Lambadaki cin

Dile benden ne dilersen, sahip!
Dile benden ne dilersen, sahip!

Profesör, özür dilerim efendim. Ancak bunu görmeniz lazım. Çalışma. Bir gelişme var. Deneklerden bir tanesi. Açık olarak. Yani düşündüğünüz gibi. Hepsini kaydettim. Elimizde, lambadaki cin testini geçen bir deneğimiz var.

"Dile benden ne dilersen, sahip!"

"Bana bir elma ver."

Avucumda şimdiye kadar gördüklerime hiç benzemeyen, hepsinden iyi, hepsinden daha fazla elmaya benzeyen, "mükemmel" elma beliriyor. Lambayı bir kez daha okşayıp "o şeyi" gönderdikten sonra elmayı inceliyorum. İlk bakışta kolaylıkla kırmızı renkli olduğunu söyleyebiliriz. Ama daha önce gördüğüm onlarca kırmızıdan daha farklı. Tasvir etmek zor, yalnızca "kırmızı" kelimesini duyunca aklınızda canlanan imgeyi düşünün. Avucumdaki elmanın rengi, gözümü kapatıp kırmızıyı düşündüğüm zaman gözümün önünde beliren renkle aynı. Kitaplarımı incelemem, renkler hakkında daha fazla bilgi edinmem lazım. Ama elmaya baktıkça içimi kaplayan bir huzursuzluk, bunun hiçbir işe yaramayacağını söylüyor. Şekli kusursuz. Bizim buraların şekilsiz elmalarına hiç benzemiyor. Tek bir çizik, leke, hastalık belirtisi yok. Tek bir şekil bozukluğu yok. Bir ağacın, böyle bir ürün vermesi mümkün mü? Adeta kusursuz bir işçilik, zanaatkarlığın doruk noktası. Bu haliyle hayranlık uyandırıyor, ama doğal olmadığı yönünde bir kuşkuya kapılmama da neden oluyor. Bu konu hakkında biraz daha çalışmalıyım. Bir ısırık alıyorum. Daha önce yediğim elmalardan almadığım bir lezzete sahip. Ne çok tatlı, ne çok ekşi. Sululuğu tam istediğim gibi. Bir ısırık daha alıyorum. Kesinlikle şimdiye kadar yediğim elmaların en iyisi. Bir tanesini bitirmek, açlık ve susuzluğumu gidermeye yeter, bunu anlıyorum. Hâlbuki bizim buraların elmaları hiç böyle değildir.

***

Batı'da bir adam, Eflatun diyorlarmış sanırım, bütün dünyamızın "idealar dünyasının bir yansıması" olduğunu iddia ediyormuş. Bütün gördüklerimiz, kötü birer kopyaymış ve kopyaların asılları, gerçekten mükemmel olan varlıklar, hep diğer "idealar dünyası" dediği yerdeymiş. Amcam bunu bana ilk kez anlattığında, bunun saçmasapan bir düşünce olduğunu düşünmüştüm. Tek bir dünya vardı ve buradaydık işte. Elimizde, ideal olanın bulunduğu dünyaya ait tek bir kanıt bile yoktu. O nedenle amcamla dalga geçmiş ve ona ‘' Eflatun denen adamı tanısaydım, foyasını ortaya çıkarırdım." demiştim. Avucumda duran "mükemmel" elmaya bakarken, Eflatun denen adamın haklı olabileceğini düşünüyorum.

***

Lambayı okşuyorum.

“Dile benden ne dilersen, sahip!"

