Kurmaca ne işe yarar?

ah, kurmaca! o ki tıpkı çay gibidir; faydalı mı zararlı mı, ihtilaf içindeyiz.
ah, kurmaca! o ki tıpkı çay gibidir; faydalı mı zararlı mı, ihtilaf içindeyiz.

"herkes kendi adını altın harflerle görmek istiyor, herkes biricik, herkes övgülerin en büyüğünü kendisi hak ediyor..."

tanımla başlayalım: kurmaca derken, normalde, kendisini içinde yaşayarak tecrübe ettiğimiz kâinatın her türden yeniden-yaratımını [mimesis] anlıyorum. mesela edebiyat, (en azından mimetik olduğu kadarıyla) şiir, sinema, hatta resim ve heykel; hatta ve hatta, yerine göre, attığımız tivitler. ama yazı boyunca kurmaca ile (kahir ekseriyetle) edebi kurmacayı kastedeceğim. ne var ki maddeler geniş anlamıyla bütün kurmacalar için geçerlidir. yaramak derken de aslında biraz alaycıyım. çoğunlukla kurmacanın yazarının başına açtığı belalardan bahsedeceğim.

Kibir

peşin kabul: ("hemen hemen") bütün kurmacacılar, marifetini sergileyen çocuk gibi, aferin almak için yazar. metnin muhatabı, başkasıdır. kendi için yazan yazdığını yayımlatmayıversin. gelgelelim kurmacacı bünyesi aferini hep bir üst makamdan bekler, ta ki daha üst bir makam kalmayıncaya kadar.

peşin kabul: ("hemen hemen") bütün kurmacacılar, marifetini sergileyen çocuk gibi, aferin almak için yazar. metnin muhatabı, başkasıdır.
peşin kabul: ("hemen hemen") bütün kurmacacılar, marifetini sergileyen çocuk gibi, aferin almak için yazar. metnin muhatabı, başkasıdır.

bu tavırda, aldığı her aferini, aldıktan hemen sonra küçümsemeye başlamak da gizlidir. dünyada kitapları yüz binlerce satan, devletlerden STK'lardan ödüller alan romancılara bakın: hâlâ bütün dünya onları konuşsun filan isterler: "işbu kadar okurum var, var ama beni anlayan ancak üç beş kişidir." iddiaya girelim mi: bence o üç beş kişi de yok aslında, yazarımıza göre kendisini hiç kimse anlamıyor. fazla uçup devler ligine gittik, biraz çap daraltalım: ilk öyküsünü yayımlayan genç yazar da yüz yıl sonraki velveleyi görür gibidir: "o dâhinin ilk eseri buymuş! işte, daha ilk öyküsünden dostoyevski'yi, marquez'i, kundera'yı, tanpınar'ı fersah fersah aşacağı belliymiş!" sonra ilk kitapları çıkar: okuru azsa kıymeti bilinmiyordur, görmezden geliniyordur. işin komiği, okuru çoksa da öyle. herkes kendi adını altın harflerle görmek istiyor, herkes biricik, herkes övgülerin en büyüğünü kendisi hak ediyor... o zaman diyebiliriz ki: kurmaca, kibir doğurur.

İfşa

  • yeni hayat romanı şöyle başlamaz, ama keşke başlasaydı: "bir gün bir kitap yazdım ve başıma gelmeyen kalmadı." biçare kurmacacı, bir gün bir kitap yazar ve hayatında didiklenmedik taraf kalmaz. psikanalizini yaparlar, yalan yanlış filmler çekerler, mahremiyeti afişe edilir. (hatta, değinip geçiverelim: aforoz ederler, hapse atarlar, katlederler.) mesela zelda ve f. scott fitzgerald çiftinin yatak odasında geçen "edebi" fıkraları duyanlarımız vardır. şu kaçınılmazdır: kurmaca, kurmacayla sınırlı kalmaz. insanlar, altındaki gerçeklere ulaşmaya çalışırlar ve bu esnada, yine kaçınılmaz olarak, başka kurmacalar inşa ederler: hem de bu defa yazar hakkında! şunu biliyorum: insan görülmek ister. belki popüler kültür ikonu olan yazarlar da hayatları magazinleşsin isterdi. ama şuna da iman ediyorum: bir yazarın, sabah sigarasını kahvaltıdan sonra mı, yoksa öncesinde mi içtiği bilgisi hiç kimsenin hiçbir şeyine yaramaz. yani: kurmaca, yazarını -az çok ama illa ki- ifşa eder.

