Öykünün İmkanları ve Geleceği

Öykü biçimleri, birikimin doğal yansıması olmayıp bir arayışın neticesinde ortaya çıkmış yenilikler olabilir.
Öykü biçimleri, birikimin doğal yansıması olmayıp bir arayışın neticesinde ortaya çıkmış yenilikler olabilir.

Gelecekte öykünün nasıl bir biçim kazanacağına gelince bu, ancak geleneği ve günümüzde yazan genç yazarların yönelimlerini doğru tespit edebilmekle mümkün olur, diye düşünüyorum. Dolayısıyla günümüzde “yeni” diyebileceğimiz belirli bir damar üzerine yoğunlaşmak istiyorum.

Önce öykünün imkanları bağlamında kısaca öykü biçimlerinden, daha sonra öykünün geleceğinden bahsedeyim. Genç bir tür sayılabilecek öykünün Edgar Allan Poe ve Gogol’dan bu yana biçim ve teknik konusunda oldukça zengin bir birikime sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yaklaşık yüz elli yıllık öykü tarihi boyunca bazı yazarlar ortaya koydukları öykülerle çığır açmışlar, öykünün imkanlarını zenginleştirmişler adeta türün ilkelerini ortaya koymuşlardır. Yenilikçi olmakla birlikte ayrıksı bir biçimleri olmayan Çehov, Maupassant, Sait Faik gibi çığır açan yazarların dışında Borges, Cortazar, Calvino, Donald Barthelme, Leyla Erbil, Bilge Karasu, Sevim Burak, Cemal Şakar gibi biçim ve üslup olarak ayrıksı bir çizgisi olan, adeta türün sınırlarını zorlayan yazarların da öykü türüne önemli katkıları olmuştur. Hatta bir adım öteye giderek bu tür yazarların genç yazarlara daha iyi açılımlar sağladığını da söyleyebiliriz.

Tekniğin ve biçimin dışında bu yüz elli yıllık süreçte genel olarak anlatı dili de evrilmiş, gelişmiş; daha sahici, inandırıcı bir zemin aramıştır kendine. Mesela 20. yüzyılın başlarında 19. yüzyılın anlatım tarzı olan tanrısal anlatıcı ve anlatma yönteminin yerine gözlemci bakış açısının, gösterme yönteminin, bunun yanı sıra bilinç akışı tekniğinin yaygınlaşması, 1950’lerde Michel Butor’un Değişme adlı eseriyle başlayan ikinci tekil kişili anlatımın kullanılmaya başlanması bu kabil yeniliklerdendir. Ve bence teknik, biçim kadar anlatı dili de dönemin zihniyetini, algısını ve ayrıca öykü, roman gibi türlerin birikimini yansıtmaktadır. Öykü biçimleri, birikimin doğal yansıması olmayıp bir arayışın neticesinde ortaya çıkmış yenilikler olabilir ama anlatı dili, bir birikimin, zihniyetin ve dönemin karakteristiklerinin doğal yansıması olarak değerlendirilebilir.

Gelecekte öykünün nasıl bir biçim kazanacağına gelince bu, ancak geleneği ve günümüzde yazan genç yazarların yönelimlerini doğru tespit edebilmekle mümkün olur, diye düşünüyorum. Dolayısıyla günümüzde “yeni” diyebileceğimiz belirli bir damar üzerine yoğunlaşmak istiyorum. Bu arada “yenilik” dediğimizde şunu aktarmayı da gerekli görüyorum. Edebiyat ve sanat dünyasında genel olarak yeniliğe üç tür tepki gösterilmiştir.

  • 1. Bunlar eskiden de vardı; bunlar, şu şu sanatçılar tarafından denenmiş, yapılmıştı anlayışı. Mesela postmodernizm bağlamında metinlerarasılık veya üst kurmacadan bahsedildiğinde Poe’nun eserlerinde metinlerarasılık, Don Kişot’ta üst kurmaca vardır, denir -ki gerçekten de vardır- ama biz bugün onların eserlerini “postmodern” kategorisi altında değerlendirmiyoruz.
  • 2. Bunlar gelip geçici hevesler, modalar; bugün vardır fakat yarın unutulup gidecektir anlayışı.
  • 3. Aldırmamak, yok saymak.

Ama hali hazırda dönüp geriye baktığımızda dönemlerinde buna benzer tepkilerle karşılaşan birçok yazarın sonraki dönemler için daha kalıcı etkiler bıraktığını görüyoruz.

