Öykücünün Günlüğü

Mehmet Çetin, Kamil Ulubeyli, Necip Tosun, Adnan Çağlayan, Cemal Şakar
Mehmet Çetin, Kamil Ulubeyli, Necip Tosun, Adnan Çağlayan, Cemal Şakar

Kendisine şiirlerini okuyan bir hevesliye Tolstoy; “Puşkin’in şiirlerini okuduğum zaman dizelerin niye alt alta geldiğini düşünmüyorum da, sizin yazdıklarınızı okurken dizeleri niye yan yana dizmediğinizi anlayamıyorum,” der.

14.10.1981, Kırıkkale

Öğleüzeri başlayan yağmur devam ediyor, akşama dek. Gençlik Kitapevi’ne uğrayıp Cemal Şakar’a Diriliş takımı alacağım. Kitapevinin sahibiyle tanışmıyoruz. Ama ismini duyuyorum: Fehmi Karakaya.Diriliş takımı alacağım dediğimde, nerde okuduğumu, ne iş yaptığımı soruyor. Belli ki oraya gelip giden herkesi tanıyor. Sezai Karakoç okumam çok hoşuna gidiyor. “Hem buralısın, hem Karakoç okuyorsun hem de biz tanışmıyoruz,” diyor. Samimi, candan, hoş biri. “Hemen yan tarafa geç, orası bizim depo, istediğin kadar takım yap,” diyor.

Ben depoya geçip Diriliş dergilerinden iki takım seçtim. Yanımda fazla para yoktu. Belki bu aldıklarıma da param yetmeyecekti. Ama anlayışlı birine benziyordu. Dergileri masanın üzerine koydum, para ödeyeceğim. Fakat kitapevinin sahibi “Bunlardan para almayız,” dedi. “Biz bu kitapları, dergileri Diriliş’e, Sezai Bey’e iade etmiyoruz, tümünün parasını ödüyoruz. Sen ayrıca Sezai Karakoç’un kitaplarından eksiklerin varsa istediğin kadar alabilirsin. Hediyemiz olur.” Çok şaşırdım. Teşekkür edip kitapevinden ayrılırken bedava dergilerden utandığımı hissetmiştim.

09.04.1982

Kendisine şiirlerini okuyan bir hevesliye Tolstoy; “Puşkin’in şiirlerini okuduğum zaman dizelerin niye alt alta geldiğini düşünmüyorum da, sizin yazdıklarınızı okurken dizeleri niye yan yana dizmediğinizi anlayamıyorum,” der. Bütün gün bu sözler zihnimde dolaşıp duruyor. Okulda ders yok bugün. Mehmed Yurdadön gelmiş, Balkan kros şampiyonu. Konuşma yapıyor. Tüm sınıf tıklım tıklım dolu. Alkışlar, bağırtılar. Biz Kamil ile arka sıralarda konuşuyoruz. Okuldan ayrılıyoruz.

Rahmi Kaya ile Edebiyat dergisinde buluştuk, Akay’da. Rahmi, İstanbul’dan, Nuri Pakdil’in yanından gelmiş. “Nuri Pakdil nasıl?” diyorum, “İyi,” diyor. “Sabah erkenden kalkıyor, 7:30’da kahvaltısını yapıyor, hemen çalışma odasına geçiyor tik taklamaya başlıyor. Bazen uzun uzun okuyor. Ruhi Su, Beethoven ve Dede Efendi dinliyor. Çok eski bir pikabı var. 1966 da aldığı bir radyolu gramofon. Başkaca da bir iletişim aracı yok. Güvercin besliyor bir de. Alıştırmış mahallenin güvercinlerini aynı vakitte yemeklerini -ekmek içlerini bir torbada topluyormuş- veriyor. Peçeteleri baskılı resmi posta kağıtları. Sabah gazetelerini okuyup işe öyle başlıyor.”“Bu peçeteleri kendi mi topluyor?” dediğimde. Rahmi kükrüyor. “Elbette. Nuri Pakdil gerçek bir devrimcidir. Bunun lafını yapar ama eylemini de.”Rahmi ile dergiden ayrılıyoruz. Ankara sanki üstümüze geliyor.

15.04.1982

Cemal ve Mehmet ile birlikte okulda bir çay içip derse girmeden ayrılıyoruz. Doğru Sanat Evi’ne çıkıyoruz. Akşam 18.00 için Guguk Kuşu’na bilet alıyoruz. Dergileri alıp dağıtımı yapıyoruz. Kılıç Kitapevine, Hacı Bayram’a uğruyoruz. Artık yavaş yavaş Sanat Evi’ne gidebiliriz. İlginç bir sinema salonu var. İyi bir film. Taviz verilmeyen gereksiz prensipler, yanlış tutumlar, inisiyatif kullanmayan yöneticiler ve sonuç: Başarısızlık. Sinemada Yaşar Kaplan, Mehmet Sümer, Mehmet Ali Tümer de var. Onlar da aynı filme gelmişler. Birlikte Aylık Dergi’ye çıkıyoruz.

16.04.1982

Cemal ile Akabe’deyiz, Üzeyir Sali de orada. Biraz sonra Ahmet Şirin de geldi. Ahmet Şirin, Aragon’un son çıkan şiir kitabını eline aldı ve “Ne dersin Üzeyir bu adam şair mi?” diye sordu. Bu tepeden bakış şaşırttı beni. Üzeyir ise “Ayıp ettin abi,” dedi.

Ahmet Şirin ile Ramazan Dikmen neredeyse aynı kişi. Üslup, bakış açısı, mizahi yaklaşım hep aynı. Çıkışta Cemal ile eve köhne, karanlık yerlerden, hiç bilmediğimiz ara sokaklardan gitmek istiyoruz.

24.04.1982

Öğleüzeri kitap okumak için ışığı açmak zorunda kaldım. Hava kapkaraydı ve yağmur yağdı yağacaktı. Ali Kemal Temizer’in Feveran adlı öykü kitabı elimde. Perdeleri çekip ışığı yakıp okumaya devam ettim. Birden güneş doğdu, akşam olmamış yanılmıştım. Açtım tekrar perdeleri. Feveran’a dalıp gittim. Ali Kemal Temizer’in büyük bir öykücü olacağını düşünüyorum. Özellikle trendeki deli öyküsü son yıllarda okuduğum en iyi öykü. Sarsıcı.

Odada, sokakta hâlâ ses yok. Ama uykum gelecek, kitaptan kopacağım diye korkuyorum. Tüm yazılmışları okumak istiyorum. Yatağımda bile rahat değilim, kalkıp okuyup tekrar yatıyorum. Yatmakla zaman kaybediyorum. Yoksa sabah olacak ve dünya. Korkunç.

27.04.1982

Akşam Cemal ile birlikteyiz. Yaşar Kaplan’ın öyküleri Birinci Kitap adıyla çıkmış. Kitabı karıştırıyor üzerinde konuşuyoruz. Kitabın ismini tartışıyoruz: Birinci Kitap. Diğer öykü toplamları da İkinci Kitap, Üçüncü Kitap şeklinde çıkacakmış. Benzerleri yapılmış. Kitaba bir isim vermek gerekmezmiş. Kitapta Cemal Şakar’ın ismi de “düzelti” bölümünde geçiyor. “Hadi meşhur oldun” diye Cemal’e takılıyorum. Cemal de “Ne yapalım bir yerden başlamak gerek” diyor.