Yanlış anlaşılmak

adam, su samurlarının işkenceyle katledildiği bir roman yazar. edebi kamu, hatta bazen basın, zavallı adamı "su samuru düşmanlığından" çarmıha gerilmeye mahkûm eder. yavrum yazar, kimseye "su samurlarının başına bunlar geldiği" için kendisinin "bu vahşeti göstererek su samurlarını kurtarmaya çalıştığını" anlatamaz.

yeni hayat romanı şöyle başlamaz, ama keşke başlasaydı: "bir gün bir kitap yazdım ve başıma gelmeyen kalmadı." biçare kurmacacı, bir gün bir kitap yazar ve hayatında didiklenmedik taraf kalmaz.
yeni hayat romanı şöyle başlamaz, ama keşke başlasaydı: "bir gün bir kitap yazdım ve başıma gelmeyen kalmadı." biçare kurmacacı, bir gün bir kitap yazar ve hayatında didiklenmedik taraf kalmaz.

(burada daha derinde kurmacanın doğasıyla ilgili bir sorun var, farkındayım. ama geçelim, anlayın ne kastettiğimi.) çeşitli dillerde yayımlanmış dönüşüm çevirilerinin kapak tasarımlarını google'da aratın: birçoğunda kafka'nın fiziken böcek yapıldığını göreceksiniz. ya tasarımcılar budala, ya okuru budala yerine koymuşlar, yahut da birilerinin içinde feci bir kafka nefreti var. adamcağız güzel bir kitap yazdı, haysiyetiyle yaşadı öldü; gerçekten, maddeten, fiziksel olarak hamam böceği suretinde gösterilmeyi hak edecek hiçbir şey yapmadı. son olarak hemingway, yaşlı adam ve deniz'de hiç ama hiç sembolizm kullanmadığına kimseyi inandıramamıştır. ama edebiyat tarihi romandaki yaşlı adama, denize ve balığa yapılmış sembolik yakıştırmalarla doludur. şu mudur: kurmacacılar, bazen de hakikaten yanlış anlaşılırlar.

bir edebiyat ve dil şaheseri bile olsa, bir romanı yazmak için totalde on yıllar, hatta bir ömür harcamaya değer mi?

Emek itlafı

ele avuca gelen uzunlukta bir romanı yazmak, çabukluk ve ahestelik rekorları müstesna, iki ila beş sene sürer. iki ila beş senede düzgün bir roman yazacak birikime ulaşmaksa çok daha fazla zaman alır. roman yazılıp yayımlandıktan sonra, tarihte çok çok büyük çoğunlukla olduğu üzere, ya hiçbir sonuç doğurmaz yahut kötü sonuçlar doğurur. biraz edebiyat kuramı okumakla anlarız ki modernizmin bencil-birey insanını yaratan, insanı ilah seviyesine çıkartan da; postmodernizmin diğer bütün canlı türleriyle eşit ve belki onlardan aşağı virüs-insanını yaratan da romanlardır; o yüzden bu noktayı daha fazla açıklamayacağım: geciktirmeden, bilindik bir cümleyi biraz değiştirerek, sorayım: kurmaca için bu kadar acıya değer mi gerçekten? bir edebiyat ve dil şaheseri bile olsa, bir romanı yazmak için totalde on yıllar, hatta bir ömür harcamaya değer mi? kurmacanın faydası da var elbette, farkındayım, zaten ben de kurmaca erbabıyım.

ele avuca gelen uzunlukta bir romanı yazmak, çabukluk ve ahestelik rekorları müstesna, iki ila beş sene sürer.
ele avuca gelen uzunlukta bir romanı yazmak, çabukluk ve ahestelik rekorları müstesna, iki ila beş sene sürer.

mesela kurmaca okuyarak başka hayatları görüyoruz, insan sarraflığımız gelişiyor, daha müsamahakâr ve anlayışlı, ince, rakik oluyoruz; kurmaca okuyarak kazandığımız okuma kültürü ve kavrayışla felsefi ya da bilimsel metinleri çok daha kolay anlayacak raddeye geliyoruz. (burada felsefe ve bilimi kurmacadan üstün tutuyormuşum gibi görünüyor, kaçınılmaz olarak. ama o ayrı bir bahis, burada değerlerinden bağımsız olarak söylüyorum.) yahut kurmaca yazarak kendimizi daha iyi tanıyoruz, biraz şanslıysak toplumdan maddi-manevi karşılığını görüyoruz vesaire. ama bütün bunların başka, daha kolay, daha çabuk yolları yok mu gerçekten? cevabından emin değilim, ama bazen hesapçılık ediyorum: diyelim ki para için bir kurmaca metni yazacağım. beş senede onu yazacağıma çince yahut kodlama öğrensem, daha çok para kazanacağım kesin.

diyelim ki kendimi daha iyi tanımak için kurmaca yazıyorum; tamam, okey, eyvallah, kendimi tanıdım, peki neden hâlâ mutsuzum, intiharın kıyısındayım ve yazdıklarım kötü sonuçlardan başka bir şey doğurmamış? diyelim ki insanlara faydalı olmak için yazıyorum; ama acaba yazacağım şey mesnevi'den, upanişadlar'dan veya bagavat gita'dan filan daha faydalı olacak mı gerçekten? elbette kastettiğim maddi fayda değil: salt irfani bir uğraş olarak, ruh yontmak amacıyla, yazmak yerine bırakalım felsefeyi bilimi ilmi, marangozluğa yahut çobanlığa yönelsem kendime ve topluma daha çok fayda sağlayabilirmişim gibime geliyor bazen. öyleyse şunu diyebilir miyim: kurmaca, ömrü boşa harcama riskini taşır.