Bütün odayı kaplayacak kadar cüsseli, ayakları yerine kuyruğa benzer bir şeye sahip. Hemen lambanın ağzından çıkıyor ve havada süzülüyor. Soluk mavi renkte, ancak dikkatinizi ondan ayırdığınızda arkasını görebiliyorsunuz. Bir nevi gaza benzese de elimi içinden geçecek şekilde uzattığımda, ne elimde ne de onda bir değişiklik oldu. Sadece gülümsedi. Duygularını pek sık göstermiyor, nadiren gülümsüyor. Onu sinirlendirmeyi, şaşırtmayı, korkutmayı, üzmeyi, güldürmeyi denedim. Yalnızca gülümsedi. Onunla deneyler yaptığımı, bizzat onu araştırdığımı biliyor mu? Biliyor gibi görünmüyor. Ama ne zaman yüzündeki o gülümsemeyi görsem, tuhaf bir duyguya kapılıyorum. Hayvanların zeka seviyeleriyle alakalı deney yaptığım zamanlarda, bazı denekler şaşırtıcı tepkiler gösterirdi. Bir problem karşısında, tekrar tekrar aynı sonuçları aldıktan sonra, artık umudunuzu kaybetmişken sıradışı bir denek çıkar, kendisinden önceki onlarca deneğin aksine sadece tek bir harekette bulunur. Her şeyi değiştiren o hareketin bir zeka parıltısı olduğunu hemen anlarım. Beyinlerini çıkarıp incelemeden önce hep gülümserim. Deneğimin bu gülümsemeden ne anlam çıkardığını hiç düşünmemiştim ama artık, son zamanlarda sık sık olmak üzere bunu düşünüyorum. "O şey" bana her gülümsediğinde kendimi, zeka parıltısı gösteren bir denek gibi hissediyorum.

"Bugün farklı bir şey denemek istiyorum."

Gülümsüyor.

***

İletişimimiz son derece sınırlı. Bu zamana kadar kendisine sorduğum hiçbir soruya cevap vermedi. Her gün, her konuşmamıza aynı cümleyle başladı. Benim söylediklerimi, emir cümleleri olmadıkları sürece dikkate almadı. Farklı dillerde de konuşmayı denedim. Sonuç hep aynı oldu, emir cümleleri dışında tepki vermedi. Yazarak, işaret dilini kullanarak, göstererek hatta isteğimi sadece aklımdan geçirerek onunla iletişim kurmayı dahi denedim. İstisna göstermeden, ne kadar çabalarsam çabalayayım yalnızca emir cümlelerime karşı tepki verdi ve isteklerimi harfiyen yerine getirdi. Hatta emir cümlesi olduğu sürece, söylemem bile gerekmedi. Zihnimden geçen bir emiri derhal gerçekleştirdi. Ama bugün, bunu değiştirmeye kararlıyım. Bugün farklı bir şeyler yapmak istiyorum.

"Sorduğum soruları dürüstçe cevapla."

"Nasıl istersen, sahip!"

Gülümsüyor. Daha önceki gülümsemelerine hiç benzemeyen bir şekilde gülümsüyor. Sanki bütün amacımı anlamış gibi -hayır hayır- ne yapmaya çalıştığımı zaten ilk günden biliyormuş da yalnızca o günün gelmesini bekliyormuş gibi gözlerimin içine bakarak gülümsüyor. Her şeyi bildiği hissine kapılıyorum. Bir dakika, bu doğru. Her şeyi, bütün amacımı zaten biliyor olmalı; çünkü zihnimi okuyabiliyor. İsteklerimi aklımdan geçirdiğimde tepki vermişti. Demek ki hepsini duyuyor, aklımdan geçen her şeyi dinliyor. Yalnızca tepki vermiyor. Ama açık ki tepki vermemesi, dinlemediği anlamına gelmez. Bunu kaçırdığım için kendime kızarken oda, davudi bir sesle yankılandı.

"Tepki vermemem, dinlemediğim anlamına gelmez."

Şimdi, denek hayvanlarımın ne hissettiğini anlayabiliyorum; çaresizlik, umutsuzluk ve korku.

***

Buraya kadar hikayemi tüm açıklığıyla anlattım. Yalnızca son kısmı yazmak, beni çok zorladı. Çünkü her ne kadar lamba ve artık "şişedeki Tanrı" diye tabir edeceğim o şeyle ilk karşılaşmamdan ona sorular sorduğum zamana kadar olan anılarım gayet açık ve hatırlanmaları kolay olsa da sonrası çok bulanık. Onları anımsamaya çalıştıkça adeta battığımı hissediyorum ve her seferinde şiddetli bir baş ağrısı çekiyorum. Terliyorum, ellerim titriyor. Şimdi bile kalemi tutmakta zorlanıyorum. Ama bunları yazmam gerekiyor. En azından onun için, bütün bunların farkında olan o adam için bunları yapmalıyım. Üstelik, aklıma gelenler bana bile hiç inandırıcı gelmese de tek bir şeyden kesinlikle eminim: Eflatun haklıydı.

