Leyla Erbil öykücülüğü üzerine

Leyla Erbil yazın dünyasının en önemli ve uç karakterlerinden birisidir.
Leyla Erbil yazın dünyasının en önemli ve uç karakterlerinden birisidir.

Leyla Erbil’e göre; bütün insanlar yaralı olarak doğar, ömürleri boyunca anlaşılmak, sevilmek isterler. Erbil bu yara ve yaralı oluşun, yaşayışın, bilinç akışı, bilinç dışı, kolektif bilinç, varoluş ve gerçekliğin bozumu ile ilgisini kurarak kendine özgü bir dil oluşturmuştur. Bilinç akışını tercih etmiş, çoğu zaman konuşuyor gibi rahat yazmıştır.

Leyla Erbil yazın dünyasının en önemli ve uç karakterlerinden birisidir. Öyle ki eserleri içerik bakımından ilginç olduğu kadar şekil ve biçim bakımından da ilginçtir. Yazarlığa öykü ile başlayan Erbil’in öykü kitaplarını Hallaç (1961), Gecede (1968) ve Eski Sevgili (1977), romanlarını Tuhaf Bir Kadın (1971), Karanlığın Günü (1985), Mektup Aşkları (1988), Cüce (2001), Üç Başlı Ejderha (2005), Kalan (2011) ve Tuhaf Bir Erkek (2013) oluşturmaktadır. Diğer eserleri ise Tezer Özlü’den Leylâ Erbil’e Mektuplar (1995), Düşler Öyküler (1997), Zihin Kuşları (1998) dır. Edebiyat dünyasında çizgi sahibi olmak için epeyce çaba sarf etmek, yol oluşturmak, ses bulmak gerekir. Erbil öykülerinde, romanlarında bu ince çizgiyi arayış, reddediş, başkaldırı ile altını çize çize oluşturmakta, kendisine özgü buluşları ile farkını ortaya koymaktadır.

Leyla Erbil’in bizlere 1950’lerin “sanat aracılığı ile” portresini çizdiğini söyleyebiliriz.
Leyla Erbil’in bizlere 1950’lerin “sanat aracılığı ile” portresini çizdiğini söyleyebiliriz.

Eserlerinin ortaya çıktığı dönemlerde Türk toplum yapısı siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan değerlendirilmeye ve analize muhtaç zamanlar geçirmektedir. Toplumun yazardan, yazarın da toplumdan etkilendiği gerçekliğini göz önüne aldığımızda, Leyla Erbil’in bizlere 1950’lerin “sanat aracılığı ile” portresini çizdiğini söyleyebiliriz. Öyküleri üzerinden dilini, temalarını, yöntem ve izleklerini incelemeye çalışacağımız yazar 1950 kuşağının en sağlam temsilcilerindendir. Günümüz öyküsünde siyasalı, toplumsalı ve eleştirel düşünceyi vurgulayarak önemli bir yer edinmiştir. Onun öykülerinde hem reeli hem de duygusal olanı, huzursuzluğu ve huzursuzluğun çeşitli ritimlerini aynı anda, aynı karakterlerin dilinden, çetrefilli bir dil ve argo bir üslupla ele aldığını görebiliyoruz.

Çocukluğunun derin izlerini taşıyan öykülerinde ana izlek; kadın, anne, baba figürü, muhtaç olma, bekleme, sevgili, eş, cinsellik, deniz, vapur, emek, özgürlüktür. Psikanaliz, sınıf çatışması, mücadele ve emek kavramları yapmış olduğu edebiyatın siyasal, aynı zamanda içsel ögelerini oluşturmaktadır. Babasının denizci olması hasebiyle ruhunda önemli bir yer teşkil eden deniz, öykülerinde hemen karşımıza çıkmaktadır. Aynı şekilde annesinin gerçek hayatta yaşadığı hastalık hali öyküsüne sirayet eder. Bunu Eski Sevgili adlı öykü kitabındaki Naile Hanım ve Nigar’ın ilişkisinde görmekteyiz. Öyküde Nigar annesine bakmakla yükümlüdür. Annesi ise Nigar üzerindeki tahakküm merciidir. Bu durum Erbil’in kadın portlerinden birini oluşturur. Kadının kadın eli ile ümitsizliğe itilmesi, toplumsalın, tabuların anneye bakılması gerektiği öğüdü, bakılmazsa dışlanma ve yergi korkusu Nigar’ı çıkmaza sürükler.

