Mehmet Berk Yaltırık ile söyleşi

Mehmet Berk Yaltırık: Beni yazmaya, hikâye üretmeye asıl teşvik eden şey aile büyüklerimden dinlediğim yöresel, büyük bir kısmı olağanüstü anlatılar oldu.
Mehmet Berk Yaltırık: Beni yazmaya, hikâye üretmeye asıl teşvik eden şey aile büyüklerimden dinlediğim yöresel, büyük bir kısmı olağanüstü anlatılar oldu.

“Dünya tamamen sıkıcı hale geldiğinde uzaydaki tuhaf mahlûklara ve tehlikeli olasılıklara dair rivayetler uydurmaya devam edeceğimize eminim.”

Mehmet Bey merhaba. Özgeçmişinizde geçen bir cümleyle başlamak istiyorum. “Yüzüklerin Efendisi’ni ve ardından Şehname’yi okuduğum 2001 yazı kırılma noktasıydı.” Çok önemli bir noktaya değinmişsiniz. Bunu biraz açar mısınız?

Merhaba hocam. Benim için o yaz hem Doğu hem de Batı fantastiğinin kapılarını araladığım yazdı. Yaz başında Yüzük Kardeşliği’ni okuyarak kurgu dünyalara, yaz ortasında da Şehname’yi okuyarak eskinin anlatılarına yelken açtım. İki dünyada da bana cazip gelen taraflar vardı. Klasik mitolojileri ve sonradan üretilmişleri takip edip hikâyeden hikâyeye atladım. Onlara öykünerek ilk hikâye taslaklarımı yazmaya başladım. Ama beni yazmaya, hikâye üretmeye asıl teşvik eden şey aile büyüklerimden dinlediğim yöresel, büyük bir kısmı olağanüstü anlatılar oldu.

Bu tip yöresel anlatıların başka yazarlar tarafından da işlendiğini görüyor musunuz? Sanıyorum bu alanda kapıyı ilk aralayanlardan birisiniz.

Yazmaya ilk başladığımda böyle bir önyargıyla karşılaştım. Tabii ki benden önce bu tip anlatılar vardı ve bunlar beni yazmaya cesaretlendirmişti. 2009’da Murat Başekim’in Deli Gücük’te yazdığı öyküler, ondan önce Anadolu Korku Öyküleri’nin yayımlanması, Erkut Deral’ın Gece Gelini romanı gibi yeni örnekler, eskilerden de halk anlatılarını, inanışlarını eleştirse de hayli etkili şekilde aktaran Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, seyahatnamesiyle uzak diyarları anlatan Evliya Çelebi’nin yazdıkları bende bir çığır açtı.

Hem aksanıyla, yerel deyişleriyle eskinin Anadolu, Rumeli ahalisini anlatmak, kurgu destan ve türkülerle, kaynaklarla tasvir etmek... Ben bu yerli korkuyu ve fantastiği farklı bir dokuda işlemeye çalıştım. İlk aralayanlardan biriysem de bu ilk olduğumdan değil, onların eteğine yapışıp onlarla birlikte o kapıdan geçtiğim içindir.

Fantastik ve korku türünün günümüzde yükselişe geçtiğini düşünüyorum. Dizi/film sektöründe bunu görmek oldukça kolay. Görsel efektlerin ve teknolojinin gelişmesi sinema alanında bu türün yükselmesine katkı sağlamış olabilir; fakat tek başına yeterli bir sebep gibi durmuyor. Edebiyatta da fantastik türe güçlü bir yönelim var. Öte yandan teknoloji ve bilim bu kadar ilerlemişken neden hâlâ ejderhalarla canavarlarla uğraşıyoruz? Sizce bu yükselişin sebebi ne?

İnsanlara farklı alternatifler sunduğu için tercih edilmeleri ve tüketilmeleri söz konusu. Eski dönemlerde insanlar bu varlıklara büyük oranda inanmaktayken dahi aslında bir nevi heyecan arayışıyla, hikâye lezzetiyle o anlatıları ortaya çıkarıyordu, sözlü kültür ürünleri söz konusuydu. Sonradan sonraya bu tuhaf mahlûklar muhtelif alanlarda sanat eserlerine, edebi ürünlere ilham oldular. Bu noktada devreye bunların yeniden üretilmesi ve tüketilmesi mefhumları girdi. İnsanlarda hâlâ cazibe ve heyecan uyandırabiliyorlar çünkü insan hep gördüğünün, ulaşabildiğinin ötesini hayal etmiştir. Hayal kurmaya devam ettiğimiz müddetçe ister ticari ürün isterse mahallede altında yatır olduğuna inanılan apartman söylentisi olsun bundan keyif almaya devam edeceğiz. Orada ne kadar keyifli vakit geçirsek de nasıl arada bir kendimizi sokağa, bahçeye atıyorsak burada varoluşunun sınırları içindeki insan bunaldıkça kendini düşler âlemine savuruyor.

Oyun oynayarak, okuyarak, dinleyerek, uydurarak yahut kendi kendimize hayal ederek yapıyoruz bunu. Dünya tamamen sıkıcı hâle geldiğinde uzaydaki tuhaf mahlûklara ve tehlikeli olasılıklara dair rivayetler uydurmaya devam edeceğimize eminim. Bunun bir de üretim boyutu var. Eskiden üreteni de tüketeni de eğlence maksadıyla hareket ediyordu. Bu durum hâlâ var ancak yazdıkça, üzerinde çalıştıkça, kaçınılmaz olanlardan kaçmaya çalıştıkça anlattıklarımız yahut anlatılanlardan aldıklarımız farklı bir mahiyete bürünüyor. En azından onlara biçtiğimiz anlamlar farklılaşıyor. Yükseliş mevzusuna gelirsek cevabım şu; hayal gücü insanın elindekini, mevcut olanı farklı görmesidir, tıpkı kumdan kale yapmak yahut patlak toptan şapka yapmak gibi. İmkânlar ne kadar üstünse, teknoloji elverişliyse hayal gücü de sınır tanımaksızın ilhamlar saçmaya, insanları cezbetmeye devam edecek. Yeni imkânlar ve yeni ürünler, başka hayallere kapı aralıyor. Bence fantastikteki kıpırdanmanın ve ilgi yoğunluğunun nedeni bu.

Cevabınızda ilginç noktalar var ama alanımız dar. Hepsi Hikâye’de devamını getirelim. Son olarak, yeni bir roman ya da öykü kitabı gelecek mi? İlk romanınızda yarattığınız dili devam ettirecek misiniz?

Şu sıralar yeni bir roman üzerinde çalışıyorum. Kontrole gönderdiğim zaman haberini de sizlerle paylaşacağım. İkinci roman ilkine göre biraz daha uzun ve zaman geçişleri olan bir konuya sahip. Korku dozu biraz daha fazla. Bu arada baştan belirteyim Yedikuleli Mansur’un devamı değil, başka bir mevzuyu anlatıyorum. Üslubumun çok değişmeyeceğini söyleyebilirim yani güncel kelimelerin arasına serpiştirilen eski kelimeler yine olacak. Ancak romanın bir kısmı günümüze yakın bir dönemde geçtiğinden buralarda hayli cümleyi törpülemek durumunda kaldım. Belki asıl tarzımı sergilemem açısından kendimi daha iyi ifade edebildiğimi düşündüğüm bir romanla karşılaşacak okuyucu.