Ömer Seyfettin yeni nesiller üzerinde etkilidir

Nâzım Hikmet Polat
Nâzım Hikmet Polat

"Ömer Seyfettin, yeni nesiller üzerinde etkilidir ama bunu hazmedemeyenler de daima onu yıpratmanın peşindedir."

Betül Sezgin: Hocam başlangıç olarak şunu sormak istiyoruz. Basit bir arama yoluyla bulduğumuz biyografisi ya da hakkında yapılan tanımlar dışında ifade etmek gerekirse Ömer Seyfettin kimdir?

Nâzım Hikmet Polat: Otuz altı yıllık küçücük bir ömre sahip büyük bir adam. Yazı hayatı 1900'de başlasa da 1908'e kadarki metinlerini, henüz şahsi damgasını taşımıyor diye nitelendirebiliriz. Demek ki asıl yazı hayatı 1908-1920 arasında. Yaklaşık 11-12 yıl... Bu on iki yılın da tamamen boş geçen bazı kısımları var. Hülasa bütün yazı hayatını on yıldan ibaret saymak mümkündür. Vefatından bugüne kadar, yani yüz yıl ona olan ilgi artarak devam etmiştir. Külliyatı artık tamamen elimizde olduğu için bundan sonra daha büyük bir ilgi göreceğinden eminim. On yıllık yazı hayatıyla yüz yıla damga vurmak her faniye nasip olacak bir durum değildir. Dünya edebiyatında bunun benzeri çok fazla değildir. Boudleaire gibi genç yaşta öldüğü hâlde tesiri sonraki nesiller için büyük olan pek az isim sayılabilir, Ömer Seyfettin bunlardan biridir. Siz "hayatı" diyerek kapı aralamışken "basit arama yoluyla" bulunan pek çok bilginin yanlış olduğunu söyleme fırsatı buluyorum. Özellikle şunu vurgulamalıyım.

Ömer Seyfettin, Babıali Baskını sırasında Yunanistan'da esirdi; II. Balkan Savaşı'nda esir düşmüştü, 1913'ün sonlarında esaretten kurtuldu. Bu apaçık ortadayken İnternette Babıali Baskını'na katıldığı, konuşmalar yaptığı hakkında yüzlerce sayfa yazı vardır. Ayrıca vefatında "kimsesizliğinden dolayı" cesedinin başı kesilerek kadavra yapıldığı yolunda yine yüzlerce sayfaya rast gelebilirsiniz. Bu iki husustaki bilgi kirliliği kanaatimce hiç de masum değildir. Birincisinde akıllarınca onu "darbeci" olarak göstermek istemektedirler. Ömer Seyfettin, "İttihatçı"ydı; fakat esirken darbe yapamayacağı gün gibi aşikardır, ikincisi ise onu "kötü yaşayıp kötü ölmüş" diye gösterme çabasıdır fakat vebaldir. Bununla bazı cahilleri Ömer Seyfettin aleyhinde kandırmış olabilirler ama adı üzerinde cehalet işte. Yapılan bir otopsidir, kadavra olarak kullanmanın bir yığın tıbbi şartı vardır. Böylesi uydurmalar o tıbbi şartlardan da tamamen habersiz olduklarını gösteriyor ilgili cahillerin.

Ömer Seyfettin'in hem "Bütün Nesirleri" hem de "Bütün Hikâyeleri"ni yayına hazırladınız. Bir yazardan çıkan iki farklı türün yayına hazırlık ve yayın sürecinden, bunu yapabilmenin avantajları ya da dezavantajlarından bahseder misiniz?

Aslında Ömer Seyfettin'in kaleminden çıkma bütün metinleri tek cilt olarak yayımlama emelindeydim, 1981'de doktora çalışmaları münasebetiyle taradığım azı gazete ve dergilerde onun daha önce yeni harflerle yayımlanmamış pek çok yazısını gördüm. 1984'de doğumunun yüzüncü yılı münasebetiyle hakkında güzel yayınlar yapıldı. Bu arada bibliyografyası da verildi. Bu bibliyografyalara girmeyen yazılarını derlemeye koyuldum. Külliyatına Girmemiş Yazılarıyla Ömer Seyfettin kitabı bu gayretin çok sonra ortaya çıkan bir sonucudur. 1981'den sonra konuyla ilgili çalışmaları hiç kesintiye uğratmadım. Yapı Kredi Yayınları ile önce sözlü olarak külliyatının tamamı üzerinde anlaştık fakat sonra sadece hikâyelerini yayımlayabileceklerini söylediler. Bir yerden başlamak için öneriyi kabullendim; ancak Ömer Seyfettin külliyatı için asıl noksan fikir yazıları ve şiirleri bahsindeydi. Bu konudaki çalışmamı da olgunlaştırdığıma kanaat getirince Türk Dil Kurumu Şair Ömer Seyfettin ve Bütün Nesirleri kitaplarını bastı.