Hallaç’tan (1960) itibaren dilde ve kurgudaki yenilikçi tutumuyla kuşağının diğer yazarlarından farklılaşır.
Hallaç’tan (1960) itibaren dilde ve kurgudaki yenilikçi tutumuyla kuşağının diğer yazarlarından farklılaşır.

Nigar iç dünyasının çıkmazında en çok ihtiyaç duyduğu şeye; aşka olan inancını da kaybeder. Dünya onun için yalnızca sahte ve ikiyüzlü bir yerdir. İnsanlar da çağın tüm pis yüzü ile onun karşısındadırlar. Leyla Erbil öykülerinde ümidini, inancını ve sevmeyi yitirmiş kadınlar, çocuklar, aile bireyleri, kapitalizmin kıskacındaki insanları daha çok işler. Ona göre kadınlar; ataerkil toplumun gelenek ve önyargıları ile kuşatılan, kurtarılmaya ve ifade edilmeye, tanımlanmaya, kimlik bulmaya muhtaç bireylerdir. Anne figürü çoğu kere kamusal alandaki analizler için kullanılmıştır. Erbil, zamanın şartlarına göre bunalım ve kaçış edebiyatından ziyade sorgulayıcı ve mücadeleci bir tavır takınmıştır. Leylâ Erbil, ilk öykü kitabı Hallaç’tan (1960) itibaren dilde ve kurgudaki yenilikçi tutumuyla kuşağının diğer yazarlarından farklılaşır.

Sait Faik ile olan dostluğu onun öykü diline yansımıştır. Hallaç’ın ikinci kısmını Sait Faik’e ithaf etmiş, ondaki hümanizmin yerine sosyalist görüşü koymuştur. Sanat anlayışındaki Marksist ve Sosyalist görüş, Erbil’i daha özgür, mücadeleci, muhalif bir yazar olarak tanımlamamıza argüman oluşturmaktadır. Düşünsel dünyasındaki gelgitler, sorgulamalar, karşılaşmalar ile kendi dilini oluşturmada mahirdir. Yazarın en kapalı kitabı olarak ele alabileceğimiz Hallaç’ta, ana karakterler bilinçli olarak kadınlardan seçilmiştir. Burada kadının cinsel yönü en ince ayrıntısına kadar betimlenmiş, toplumun ve erkeklerin baskısından dolayı köşeye sıkışan kadınların ruh halleri, yaşam tarzları anlatılmıştır. Kadınlar silik(leş/tiril/miş) ve isimsiz, erkekler ortada ve makamlıdırlar.

Kadının aşk arayışı, isyanı, kimsesizliği, mutsuzluğu ve yalnızlığı Erbil’in hırçın dili ile etkili bir şekilde anlatılmıştır.
Kadının aşk arayışı, isyanı, kimsesizliği, mutsuzluğu ve yalnızlığı Erbil’in hırçın dili ile etkili bir şekilde anlatılmıştır.

Kadının aşk arayışı, isyanı, kimsesizliği, mutsuzluğu ve yalnızlığı Erbil’in hırçın dili ile etkili bir şekilde anlatılmıştır. Kadının hiç bitmeyen ve sürekli tekrar eden özgürlük problemi vardır. Aşk problemi vardır. Meta olarak görülmesi, fiziken ve ruhen yıpratılması söz konusudur. Gecede’de Ölü adlı öyküde; ölüm temasını, kadın ve erkeğin aşk ilişkileri bağlamında anlatır. Sürekli söylenen ve sırlarını döken kadının ağzından şunlar dökülür: “… Otuz yıl seni ne yapacağımı bilemedim; “kocam” diyemedim sana hiç, fincanım, çiçeğim, bir sardunyam var görme nasıl açtı dedim mi haa? Tüm kadınlar böyle konuşur… Başarısızlıkla dolu bir kadınlığım var…Tam 12 kez seni aldatmayı denedim, senin varlığına karşı özgürlüğümü korumayı istedim.” der ve aldatma üzerinden bir tahlil yapar kadın erkek ilişkisine.