Bugün, kendi dönemlerinde anlaşılamamış, “sükut suikastı”na uğramış Franz Kafka, A.H. Tanpınar, Oğuz Atay gibi yenilikçi diyebileceğimiz yazarların gelenekten kopuşu temsil etmekle birlikte onu en iyi yorumlayan; dahası kendi dönemlerinin siyasi, toplumsal, felsefi yapısını en iyi yansıtan yazarlar olduğunu görüyoruz.

Ernst Fischer, “Yeni gerçekleri açıklayabilmek için yeni anlatım yolları gereklidir.” der. (Sanatın Gerekliliği, Ernst Fischer, Sözcükler Yayınları, 4. Basım, sayfa 138) James Joyce da Proust’un eserleri bağlamında hayat değiştikçe onu ifade etme tarzının da değişmesi gerektiği tespitini yapar. (James Joyce, Büyük Yazarın Gizli Evreni, Arthur Power, Timaş Yayınları, Mayıs 2009, sayfa 105)

Bütün bunları şuraya bağlamak istiyorum. Son on yıldır dünyada bilgisayar ve internetin yaygınlaşmasıyla daha önceki dönemlerde görmediğimiz baş döndürücü bir değişim ve gelişme yaşandı ve Y kuşağı adı verilen yeni bir kuşak ortaya çıktı. Günümüzde bu kuşağın ilk edebi verimleri yayımlanmaya başladı. Birçoğu kendini bilmeye başladığından itibaren bilgisayar ve akıllı telefon tuşlarıyla büyüyen hatta daha genç olanları -şu anda lise okuyanlar- bilgisayar ve interneti kendi uzuvları gibi kullanan bu kuşağın hayat algısı X kuşağı adı verilen önceki kuşaktan oldukça farklı. Günümüzde bu kuşağa ait ilk edebi verimler yayımlanmaya başladı. Bu verimleri dikkatli bir gözle incelediğimizde bu kuşağın karakteristik özellikleriyle yazdıkları arasında bir koşutluk olduğunu görüyoruz. Bu yüzden bu kuşağa özgü bazı özellikleri Yunus Özen’in konuyla ilgili yazısından özetleyerek aktarmak istiyorum.

1981-2000 arasında doğanlar Y kuşağını oluşturuyor. (Uzmanlar daha yaşlı olanların da zihin yaşı itibariyle bu kuşağa dahil olabildiğini belirtiyor.) TÜİK verilerine göre Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde otuzunu bu kuşak oluşturuyor.

Körfez savaşları, hızlı kentleşme “hemen şimdi” anlayışı, internet, playstation, tablet, cep telefonu Y kuşağını oluşturan anahtar kelimeler.

Daha önceki kuşaklara göre daha narsist ve benmerkezci bir kuşak. Kararlarında ve davranışlarında daha fazla özerklik istiyorlar. Özgüvenleri abartılı bir şekilde yüksek. Hayallerinin peşinden gitmekten çekinmiyorlar. Girişimci ve donanımlı bir kuşak. Her konuda cesaretlendirilmiş durumdalar. Sorumluluk almaktan da kaçınmıyorlar.

Belirgin özelliklerinden biri de hırslı olmaları. Çabuk yükselmek istiyorlar. “Hemen şimdi” anlayışına sahipler. Her şey bir “google” araması kadar yakınlarında. Bilgiye anında ulaşabiliyorlar. Her şeyin hemen olmasını istiyorlar, sabırsızlar.

Değişime ve yeniliğe açıklar. Şahsi deneyimlerini, bilgi ve fikirlerini paylaşmayı seviyorlar. İnterneti bu amaçla sıkça kullanıyorlar. Takım çalışmasına yatkınlar.

Teknoloji, hayatlarında pek çok şeyin simgesi. İletişim kurmak için en çok cep telefonu ve interneti tercih ediyorlar. Gizliliğe çok fazla önem vermiyorlar. İletişimde gerçeklik ve dürüstlüğe önem veriyorlar. Dolambaçlı olmak yerine düz davranmayı tercih ediyorlar; kendilerine de öyle davranılmasını istiyorlar.