Ömer Seyfettin'in hem fikir yazıları hem de hikâyelerinin dokusuna sindirdiği felsefi meseleler, onun daha yirmili yaşlarda yüksek seviyeli bir fikir adamı olduğunu ispat etmektedir.

Böyle üç ciltte külliyat tamamlamış oldu lakin onun özellikle hikâyelerinin hem orijinal hâliyle hem de geniş kitlelere ulaştırılması için çeşitli notlarla, işaretlerle ve bazıları hakkında incelemelerle yeni bir yayın yapmak kısmet oldu. Ötüken Neşriyat'ın çıkarmış olduğu sekiz ciltlik hikâyeler külliyatı (tercüme hikâyeler de dâhil) işte bu gayretin ürünüdür. Bu faaliyetin bana kazandırdığı en önemli şey vicdan huzurudur. On yıl içerisinde bu kadar kalıcı eser bırakan birisine, "aydınım" diyen herkes bir şeyler borçludur. Ben borcumun bir kısmını ona bu yolla ödedim. Diğer kazancım ise bu vesileyle kültür ve edebiyatımızın gölgede kalmış başka isimlerine ulaşmak oldu. Bunlardan en önemlisi şairliğine ilk defa Ömer Seyfettin'in dikkat çektiği İdris Sabih'tir. Onunla ilgili dosyam şu an matbaadadır. Dezavantaj bağlamında söyleyeceklerimse orijinaline erişemediğimiz bazı metinlerin tahrip edilmiş kısımlarını daha önceki yayınlardan almak mecburiyetinde kalışımızdır. Eğer orada bir hata varsa onu biz de tekrarlamış olduk. Fakat söylediğim şartlardan dolayı başka çıkış yolu da yoktu.

Ömer Seyfettin'in Türk dili ve edebiyatındaki yeri nasıl belirlenebilir?

Ömer Seyfettin'in hikâyeci olarak edebiyatımız için en kıymetli kalem sahibi olduğunu tekrarlamaya gerek yok. Ama bunun yanında o, çok iyi yetişmiş bir fikir ve kültür adamıdır. Hem bu fikir yazılarında hem de hikâyelerinin dokusuna sindirdiği felsefi meseleler onun daha yirmili yaşlarda yüksek seviyeli bir fikir adamı olduğunu ispat etmektedir. Bütün bunların yanında gündelik siyasetle de ilgilenmiş fakat gündelik çekişmelerden dolayı fikir namusuna hiçbir halel getirmemiştir.

Ömer Seyfettin'in nesirleri bütün muhataplarına gerçekten (hakkıyla) ulaşmamış gibi geliyor bazen bize... Oysa onun bütün metinleri (hem hikaye hem diğer nesirleri) belki de doğal olarak "düşünen", meselesi olan" metinler. Ve birbirinden ayrılamaz bir bütünlük içeriyorlar. Örneğin fert, toplum, Türkçülük, İslamcılık, Osmanlıcılık gibi politik akımlar hakkındaki düşüncelerini, dinî ve millî birlik ve beraberliği anlatan menkıbelere yer verdiği satırlarla, düz yazıları dışında hikâyelerinde de karşılaşılıyor. Ömer Seyfettin'in sanatsal çalışmaları ve düşünce dünyası arasındaki yakın ilişki hakkında ne söylersiniz?

Aslında bana söyleyecek pek az şey bıraktınız. Hakikaten onun II. Meşrutiyet sonrasındaki hikâyelerinin tamamı fikrî yazılarıyla mutlak bir bütünlük içindedir. Denebilir ki II. Meşrutiyet sonrasında meselesi olmayan, sadece şahsi mızmız hislerini dile getiren hiçbir metin yazmamıştır. Ama bunları ferdî planın dışında değerlendirebilmek onu daha iyi tanımayı, devrin toplumsal ve siyasi zemini iyi bilmeyi gerektirir.

Ömer Seyfettin, dili sadece iletişim aracı olarak kullanmıyor. Neden dil, "Yeni Lisan" çabası onun için önemli?

Esasen sadece Ömer Seyfettin için değil bütün büyük yazarlar için dil, sıradan iletişim vasıtasından daha öte bir kültür unsurudur. İletişimin dille ilgili münasebetini ilişkiler ağındaki seviye belirler. Hiç kelime kullanmadan da insanlar çevresiyle ilişki kurabilirler ama bu işin yazılı kültür tarafı değildir. Medeniyet unsurlarının tamamına yakını bilgi birikimiyle dolayısıyla dil yoluyla sonraki nesillere aktarılabilir. Ömer Seyfettin, dilde yapacağı "ihtilal" ile girdiğimiz yeni medeniyet dairesine uygun bir toplum hayal ediyor ve bunun dil cephesine öncelik tanıyordu. Bilindiği gibi "Yeni Lisan", "Yeni Hayat" adı verilen felsefenin bir parçasıdır ama bütün alanlardaki yenilikler Yeni Lisan'ın başarılabilmesiyle mümkündür. Onun için özellikle Yeni Lisan üzerinde durmuştur.