Atilla Özkırımlı’ya göre Erbil: “Önceleri varoluşçu bir anlayışla çağdaş insanın toplumla çatışmasını, başkaldırıya varan bunalımlarını işledi. Daha sonra arayışlarını sürdürerek ele aldığı kişileri toplumcu bakış açısıyla irdelemeye çalışan, gerçekliği değişik boyutlarıyla yansıtmayı amaçlayan öyküler yazdı. Yapıtlarında yaşama biçimlerine, değer yargılarına, evlilik, aile ve kadın cinselliğine sert, alaycı ve eleştirel tutumla yaklaştı.” On üç öyküden oluşan ilk kitabı Hallaç’ta kendi ifadesiyle “İçinden çıktığı toplumun insanlarıyla bir denge kuramaması, tüm yargılara başkaldırmış, bilinçli olarak bir seçmeye gitmeyen insanı” anlatmak istedi. Hallaç’ta, bırakılmışlık, yalnızlık, bunaltı, yabancılaşma, seçme özgürlüğü, suç işleme, intihar gibi varoluşçuluğa özgü birtakım tema ve yönelimler ağır bastı.”

Asım Bezirci ise, Hallaç bağlamında Erbil öykücülüğünü şöyle yorumlar: “Bu temaları işlerken varoluşçu yazarlardan ve özellikle Kafka’dan etkilendiği gözlendi. Bu kitaptaki öykülerinde çıkış yolu bulamayan, eyleme dökülemeyen bir başkaldırış duygusuyla eski, yapmacık, süslü, sahte ne varsa hepsine hınç duyuyor. (...) Bütün bunlar şunu gösteriyor: Erbil şimdiki düzene kazan kaldırıyor, değişmesini istiyor onun. Fakat yerine nasıl bir düzen kurulması gerektiğini belirtmiyor. Kendi deyimiyle bir ‘seçme’ye gitmiyor, bağlanmıyor. Öykü anlayışı Sait Faik’ten etkilenirken, kuşağın Batı’dan aldığı etkilerle bireyin bunalımını ve hiçlik düşüncesini -duygusunu değil- kendine özgü bir gerçekliğe oturtmaya çalışıyor. Doğrusu o yıllarda başkaldırı da duygusuyla vazgeçilmez bir itici güçtü. Edebiyattaki karşılığı, geleneksel anlayışın dışında, farklı ve yeni öyküler, romanlar yazma tutkusu biçiminde kendini gösteriyordu. Erbil, bu anlayışın, kuşağı içinde de tipik temsilcisiydi. Onun yazdıkları, 1950 Kuşağı denince akla hemen gelen Ferit Edgü, Demir Özlü ya da Orhan Duru’nun yazdıklarından farklıydı. Öyküleri adım adım bir yabancılaşma dünyasının ağlarını örüyordu.”

Erbil ve kuşağı, (Sevim Burak, Onat Kutlar, Erdal Öz, Orhan Duru, Ferid Edgü, Adnan Özyalçıner, Demir Özlü) yenilikler arayan, edebiyatı deneysel olarak kullanabilen kişilerin oluşturduğu bir kuşaktır. İnsan ve toplum hakkında sosyolojik bakış geliştirmeye çalışmışlar, böylelikle halkın sorunlarını ve çeşitliliğini yakalayarak eserlerine konu edinmişlerdir. Erbil kuşağı psikanaliz ve bireye farklı açılardan bakabilme üzerinde durarak yazıya yenilik getirmişlerdir.