***

Alnındaki parçaları çıkarıyor. Ensesindeki bağlantı kablosunu söküyor. Önündeki panelde birkaç noktaya basıyor ve odadan hızlıca çıkıyor. Uzunca bir koridorun ardında çalışmayı yürüten profesörün odası var. Çok önemli veriler elde etmiş olmasa, günün bu saatinde, profesör bu kadar yoğunken kapıyı çalmaya kesinlikle cesaret edemezdi. Ama içten içe profesörün kendisini anlayacağını biliyor; çünkü yıllar sonra ilk defa gerçekten bir ilerleme kaydedildi. İlk defa, gerçek bir "zeka parıltısı" ile karşılaşıldı. Böylesine önemli bir gelişmeyi profesöre bildirmemek hata. Bu yüzden kapıyı çalarken içinde hiçbir çekince yok.

"Beni bu saatte rahatsız etmeyin demiştim. Ne var?"

“Profesör, özür dilerim efendim. Ancak bunu görmeniz lazım. Çalışma. Bir gelişme var. Deneklerden bir tanesi. Açık olarak. Yani düşündüğünüz gibi. Hepsini kaydettim. Elimizde, lambadaki cin testini geçen bir deneğimiz var."

Hızlıca odadan çıkıp panelin bulunduğu odaya geldiler. Profesör, her şeyi en baştan izledi. Alaaddin'i gördü. Onun lambaya karşı olan davranışlarını, araştırmacının bu davranışlar karşısında tuttuğu notlarını, Alaaddin'in zihninden geçenleri, hissettiklerini, planlarını her şeyi gördü. Gülümsedi.

"Gerçekten ilginç. Kendi çıkarı için düşüncesizce isteklerde bulunmamış. Hatta böyle bir istek, aklına bile gelmemiş. Yalnızca anlamak istemiş. Elinin altındakini anlamak, ona dair bir açıklama getirmek istemiş. Hâlbuki bundan önceki yüzbinlerce denek, hiç böyle davranmamıştı. Simülasyonun işe yaramadığını düşünmeye başlamıştım. Farklı, kendilerine ait, sıradışı bir düşünce geliştiremeyeceklerini söyleyenlere hak vermeme ramak kalmıştı. Ama bu denek, her şeyi değiştirir. İkinci seviyeye geçelim."

Genç araştırmacı, gurur doluydu. Kendisinin deneklerinden bir tanesi bunu başarmıştı. Başarıda onun da payı vardı. Deney, devam edecekti. Alaaddin, bir sonraki aşamaya geçmeyi başaran simülasyonun ilk deneği olacaktı. Bunu bilseydi, o da sevinirdi. Kendi araştırmasının çok daha büyük bir şeyin parçası olduğunu anlayabilseydi şimdiki korkusunu yaşamaz, bu durumun tadını çıkarırdı. Kim bilir belki de bir gün, o seviyeye vardığında, ona anlatırdı. Sıfırdan onların seviyesine vardığını ona anlatırdı. Gölgeler dünyasından idealar dünyasına geçen ilk kişi, simülasyonda yaratılıp gerçek dünyaya adım atan ilk varlık, lambadaki cinin sahibi Alaaddin. Gülümsedi. Profesör, önündeki panelden başını kaldırmadan konuştu.

"Başarını takdir ediyorum. Ancak lütfen, bir dahaki sefere onlara şişedeki tanrılar olduğumuzu söyleme. Dünyayı ele geçirmeye çalışan deli bilim insanları değiliz."

"Haklısınız profesör, bizler yalnızca Alaaddin'in sihirli lambasındaki cinleriz."

İkisi de güldü.