Ömer Seyfettin, dilde yapacağı "ihtilal" ile girdiğimiz yeni medeniyet dairesine uygun bir toplum hayal ediyor ve bunun dil cephesine öncelik tanıyordu.

Ömer Seyfettin metinlerini ev, vatan, gelenek ve nostalji kavramları üzerinden okuyabilir miyiz?

Ömer Seyfettin'in hikâyelerindeki mekân unsurunu oralara özlemle yani nostalji duygusuyla açıklamak çok yerinde olmaz. O, mekânı hikâyenin yapısı içinde teknik bir unsur olarak tabiî ki başarılı bir şekilde kullanmıştır; ancak bu, ilgili mekânlara özlemle baktığı anlamına gelmez. Mesela Balkan Harbi hatıralarıyla dolu hikâyelerinin hiçbirinde oralar özlenecek biçimde yansıtılmamıştır. Çünkü Balkanların artık elden çıktığını, bir asker realizmiyle görmektedir. Hatta Çanakkale Savaşı'yla ilgili hikâyelerinde bile mekân, çok önemli bir unsur değildir. Nitekim bu hikâyelerden bazıları mekân itibariyle Çanakkale dışındadır.

Hikâyelerinde çocukluğunda edindiği ahlaki davranışları işlemesi nedeniyle onu çocuk edebiyatçısı kabul edenler var. Ömer Seyfettin hayattayken böyle bir algı belki söz konusu değildi. Sizce bu algı ne zaman, neden ve niçin oluştu?

Edebî metinlerde ama özellikle anlatma esasına bağlı olanlarda çatışmanın ortaya çıkabilmesi için karşı güç, kötü dediğiniz türden şahıs kadrosu da gereklidir. Dolayısıyla onlar üzerinde durması da bir terbiye unsuru, eğitim malzemesi gibi görülebilir. Yani sadece "iyi insan" tipleri çizdiği söylenemez. Ama tekrar edelim: Zaman zaman kötüyü göstererek ama onun davranış tarzını olumlu bulmayarak iyiyi telkin etmeye çalışmaktadır. Mesela "İki Mebus"ta, "Gayet Büyük Bir Adam"da, "Efruz Bey"de, "Ashab-ı Kehfimiz"de ve daha pek çok hikâyesinde öne çıkan kişiler, hep olumsuz tiplerdir. Fakat hikâyenin mesajı olumsuz üzerinden değer eğitimi vermeye yöneliktir. Bunun sadece sosyal ve politik meseleler etrafındaki hikâyelerde uyguladığı bir teknik olduğu sanılmamalıdır. Söz gelimi "Yüz Akı"nın siyasi hiçbir tarafı yoktur ama orada da aynı teknik özelliği görmek mümkündür. Şimdi meselenin diğer tarafına gelelim.

Böylesi hikâye teknikleriyle böylesi temalarda yazan bir hikâyeciyi "çocuk edebiyatçısı" kabul etmek meseleyi hiç bilmeyenlere has bir tutumdur. Çocuk edebiyatı, şahıs kadrosu çocuk olan veya çocukların yazdığı edebiyat eseri değildir. Ayrıca çocuk edebiyatı, yetişkinlere yönelik edebiyat gibi bir bütün addedilemez. Farklı yaş ve seviyeye göre çocuk edebiyatı metinleri vardır, bunlar da pedagojik ölçütler gözetilerek yazılmış metinlerdir. Ömer Seyfettin'in bazı hikâyeleri orijinal hâliyle 11-16 yaş grupları için kullanılabilir, bazı hikâyeleri ise güncelleştirilerek daha küçük yaş gruplarına uyarlanabilir. Fakat bu durumdan habersiz bazıları, Ömer Seyfettin'in "Bomba" hikâyesi, "Topuz" hikâyesi çocuklarda travma yaratıyor diyerek onu okul kitaplarından çıkarma gayretine düştüler. Onlara denecek olan aslında "Kardeşim, siz de o metni okutmayın yahut doğru metin seçmeye çalışın!" demekten ibarettir.

Ömrünün sonlarında heceyle yazdığı şiirler, şiirin kızılelması kabul edebileceğimiz sembolist metinlerdir.

Ömer Seyfettin'in bugünün düşünce dünyası ve hikâyeciliğine sizce etkisi var mı? Varsa ne derece etkilidir? Ömer Seyfettin'den başlatılabilecek bir edebiyat kanalından söz etmek mümkün mü?