Leyla Erbil’in eserlerinde ve daha özelinde öykülerinde 20. yy Avrupa etkilerini görülmektedir. Yazar daha çok Marx, Freud, Beckett’ten etkilenmiştir. Erbil; Joyce, Woolf ve Faulkner’da temsil olunan bilinç akışı tekniğinin Türkçe’de yetkinleşmesini de sağlamıştır. Marx ve Freud “Gecede” de çokça belirmiş, Erbil üzerine araştırma yapanlar tarafından kitaptaki “Ayna” öyküsü bu açıdan özellikle üzerinde durulmaya değer görülmüştür. “Ayna” adlı öyküde; kendini ve çevresini aristokrat biri olduğuna inandırmaya çalışan yaşlı ve bunak bir kadın, geçmişini gizlemek için büyük bir çaba sarf etmektedir. Öyküde bireye ve toplumsal düzene dokundurmalar ile yaşanan sancılı süreç anlatılmaktadır “… soylu bir aileyiz biz, iki göbekten İstanbulluyuz, daha öncesini bilemeyeceğim, onun kollarında vals yaparak buralara geldim ben”. Dans figürü ve İstanbullu olma söylemi, kimlik üreterek statü belirleyici bir hal almıştır.

Erbil, kadınlar üzerinden çoğu kere bu tarz betimleme ve olay örgüsü ile açıklayıcı bir dil/söylem üretmiştir. Kadınların toplumsal hayattaki yeri, cinsellik bağlamında rolleri, aile hayatı içerisindeki yerleri öykülerde sık sık işlenmiştir. Kadının gündelik hayatını ve erkek egemen toplumdaki kadının öyküsünü, özgün bir dil ile harmanlayıp öykülerine aktarmıştır. Gemi, deniz, gemici, anne, ölüm, aşk, cinsellik, kadın gibi konular öyküsünün her yanını çepeçevre sarmıştır. O, dönemin düzenine karşı gelen, Marxist ve varoluşçu felsefeyi benimsemiştir. Cüretkâr (kadın) dilini ve çoklu anlatım tarzını kullanarak “sorunları” apaçık yazabilme imkânını yakalamıştır. Kişinin ve daha çok kadının içinde bulunduğu durumu anlatan roman ve öykülerinde üst bir dil kullanmamış fakat farklı yazım ve imlaları deneyerek yer yer kapalı anlatıma gitmiştir.

Hatta ilk defa okuyanları anlatış şekli ve imlaları zorlamıştır. Erbil, eserlerinde “anlamsızlığın anlamını” oluşturmuş, bunu yaparken de halktan, gerçek dünyadan kopmamıştır. Sahip olduğu zihinsel dünyanın kodları onu daima seküler, dünyevi bir düzleme doğru çekmiştir. Yaşam hikâyesi ve ideolojisi akıl yürütmelerini büyük oranda etkilemiştir. Leyla Erbil’e göre; bütün insanlar yaralı olarak doğar, ömürleri boyunca anlaşılmak, sevilmek isterler. Erbil bu yara ve yaralı oluşun, yaşayışın, bilinç akışı, bilinç dışı, kolektif bilinç, varoluş ve gerçekliğin bozumu ile ilgisini kurarak kendine özgü bir dil oluşturmuştur. Bilinç akışını tercih etmiş, çoğu zaman konuşuyor gibi rahat yazmıştır. Teknik anlamda başarılı olan “Hallaç” adlı öykü kitabında farklı tarz ve anlatımın denenmesi bir yenilik olarak güzeldir. Fakat yazarın kitabının diğer kitaplarına oranla daha zor anlaşılmasına/bazı öykülerin anlaşılmamasına sebep olmuştur. Sert ironik bir dil kullanmıştır.

