Kültürler sınırlar

Sınır bir anlamı, söylemi, dili, bağlamı, hali var etmenin ilk şartıdır.
Sınır bir anlamı, söylemi, dili, bağlamı, hali var etmenin ilk şartıdır.

Sınırın sırrı nedir? Sınırda ne vardır? Sınır neyi içerir ve neyi dışarıda tutar? İçerme ve dışarda tutma hattıdır sınır; ayırma ve birleştirme, kendi ile başkası arasındaki mesafeyi ayarlama durumudur.

Sınır, hayatın ana gerçeği. Hayat sınırlıdır; ömür, nefes, zaman ve mekân sınırlıdır. Esasında hayatın var oluş zemininde tüm doğallığıyla sınırlara rastlanır. Belli bir mekân, belli bir zaman, belli bir dil gibi hayatı var eden ana unsurlar hep bir sınırla mukayyettir. Her yerde ve her zaman; istisnasız. Hayatın çarptığı ilk duvar, hayatın yüz yüze geldiği ilk resim sınırdır. Toplumsal ilişkiler, tıpkı hayat gibi, sınırlar içinde oluşur, değişir, dönüşür, yok olur ve yeniden var olur. İnsanı ve toplumsal hadiseleri çevreleyen sınır, her durumda kendini belli eder. Kültür, gelenek, örf, adet, anane, görenek, ritüel, davranış, eylem gibi insanı anlamlı bir hayata katan esaslar sınırlarla hemhaldir. Her toplumsal ilişki aynı zamanda bir sınır işaretidir, her bir ilişki biçimi aynı zamanda bir sınır taşıdır. İlişki biçimi sınırı, sınır ilişki biçimini belirler. Sınırın sırrı nedir? Sınırda ne vardır? Sınır neyi içerir ve neyi dışarıda tutar? İçerme ve dışarda tutma hattıdır sınır; ayırma ve birleştirme, kendi ile başkası arasındaki mesafeyi ayarlama durumudur.

Ayrıca çizgi çekme, hatlar oluşturma, duvarlar inşa etme, engeller meydana getirme, zihinsel inşalar gerçekleştirme, ahlak inşa etme, değerler vazetme, ideolojik kamplar kurmanın işlevsel bir enstrümanıdır. Sınır bir anlamı, söylemi, dili, bağlamı, hali var etmenin ilk şartıdır. ‘Orada, bir yerde, o hal içinde, o şekilde, o durumda, o vakit’ ifadelerinin karşılığıdır; daha doğrusu bu ifadelerin anlam bulduğu zemindir. Mananın oluşabilmesinin gereğidir; mana ve manasızlık hep bir sınırla alakalıdır çünkü. Bütün mana sınırın imkânları ve sınırın çerçevesi içinde oluştuğu için, söylem, bağlam, dil buna göre şekillenir. Sınır, bir hat olmaktan önce bir söylem, bağlam ve dil olma gücüne ulaşır. İnsanın tüm etkinlikleri, ‘orada, bir yerde, o hal içinde, o şekilde, o durumda, o vakit, o maksatla’ gerçekleşir. İnsanın hayat aynasında kurduğu tüm ilişkiler, dile döktüğü tüm kelimeler, anlam kattığı tüm durumlar, ürettiği tüm nesneler, ayarladığı tüm vakitler gerçek bir sınırla çevrilidir.

Bu bir kaderdir; bu bir imkândır, bu bir nasiptir. İnsan çepeçevre kuşatılmış bir varlıktır; tam bir özgürlük elde etmesi pek mümkün değildir. Hayata gelen insan, hayatın sınırlarıyla, sınırın ana esaslarıyla hemen yüzleşir ve kuşatılır. Dil sınırdır, kültür sınırdır, ahlak sınırdır, inanç sınırdır; töre, adab-ı muaşeret, ritüeller, tutumlar, ilişki düzenekleri, gündelik hayat hep sınırlar içinde birer toplumsal yapılaşmadır. Sınırsızlık imkânsızlıktır bir bakıma. İmkân sınırda mündemiçtir. İmkânları içinde barındıran sınır, insana ‘orada, bir yerde, o hal içinde, o şekilde, o durumda, o vakit, o maksatla’ bir şeyler yapabilme cesaretini aşılar. İnsanın tüm üretimlerini ve etkinliklerini ifade eden kültür, evvel emirde belli sınırları gerektirir. ‘Orada, bir yerde, o hal içinde, o şekilde, o durumda, o vakit, o maksatla’ gerçekliği, kültürleri ve hayatları müthiş derecede etkiler. Yönlendirir, alan açar, ufuk açar, ortaya çıkmasına zemin olur ama bir o kadar da sınırlar.