İyi niyetle nükleer bomba icat etmek

türk-islam geleneğinde, bildiğim kadarıyla, bir sözü anlamaya çalışırken, o sözü söyleyene de bakılır. mesela şiirinde sevgiliden ve şaraptan bahseden kişi, lirik-tasavvufi şairlerimizden fuzuli'yse kastettiği sevgilinin allah, şarabın da ilahi aşk olduğunu farz ederken rindane şiirler yazmış şairimiz nedim'se kastettiği sevgilinin kanlı canlı bir insan, şarabın da bildiğimiz alkollü içki olan şarap olduğunu varsayarız. çünkü bir ön-kabulle hareket ediyoruz: "bu metin, müstakil, tek başına bir şahsiyet değil. nasıl okur olmadan kimseye bir şey söyleyemiyorsa, şahsiyet sahibi yazarı olmadan da söyleyemiyor. kendi kendini yaratmış değil." bu bakış açısında, postmodernizmin aksine, yazar ölmüş değildir; bilakis eseri elinde tutmaktadır. ama bugün, yazarı ölü kabul ediyoruz. (aslında genel olarak özneyi ölü kabul ediyoruz da bu bir bahs-i diğer.) hatta yazarlar bile kendilerini ölmüş sayıyor. "metin benden çıktı, okurundur." diyorlar.

"bu metin, müstakil, tek başına bir şahsiyet değil. nasıl okur olmadan kimseye bir şey söyleyemiyorsa, şahsiyet sahibi yazarı olmadan da söyleyemiyor. kendi kendini yaratmış değil."
"bu metin, müstakil, tek başına bir şahsiyet değil. nasıl okur olmadan kimseye bir şey söyleyemiyorsa, şahsiyet sahibi yazarı olmadan da söyleyemiyor. kendi kendini yaratmış değil."

bu korkunç bir şey. su samuru örneğine geri dönelim. evvela şunu kabul etmek kaçınılmaz: tamam, metni en az yazar kadar okur da yapıyor. su samurlarının katledildiği romanı birbirine zıt iki kişinin okuduğunu düşünelim. bunlardan biri romanın sonunda su samurlarını korumak için harekete geçerken diğeri "su samuru katletme zevkini" elde etmek için araç gereç tedarikine başlayabilir. (tabii devreye giren başka şeyler de var: yazar kimden taraf olmuş? kötülediğini söylediği şeyi övmüş, güzellemiş mi vesaire. ama yazar açık açık "su samurlarını koruyalım!" diye çığırıyorsa bile, romanından ikinci anlamı çıkartacak okuru engellemek mümkün olmayacaktır.) genç werther'in acıları'nı okuyup intihar edenler edebiyat tarihinin meşhuru. filanca polisiyeyi okuyup insanları birebir o eserdeki gibi öldürenlere dair haberler de duymuşuzdur.

bu noktada kendime iki soruyu sormadan edemiyorum: acaba insanları iyiye, doğruya, güzele çağırmak için kurmaca bir eser yaratan yazar; farkında olmadan, iyi niyetle bir nükleer bomba icat ediyor olabilir mi? okura bir hediye gönderiyorsunuz ve paketin içinden şakacı şirin'in bombalarından çıkıyor: bum! müjde; kaş yapacaktınız, göz çıkardınız! yine acaba bir mesele, kötü niyetle yaklaşıldığında bile yanlış anlaşılmayacak bir metotla ifade edilemeyecek kadar karmaşıksa (yani ancak ve ancak kurmacayla ve okurun iyi niyetiyle doğru ifadesini bulabilecek bir meseleyse), yine de ifade etmeye değer mi? yani belki de dümdüz "su samurlarını koruyalım!" demek mümkün değilse bile, insanları su samurlarını korumaya davet etmek için roman yazmamıza gerek yoktur, hatta bu zararlıdır.

liste aslında uzar gider ama kısa keselim ve son önermemizi dillendirelim: kurmaca, en azından bazen, zemini iyi niyet taşlarıyla döşenmiş ama ucu çamur deryası bir yere çıkan tünele benzeyebilir. ah, kurmaca! o ki tıpkı çay gibidir; faydalı mı zararlı mı, ihtilaf içindeyiz. ne kadarı faydalı, ne kadarı zararlı muğlak. ah, belki de kendisini derhal terk etmemiz gereken netameli bir gıda olan kurmaca!