Leyla Erbil, gelenek karşıtı bir yazar olarak da ele alınabilir. Ama bu demek değildir ki geleneğe ait tüm verileri yok saysın. Yapmış olduğu bir röportajda “şey” kelimesinin Arapça olmasından dolayı öykülerinde “nen” kelimesini kullandığını ifade etmiştir. Bunun gibi birçok örnek vardır. Vicdan demez, bulunç der. Bütün insanların toplumda sakatlandığını, yaralı olduğunu söyleyen Erbil, bireyin kullandığı dilin de sakat olduğunu savunur. Ona göre; çıldırmış, delirmiş, kapana kıstırılmış, geçmiş-an-gelecek üçleminde gidip gelen bir beyin/bilinç, toplumun sakatladığı bir birey olarak ayakta durmaya çalışır. Zihinsel bağlamda sakat olan birey normal cümleler kuramaz, bilinç akışında sözcükler gelişigüzel dökülür, yer yer tekrarlı, noktasız virgülsüz, bazen de üç virgül yan yana anlatımlarla bireyin sakatlanmışlığı belirginleşir der. Soruna odaklı oluşturulan metinlerde ince detaylar atlanmaz.

Hallaç’ta Bilinçli Eğinim 1 adlı öyküde don çalarken yakalanan ve hapis tutulan bir kadını anlatır. Kadının etrafı izlerken ve tahayyül ederken kurduğu cümleler içsel ve dışsal betimlemeler ile zenginleşir. Bir böcekten bahseder. Onu uzun uzun anlatır. Öykünün sonuna doğru böcek daha da belirginleşir ve insan ile ilişkilendirilir. “… hiç iz kalmamıştı insan böceğinden…” Yazar, bu öyküde kadın ve erkek ilişkilerine, tiksinç, alaycı bir dille yaklaşır. “Karısının omzundan başka karı gözleyenli, kocasının altında başkasını içi çekenlerli, et kişilere…” der. Yazarın düşünce dünyası, gündelik dili, söylemleri, hayata bakışı öykülerine yansır ve bunlar ortaya çıkar. Bu gayet doğal bir süreçtir. Erbil bir röportajında (Leyla Şahin, 6 ağustos 1998, Cumhuriyet); imla işaretlerine müdahale eden bir yazarsınız saptamasına şu yanıtı veriyor:

“Belki de tersine, yetersiz imla işaretleri, gramer, dil benim beynime müdahale ediyor? (Benim bazı insanlarım) oyunbozan olarak Türk Dil Kurumu’nun imla kurallarına başkaldırıyorlar... (...) Bildiğiniz gibi imla kılavuzları normal (!) insanlar tarafından normal insanlara önerilir. O vakit (normal sayılmayanların) dünyasına uygun birtakım işaretler icat ederek (...) normal insanlar için yapılmış olan işaretlere müdahale ediyorum! Daha önce başka yazarlar neden böyle düşünmemiş de bana bırakmışlar bu işi bilmem. Çünkü bu gibi yenilikler insanı sevimsiz kılar. Özellikle deliliği, düşseli, bilinçdışını anlatan yazarların bunu gerçekleştirmeyi akıl etmesi gerekirdi. (...) Adı gelecekte belki de “Leyla işaretleri” (!) olarak dünya dolayımına geçecek olan göstergelerim gerçekleştirildi! (...) Bundan sonra bol bol deli söylemleriyle haşır neşir olma olanağı bulacağım demektir!” der.

İlk eseri “Hallaç”ın karmaşık, anlaşılması güç dünyasını, daha sonra yazmış olduğu “Gecede” ve “Eski Sevgili” kitaplarında dili açarak biraz daha kavranabilir ve rahatlamış hale getirir.

Erbil öykücülüğü parçalanamayacak denli kümülatiftir. Öykü kitaplarının belirli bir iç ritmi, ahengi ve rengi vardır. Karakterler kelimelerin yabancılaşması ile ters orantı olarak okudukça tanıdık hale gelir. “Gecede” kitabındaki “Hokkabazın Çağrısı” adlı öyküsünde Erbil, bireyler arasındaki gelir dengesizliğini, yoksul insanların sefaletini ve Amerikancılığın bilinçlere nasıl kazındığını eleştirel bir tutumla ele alır. Hokkabaz, öyküde sık sık “tanrıya” ve dostu “Amerika Birleşmişler başkanı sayın baya” yalvarmaktadır. İronik dilin de güçlü hissedildiği bu öyküde sistem eleştirisi ve insanlığın kurulu dünya düzen(siz)liği içindeki yeri anlatılır. Burada tanrı ve bay metaforu, imgeyi, alt üst ilişkisini, bireyin toplum ile olan organik olmayan bağını temsil eder.

