O büyük eleştirmen bir gün gelecek

o büyük eleştirmen gelince bütün bu meseleler de ortadan kalkacaktır.
o büyük eleştirmen gelince bütün bu meseleler de ortadan kalkacaktır.

güzîde edebiyat dünyamızın da bu mesih bekleme halinden âzâde olmadığı ortadadır. edebiyatımızın mesih’i eleştirmendir. herhangi bir eleştirmen değil; o beklenen, o büyük eleştirmenden söz ediyorum. kalemi adaletin terazisidir.

türkiye’de hemen herkes bir mehdi/mesih/kurtarıcı bekliyor. İnanan/inanmayan, seküler/muhafazakâr, dindar veya dindarımsı herkes böyle bir beklenti içerisinde. konuyla ilgili literatürden haberdar olanlar, çeşitli mehdi/mesih anlayışlarını bilirler. belki laik, seküler veya kemalist gibi sıfatları taşıyanların mesih beklediğini iddia etmemiz tuhaf karşılanabilir. bu konuda teolojik veya siyasî analizler döktürecek değilim, hem böylesi analizlere ehliyetli değilim hem de bu yazının esas meselesi bu değil (bu arada, mezkûr meselede bir analiz yapılsa okunmaya değer bir iş olur kanaatindeyim, mesela sabetay sevi ile “halâskâr gazi” mukayesesi olabilir.)

evet, bu bahiste birkaç cümle kuralım da esas meseleye gelelim. İlk elde, aklıma hemen gezi parkı hadiseleri sırasında taksim’de veya gezi parkı’nda “sarı paşa” hazretlerinin görüldüğünü söyleyen haberler geldi. Hatta haberlerde paşa hazretinin bir silüetini ihtiva eden fotoğraf da vardı. dikkat ederseniz, bazı nazik zamanlarda sarı paşa hazretleri ruhu “neredesin?” diye çağırılır, paşa esefle hatırlanır. 15 temmuz gecesi de paşanın kulağını çınlatan epey kişi olduğunu hatırlıyorum. “halâskâr gâzi”nin bedenine -hâşa- hz. Ali’nin ruhunun hulûl ettiğini vaz eden inançları da hatırlarsanız mesih beklemenin seküler yollarına aklınız yatar diye düşünüyorum.

güzîde edebiyat dünyamızın da bu mesih bekleme halinden âzâde olmadığı ortadadır. edebiyatımızın mesih’i eleştirmendir. herhangi bir eleştirmen değil; o beklenen, o büyük eleştirmenden söz ediyorum. kalemi adaletin terazisidir. o olmadığı için dergilerin hâli perişandır, meydana sürülen metinler yaka silkecek vaziyettedir. genç şairler, kendilerinin fark edilmemesini onun yokluğuna bağlarlar, orta yaşlı şairlerin son şiir kitabına dikkat çekilmemiştir çünkü o büyük eleştirmen yoktur daha.

seksen yaşını devirmiş şair, servet-i fünûn’dan beri en çok iyi şiiri olduğu tespitini kendisi yapmak zorunda kalmıştır çünkü o büyük eleştirmen zuhûr etmemiştir. Burada dikkate değer olan husus, romancıların kendilerini pazarlayan reklâm, tanıtım çalışmalarını bulmasıyla mesih beklentisinden vazgeçmeleridir. satış rakamlarının iç açıcılığı, uyku kaçıran eleştirmen problemini de romancılığı tasdik edecek, romanın önünü açacak o büyük eleştirmen beklentisini de ortadan kaldırmıştır.

edebiyat dergiciliğinin vazgeçilmez, her dem taze olan yenilik, “türk şiiri ölüyor mu?” gibi konularından birisi de eleştirmen yokluğu meselesidir. aslında eleştirmen yokluğu demek, “o büyük eleştirmenin yokluğu” demektir. eleştirmen meselesine hep o kapıyı açmak için gelinir. eleştirinin ne olduğu, eleştirinin nitelikleri konusundaki idealize tasvirler de aslında o büyük eleştirmenin, “mesih-eleştirmen”in faziletlerini sıralamak için yapılır. dikkat çekici olan, eleştiriden değil de eleştirmenden söz edilmesidir. eleştiriden çok, eleştirmenden söz eden literatürün kabarıklığı bir kurtarıcı, bir mesih beklentisinin bariz işaretidir.

Öte yandan, o büyük eleştirmeni, o “mesih-eleştirmen”i beklemek strese de sebep olur. kimi eleştirmen akademik kalmakla, kimi metotsuzlukla, kimi edebî metni terk edip kuramın peşine düşmesiyle, kimi yeteneksizlikle suçlanır. ama o büyük eleştirmen gelince bütün bu meseleler de ortadan kalkacaktır. fakat şairlerin, öykücülerin okumaya zahmet etmediği onlarca dergiyi, eleştirmenin alıp büyük bir dikkatle hepsini okuyacağı tasnif edeceği, kritik edeceği ve büyük kabiliyetleri keşfedip tasdik edeceği, nedense, büyük bir safdillikle kabul edilir. çünkü iyi bir edebî eser, mutlaka bir gün fark edilecektir. aynı safdillikle, her iyi eserin kaderinin takdir görmek olduğu da îtikad kabul edilmiştir.