Hikâyeciliğine etkisi mutlak manada vardır. Ömer Seyfettin aleyhinde bulunan bazıları onun fikir dünyası bakımından çok etkili olduğunu söyleyerek karşı çıkıyorlar. Hatta bunlardan biri, Ömer Seyfettin'in Ziya Gökalp'ten daha çok etkili olduğunu, bu etkiyi kırmak için elden gelenin yapılması gerektiğini söylüyordu. Yakın geçmişte -2007'den itibaren- Ömer Seyfettin aleyhindeki kampanyalarda birbirine zıt gibi görünen farklı dünya görüşlerinden nice kimse vardı. 15 Temmuz Darbe Girişimi'nden sonra bunların aynı noktaya bağlı olduklarının anlaşılması bir tesadüf olabilir mi? Bu itibarla tekrar ediyorum: Ömer Seyfettin, yeni nesiller üzerinde etkilidir ama bunu hazmedemeyenler de daima onu yıpratmanın peşindedir. Yapılması gereken onun hikâye tekniğindeki başarısı başta olmak üzere, vermek istediği değerleri anlamaya çalışmaktır.

Ömer Seyfettin'in şiirlerini de yayına hazırladınız. Şiirleri hakkında ne söylemek istersiniz, sizce nasıl bir şair?

Bu soru daha önce de pek çok kere soruldu, verdiğim cevabı ana hatlarıyla tekrarlayayım. II. Meşrutiyet'e kadar yazdığı şiirlerin neredeyse tamamı Edebiyat-ı Cedide estetiğinin devamı gibi görülebilir. Bu estetikte son derece başarılıdır; fakat 1906'dan itibaren artık bu şiir anlayışının tıkandığının da farkındadır, hatta böyle bir şiir dili olamayacağı kanaatindedir. Mevcut şiir dilini bir şey söylemeyen anlamsız benzetmeler yapmak gayreti olarak nitelemektedir. Bundan dolayı bu estetiğin en başarılı uygulayıcısı Tevfik Fikret'i bile beğenmemektedir. Dahası var; Türkçe şiir dilinin bu zaafları yüzünden Fransızca yazmaya özendiğini biliyoruz. Bir başka denemesi ise hececilerin tarzını benimsemek olmuştur. 1906'da yazıp 1909'da yayımladığını bildiğimiz iki şiiri, başarılı metinlerdir. Fakat bütün bunlar bir yana asıl Ömer Seyfettin'i şiirde de 1911 sonrasında görürüz. 1912'den itibaren heceye yöneldiği şiirlerinde hem dil kullanımında hem teknik meselelerde bazı aksamalar görülmektedir; ama bu, aruzun imkânlarını yitirmiş, Türkçenin imkânlarına henüz kavuşamamış olmakla ilgilidir. Ömrünün sonlarında heceyle yazdığı şiirler, şiirin kızılelması kabul edebileceğimiz sembolist metinlerdir. Mesela "Yol" şiiri, hem ferdî hassasiyeti hem toplumsal hüznü en güzel ifade eden metinlerdendir.

Sona yaklaşırken Hocam, Ömer Seyfettin'in hakkıyla tanındığını düşünüyor musunuz? Eğer cevabınız hayırsa daha iyi tanınması, hakkıyla okunabilmesi için önerileriniz var mı?

Bu sorunun cevabı aslında yukarıda söylediklerimizden bellidir, hayır. Ömer Seyfettin'in yarın daha iyi tanınacağını düşünüyorum. Daha iyi tanınması için, hakkıyla okunabilmesi için evvela onun eserlerini yaygınlaştırmak gerekir. Bu eserler, asıllarıyla gerektiği kadar yayımlandıktan sonra daha geniş kitlelerle içi güncelleştirilebilir. Ancak günümüzde edebî metinleri yaygınlaştırmanın belki daha tesirli yolu o metinleri dijital teknolojiyle yaymaya çalışmak biçimindedir. Onun hikâyelerinin neredeyse tamamından çok iyi çizgi filmler üretilebilir. Bunlar ilk ve ortaöğretimde değer eğitimiyle ilgili her alanda kullanılabilir. "Efruz Bey", "Ashab-ı Kehfimiz" ise sinema filmi yahut televizyon dizisi olmak için ehil eller beklemektedir. Şener Şen'in "Efruz Bey" tipini canlandırdığını düşünüyorum... Her seviyedeki seyirciden, her seviyedeki yaş grubundan alkış alacağını düşünüyorum.

Hocam bize vakit ayırdığınız, kıymetli katkılarınız için teşekkür ederiz.

Ömer Seyfettin'e ilginizden dolayı ben teşekkür ederim.