Erbil, ironik dil kullanımının yararlarını çok iyi fark eder.

Erbil, bu dili kullanarak öyküsünün/öykücülüğünün siyasi penceresinden bizlere (okuyuculara yahut topluma) yakından bakma imkânı görür. Yazım tarzı açısından ise bu öyküde cümleler “ve” bağlacı kullanılarak, kesintiye uğramadan devam eder. Erbil, ironik dil kullanımının yararlarını çok iyi fark eder. Çünkü sistem eleştirisinin en kullanışlı sahası ironik dildir. Siyaset ve sanat bunu gerektirir. “Vapur” adlı öykünün Erbil’in çocukluğundan izler taşıdığını düşünmekteyim. Öykü, A. Cabir Vada’nın “Boğaziçi Konuşuyor” adlı eserinden bir alıntıyla başlar ve okuyucuyu daima düşsellik ve gerçeklik, kurgusallık ve yaşanmışlık arasında hissettirir. Annesinin emektarlığı, babasının sürekli seferde oluşu ve yokluğu gibi iç sızlatıcı meseleler, bu öyküde küçük bir kızın dilinden ifade edilir.

Kahramanlık kavramı vapur üzerinden, yer yer kişiselleştirerek yer yer soyutlama yapılarak verilmiştir. “Vınk! vınk! vınk!”, “uuy! oooy! uuuuuy! auuuuuuy!”, “pulamp! pulamp!” gibi seslenmeler öyküyü ritimli kılar ve alışılmışın dışında bir yerde konumlandırır. Sıradanlığı bozar. Vapur ve deniz imgesi 1968 yılında meydana gelen 6. Filo eylemlerinin anti-emperyalist düşünce içindeki yerine atıf yapıyor olabilir. Siyaset ve ideoloji en iyi semboller üzerinden yapılır. Erbil’de bu savı destekler nitelikte kişileştirme ve sembolleştirme yetisi ile gayesini gerçekleştiriyor. Vapur adlı öykü bu olaya atıf yapan bir dil ve içerik barındırıyor.

Erbil, 1950’lerin dünyasını bize yansıtmıştır.
Erbil, 1950’lerin dünyasını bize yansıtmıştır.

Leyla Erbil, eleştirel, Marxist ve Freudcu bir bakış açısına sahip kadın yazar olarak bilindiği için edebiyat dünyası içinde ayrı bir yere sahiptir. O, “Eski Sevgili” adlı kitabında da eleştirel ve çözümlemeci tavrını sürdürmüştür. Bu kitabında yazarın “Bunak” isimli öyküsü,“Gecede”deki Ayna’nın devamı gibi okunabilir. Kahramanlık olgusuyla tekrar yüzleştirir bizi. Öyküde, devrimci oğul ile kapitalist sistemin çürümüşlüğü, ahlaki erozyonu ve çıkışsızlığı söylemleştirilirken, yaşlı ve bunak kadın üzerinden ise halk için kahramanlığa soyunmanın boşunalığı ve çıkışsızlığı ortaya konulur. Anne rolünü üstlenen kadın karakterin sorunu yazarın diğer eserlerindeki gibi inanç ve cinselliğe dayanır. Şahin’e göre (2015) kadınlar, Leyla Erbil’in tüm eserlerinde bir varoluş mücadelesi içindedir. Toplumsal, siyasi ve ekonomik alanda kendini var ederek “görülme” peşine düşerler. Ailelerine, kocalarına ve topluma karşı sürdürdükleri bu savaş çoğunlukla bir iç huzuruna ulaşılmadan bitecektir.

