu densizler sözlerinden ibret alacakları yere İlahlarına akıl vermeye kalktılar.

— Anlıyorum şüphesiz korkunç bir şey yaptılar lakin seni gördüler ya bence bu korku onlara yeter ama cüretimi mazur gör Yüce İlaha son bir yakarışta bulunmak istiyorum: bu halk senin kullarındır yeryüzündeki herkes gibi… yine de sen bilirsin.

Simurg üç kere peşpeşe kanat çırparken ses çıkarmadı sonra yükseldi, yükselirken de seslendi;

— Duan kabul oldu sesi çıkmayan çocuk onları uyar yanlışlarından dönsünler yoksa akıbetleri fenadır.

— Minnettarım Simurg aracılığın için.

Simurg’un ardından köye döndü Dilsiz, kalbinin sesini duyamayacakların yanına ve yazdı defterine aralarında geçen konuşmayı. Simurg’un dedikleri bir bir çıktı. Önce nasıl onu duyduğunu, nasıl sesini duyurduğunu sordular, anlatmaya çalıştı anlamadılar. “Biz hiçbir şey duymadık” dediler Dilsiz çaresizce yazdı defterine hatta yalvardı yanlışlarından dönmeleri için ama kalpleri mühürlü gibiydi. Yine Düşark hinlik edip sözü devraldı:

— Ey Kubrâ köyünün şerefli halkı biz ki hep neyi merak ederdik… Tanrımızın büyüklüğünü ve kudretini öyle değil mi?

— Öyleee!!

— İşte bize işaret olarak en büyük meleğini bilge kuşunu gönderdi. Evet evet şimdi her şey yerli yerine oturdu. Ne diyor Miard’da Yüce Tanrımız “O şerefli kavim ki büyüklüğümüzü ve kudretimizi merak ettiğinden onlara ölümden beri hikmetli büyük kuşumuzu gönderdik. Onlar imtihanı kazananlardı”. Gününüz kutlu geceniz şerefli olsun imtihanı kazandık. Bize de en büyük haberciyle gelen haber yakışırdı zaten.

Dilsiz, Düşark’ın önüne geçip engel olmaya çalıştı, ayaklarına kapandı ama dinlemediler sessiz yakarışları. “Yolumuzda sorun yok yolumuz doğrudur biz ki imtihanı kazanan kavim Miard’ı yazmaya devam etmeliyiz” dedi. Dilsiz bir kenara atıldı gözünden akan yaşlar ise toprağa düşerken yanında ne babası ne de anası vardı sadece Sis ortak oldu kederine. Belki terk etmesi gerekiyordu köyü ama etmedi, odasında dua etti. Düşark yazmaya devam etti. Farkında değildi ama harflere zulmeden acı dolu bir yazıydı yazdığı. Kubrâ Köyünden yukarı doğru kötü kokular yükseliyordu sadece Sis’in ve Dilsiz’in alabildiği kötü kokular.

Gecenin en karanlık anında bir ses duyuldu uzaklardan, içinde dehşeti barındıran o ses köyün en uçtaki hanesine kadar girmişti. O güne kadar hiç duymadıkları o dehşetli sesle beşikteki bebekler, uykusu ağır ihtiyarlar bile uyandılar. Bu Simurg’tu ve geri geliyordu. Sis’in telaşından anlamıştı Dilsiz bir şeylerin olduğunu ve kapıya el attığı anda tekrar duydu Simurg’un sesini “Ört kapını! Ört ki azaptan korunasın”. İkazı dikkate aldı, kapıdan uzaklaştı ve yatağına dönüp bekledi. Simurg yaklaştıkça sesin şiddeti arttı. Bilge kuş köyün üstünde daireler çizerken ilahi azap onun sesiyle indi köye. Korkuyla kendini dışarı atanlar çaresizce kulaklarını tıkıyorlardı. Korkudan yere yüz üstü kapaklanıp öylece kalanlar oldu.

Simurg’un çığlığı her seferinde şiddetini artırıyordu, devamlı bir öncekinden daha kuvvetli, daha korkunç, daha sağır edici bir sesti duyulan. Korkuyla beşikteki bebelerini bile bırakıp kaçmakta olan kadınların gözleri kimseyi görmüyordu. Merhamet dilemek için kafalarını karanlık gökte parlayan Simurg’a doğru kaldıranların keskin gaganın içindeki alev kırmızısı dili görmeleriyle kendi dillerini yutmaları bir oldu. Sırt üstü kapaklanıp ihtişamlı dönüşün altında ezildiler… Güneşin ilk ışıklarıyla dışarı çıktı Dilsiz. Köyün sokaklarında cansız bedenleri gördü. Korkudan dillerini yutmuş, boğulmuş, yüzleri yere yapışmış bedenleri gördü. Hiç durmadı, aralarından geçip köyün dışına çıktı. Otlağın hemen sonundaki yüksek tepeye ulaştığında dönüp baktı ardına, kötü kokudan uzaklaştığını fark etti, o an gözleri doldu ve ilk kez dostu Sis’in sesini duydu:

— Neden ağlıyorsun güzel efendim.

— Orası benim köyümdü ve onlar benim halkım.

— Onlar seni dinlemedi onlar bunu hak etti.

— Haklısın sadık dostum ama en azından üzülmek gerekmez mi? Üzülmemek kibirden sayılmaz mı?