Örneğin dil, insanın dünyayı yorumlaması, dünya üzerinde varoluş mücadelesi vermesi ve kendini var etmesi bakımından en esaslı kültür unsurudur. Kültür dil ile kurulur, sürdürülür ve taşınır. Dil değişince kültür ve insan da değişir. Dil, bir sınırdır; kelime, sözcük, söz, yazı belli şeyleri ancak ifade edebilir, birçok şeyi de ifade edemeyebilir. O dilin imkânları, ölçüleri, kelime dağarcığı, sözcük yapısı, ifade gücü nispetince insan ve kültür dile gelebilir; o kadar ve o şekilde. Başka diller de vardır dünya ölçeğinde, dolayısıyla başka kültürler, başka imkânlar, başka sınırlar. Kültürün oluşageldiği, deneyimlendiği, aktarıldığı ‘ortam’ açısından durum pek farklı değildir. Her bir kültür yahut kültürel öbek, mutlak anlamda bir yerde, coğrafyada, mekânda, yaşam alanında, meydanda yani bir ‘toplumsal ortam, toplumsal muhit’ içinde anlam bulur. Ortam olmaksızın kültürün neşet edip yayılması olası değildir. Ortam belli bir yerdir, mekândır, toplumsal yaşam alanıdır.

Burası bir karakterdir aynı zamanda, burası bir kaderdir aynı zamanda. ‘Coğrafya kaderdir’ yani kapıdır, imkândır, nasiptir, verilenlerdir. O verilenle iş görmenin imkânıdır coğrafya. Elbette başka bir anlamda ise sınırdır, çevredir, fiziksel gerçekliktir. Coğrafya ve mekân kendi sınırları olan bir gerçekliktir. Ortam kendi sınırları ve söylemi olan bir gerçekliktir. Kültür burada neşet etmektedir; dolayısıyla kültür, mekânla, coğrafyayla, ortamla kayıtlıdır. Buranın karakteri, buranın yapısal özellikleri, toplumsal halleri, insani gerçekliği ‘burada’ oluşacak kültüre damgasını vurur, çizgilerini belirler ve kültürün nasıl bir akışa sahip olacağını işaret eder. İnsanı, toplumu, hayatı, kültürü ve tüm etkileşimleri böylesine belirleyen sınır ile insanın ilişkisi sürgit devam etmektedir. Sınırları aşmak isteyen insan, hep bir sınırla sınanmak, hep bir sınırla geçinmek zorunda kalır.

Kültürün ona verdiğini özümser, uygular, tecrübe eder, imkân bilir fakat aynı zamanda onu sorgular, onunla kavgaya tutuşur, onunla mücadele eder. Sınırları aşma iradesinden vazgeçmez insan. İnsanın sınırla mücadelesi bambaşka haller doğurur. Sınırları aşmak isteği böylesi bir haldir. Sınırları kaldırmak, duvarları yıkmak, engelleri kaldırmak. Böylesi deneyimler insanlık tarihinin en nadide sayfalarında görülebilir. Dünyanın bunca farklılaşması, yeniden biçimlenmesi, yeni yeni hallerin, dillerin, söylemlerin meydana gelişi hep sınırları zorlamak, sınırları aşmak, sınırları ortadan kaldırmak arzusunun bir sonucudur. Sınırlar aşılır elbette, ama aşılan sınırlar başka sınırlarla çevrelenir. Durumlar değişir elbette, ama yeni durum başka bir durumla ilişkili hale gelir, kayıtlanır, karşılaşır. Durumlar durumları, sınırlar sınırları, haller halleri hep içerir; sınırdan, halden, durumdan çıkış dünya ölçeğinde pek mümkün değildir.

Dolayısıyla kültürler kültürleri, inançlar inançları, gelenekler gelenekleri, görenekler görenekleri içerir, günceller, yeniler, tazeler yahut öldürür, geriletir, kapatır. Ama her yeni inanç, kültür, gelenek, görenek gene bir sınır, durum, hal içinde anlam bulur. Kimi zaman kültürler için sınır büyük bir imkândır, kapıdır, yoldur; kimi zaman sınır bir kapatmadır, körleşmedir, kapanmadır, kısır döngüdür. Kültürün sınırlar içinde neyi nasıl üretip yaşattığı çok daha önemli bir sorgulamadır.