Sonuç itibariyle; Leyla Erbil öyküsü-öykücülüğü toplum ve bireyin yaşamış olduğu gerilim, çatışma, zaman zaman uyuşma gibi süreçlerin değer yargılarını sıradışı bir dil ve jargonla analiz ederek oluşmaktadır. Modern bireyin bunalımı, geleneksel ile gelenekseli aşmak isteyenlerin kavgası, sınıf çatışması temelli mücadele, emek kavramının Marksist ideologyası içerisinde öyküye yedirilişini görüyoruz. Onun öykülerinde bireyin daha özelde kadının modern dünyanın cazibesine karşı gelenekselin ağına takılı kalışının yarattığı yalnızlık ve mutsuzluk, huzursuzluk hali kadınlar üzerinden vuku bulur. Toplumsala, sorunlara, aile kurumuna yakınlığı/uzaklığından dolayı Erbil öyküleri, edebi ve sosyolojik açıdan incelenebilmeye müsaittir.

Günümüz öyküsü gerek içerik olarak gerekse dil olarak bunu zaman zaman kaybetmiş zaman zaman da bir kusma refleksi gibi aniden ortaya çıkarmıştır.

İstanbul anlatımı ile tarihsel bağlamlarla da karşımıza çıkan Erbil, 1950’lerin dünyasını bize yansıtmıştır. Ayverdi gibi yazarlardan alıntılar yapmış, tarihi karakterleri (Evliya Çelebi) öykülerine taşımıştır. Bunu da sol cenahın argümanları ile gerçekleştirmiştir. Muhafazakar bir tutum sergilemeyen ve eserlerinde açıklıktan, dobralıktan yana olan yazar, kapılar arkasında gizlenmiş konuları sanatsal ifadeler ile ortaya çıkarır. Bu sebeple onun öyküleri, toplumsala, kamusal alandaki ve özel alandaki insana dokunur. Kamusal ve özel alandaki mahremiyet çizgileri, öykülerinde bir bir aşılır/açılır. Günümüz öyküsü gerek içerik olarak gerekse dil olarak bunu zaman zaman kaybetmiş zaman zaman da bir kusma refleksi gibi aniden ortaya çıkarmıştır. 1950’li yıllara göre değişen siyasi ve sosyolojik dengeler, öykünün karakterinin de değişmesine sebep olmuştur.

1950’li yıllara göre değişen siyasi ve sosyolojik dengeler, öykünün karakterinin de değişmesine sebep olmuştur.
1950’li yıllara göre değişen siyasi ve sosyolojik dengeler, öykünün karakterinin de değişmesine sebep olmuştur.

Günümüzde toplumsalın ve toplumsalı üreten bireylerin dünyaları kesin çizgilerden uzaklaşmış, daha saydam ve görünür hatta ileri gitmek gerekirse afişe edilen bir hayatlar manzumesi haline gelmiştir. Bu saydam olma durumu özel alanın ihlali ve Erbil öykülerindeki gibi gerek kadının gerek çocuğun gerekse erkeğin duygusal dünyasına uzanmış bir eldir. Öykülerde geçen duygu istismarı, yasak aşklar, çetrefilli ilişkiler, siyasetin aile kurumuna verdiği zarar, sonradan görmelik kavramları günümüz öyküsünde sık sık işlenmektedir. Sanat artık, görünmeyeni anlattığı kadar görüneni ifade etme aracı da olmuştur. Tıpkı onun öykülerindeki gibi. Erbil, aslında o devirde siyasal baskıların ve toplumsal örtünmenin (kapalılığın) içerisinde uç söylemler, eserler vererek dönemi açısından farklı bulunmuştu.

Şimdi ise saydamlaşan hayatları Erbil’in dili ile ifade etmek artık bir farkındalık olmaktan çok araçsallık, tarz belirleme gibi salt konumlandırma haline gelmiştir. Kategorize etme, bir şeyi etraflıca anlamadan, anlam üretmeden uzak kalmamıza sebep olur. Günümüz yazarları, Erbil öykülerindeki ana izlekleri bir şekilde çekinmeden yahut dönemin gerekliliği olarak artık kategorizeleştirerek dile getirmektedirler. Bunu gerek bilinç akışı gerek psikanaliz, gerekse başka edebi kuramlar ve teknikler kullanarak yapmaktadırlar. Erbil, bir örnek olarak günümüzde aynı çizgiyi takip eden yazarların başlıca kaynağıdır.

Leyla Erbil’in dili, toplumun ve daha özelinde bireyin dilini her zaman yakalayamasa da hayatını yakalamıştır. Yazar bunu da çeşitli sanat ifadeleri ve teknikleri, akımları ile süslemiştir. Kapalı anlatım ile gizli olanı aşikâr eylemiş, temel meselesini kadınlar üzerinden anlatarak toplumsal kabulleri eleştirmiştir. İnsanın olduğu her yerde iyi ve kötü, güzel ve çirkin kendisini doğal süreç içinde gösterir. İnsan bilincine ve bilinçdışına yaptığı, Beckett’ten etkilendiği yerlerde aslında kişinin yalnızca görünen yüzünün olmadığını, içsel/içe dönük bir yüzünün olduğunu, iyi ve kötü, güzel ve çirkin yanların daima birbirini ürettiğini de gösterir. Erbil’in yapıtları okunduğunda hemen hemen hepsinde rastlanılan ana izlekler şunlardır: Özellikle kadın üzerinden geleneksel algılayış, tabular, önyargılar daima yazar tarafından hem dilsel manada hem de içerik ile alakalı olarak başkaldırı görmüştür.

İstanbul kentini metaforlaştırır; coğrafyanın sanat metinlerindeki gücünü gösterir.
İstanbul kentini metaforlaştırır; coğrafyanın sanat metinlerindeki gücünü gösterir.

Yazar eserlerinde yasak bölgelere giriş yapmış, dönemin eleştirel dilini cesur şekilde üretmiştir. Bazı metinlerinde simgesel ironiyi kullanmış, toplumun, erkeklerin ve sistemin acizliğini ironik ve maiotik dille ifade etmiştir. Cinselliğin kadın karakterler üzerinden aleni şekilde ortaya koyulması, aşkın bedensel ve zihinsel yönleri zaman zaman kapalı zaman zaman açık şekilde dile getirilmiştir. Karakterler çoğunlukla konuşma aralarında hatırlarlar, geçmişe atıfta bulunurlar, hayıflanırlar. Bilinçdışı olayları dile getirme, korku ve baskıları nesnel bir düzlemde var etme yine yazarın estetik dili ile gerçekleştirebildiği bir konudur. Beckett ve Freud etkisi daha çok bu öykülerinde görülür. İstanbul’u, başka illeri, tarihsel kişileri ve gerçekleri öykü içerisinde yorumlayarak anlatımını güçlendirir.

Halk, vatandaş, emek, sömüren ve sömürülen üzerinden şekillenen dili, kolektif bilince ve bunun karşısındaki ayrıksılığa, elitlere karşı duyulan iğrenmeye, kargışlaya, bedduaya işaret eder. İstanbul kentini metaforlaştırır; coğrafyanın sanat metinlerindeki gücünü gösterir. Anlatıcı kimi zaman en yakın iken kimi zaman da en uzaktır. Orada durup duran bir gözdür. Seyircidir. Kendi kendine konuşur, bu sayede bilinç akışı tekniğini zirveye çıkarır, monologlar ile zenginleştirir. Marxizme yakınlığı sebebi ile karşıtlıklar üzerinde odaklanır. Figür ve kurgularda zıt ögeleri kullanır. Erbil, çeşitli yollar deneyerek, güttüğü davanın arkasında durur. Bunu da sanatsal ifadeleriyle olduğu kadar ve hayatındaki duruşu ile de ortaya koyar.

  • Kaynaklar:
  • Erbil, Leyla (2014), Hallaç, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
  • Erbil, Leyla (2015), Gecede, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
  • Erbil, Leyla (2017), Eski Sevgili, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
  • Şahin, Elmas (2015), Leyla Erbil Kitabı, Yitik Ülke Yayınları.
  • http://bianet.org/biamag/sanat/148737-leyla-erbil-isaretleri, Erişim Tarihi: 02.03.2017
  • http://www.mavimelek.com/leyla_erbil-umut-muhalefet.htm, Erişim Tarihi: 10.03.2017
  • http://www.edebiyathaber.net/b... Erişim Tarihi: 06.04.2017