Ünlü ve bilinir olmak istiyorlar. Sosyal internet sitelerinde arkadaşlarının çokluğuyla övünüyorlar. İletişime geçme konusunda son derece istekli davranıyorlar. Bağlantılı, erişilebilir, interaktif ve açık bir dünyada doğup büyüdüler. Daha “global” bir kuşak oldular. Farklı kültürlerden ve coğrafyalardan insanlarla iletişim halindeler. Bu yüzden karmaşıklıkla kolay baş edebiliyorlar. Değişime uyum sağlama yetenekleri çok fazla.

Maaş, esnek çalışma koşulları, hayat tarzı, teknoloji ve gelecek konularında beklentileri çok yüksek. Tatminsizler. Sürekli hareket halindeler. Özgür olmayı seviyorlar.

Bilgi ve içerik bombardımanı altında yaşıyorlar. Birçoğu “bağlantıkolik” ve içerik açlığı sorunuyla baş etmeye çalışıyor. Eş zamanlı olarak birçok işi bir arada yapıyorlar. İlgi odakları çabuk değişiyor.

Sosyal bilinç, nefis terbiyesi, mutluluk gibi kavramları genç kuşağa aktarırken kullanılan yöntemler çoğu zaman artık işe yaramayan modası geçmiş yöntemler oluyor. Zaten bu yöntemler cılız ve yetersiz kalıyor.

Her kuşak gibi Y kuşağı gençleri de büyüklerinin kendilerini yeterince anlamadıklarını düşünüyorlar.

Sosyal medya özellikle twitter ve facebook yaygınlaştığında bunun edebiyat diline nasıl bir yansımasının olabileceğini düşünmüştüm. Yeni bir hayat algısı ve yeni bir dil vardı çünkü bu mecralarda. Her şey, tüm duygular, duyarlılıklar, bilgiler hızla tüketiliyor, yıpratılıyor ve aşılıyordu. Ve bunun da bir biçimde mutlaka edebiyata yansıması gerekiyordu. Çünkü her edebi eser yazıldığı dönemin zihniyetini yansıtır. Ya da yaygın deyimle kap içindekini sızdırır.

Yukarıda da kısaca değindiğim gibi, ben hem öykü ve roman teknikleri hem de anlatı dilinin değişmesi bağlamında bu kuşağa özgü niteliklerin edebiyata yansımaya başladığını düşünüyorum. Dünya edebiyatından -başka pek çok isim sayılabilir- eserleri Türkçeye çevrilen Jonathan Safran Foer, Dave Eggers, Etgar Keret, Alejandro Zambra;Türk edebiyatından Murat Menteş, Alper Canıgüz, Aykut Ertuğrul, Doğukan İşler, Osman Cihangir, Arda Arel gibi yazarların eserlerinde yeni bir dil ve benzer anlatı biçimleri olduğunu söyleyebiliriz. İsmini zikrettiğim yazarların benzeşmeyen yanları da var tabii ki -nihayetinde sanat eserinden bahsediyoruz- ama ben daha çok benzeşen yanları üzerinde durmak istiyorum. Bu yeniliğin yanında söz konusu yazarların edebiyat geleneğini ve bunun yanında bir kısmının sahip oldukları kültürün mitlerini de bildiklerini hatta bunlar üzerinde kafa yorduklarını söyleyebiliriz. Bu yazarların Joyce, Kafka, Salinger, Borges, Cortazar, Vonnegut, Calvino, George Perec, Oğuz Atay gibi öncüllerinin olduğunu söyleyebiliriz.

Bu genç yazarların aşağıda aktaracağım özellikleri en azından yakın gelecekte nasıl bir öykü biçiminin olacağına dair bize ipuçları verebilir. Şimdi bu kuşağın özelliklerine ve bunun edebiyattaki yansımalarına ilişkin birtakım tespitlerde bulunabiliriz:

  • 1. Edebiyat dünyasında şu ana kadar tanık olduğumuz tüm teknikleri kullanıyorlar. Bu konuda oldukça da birikimliler. Postmodern anlatım biçimlerini kullanmanın ötesinde içselleştirmişler, bu teknikleri artık bir yenilik düşüncesiyle yapmıyor, adeta ellerindeki doğal malzemeyi kullanıyorlar.
  • 2. Oldukça sade, doğrudan hedefe odaklı, minimal denilebilecek bir üslupla yazıyorlar. Burada minimalizmi bir eksiltme, dışarıda bırakma, altında bir derinlik barındıran boşluklar bırakma anlamında kullanıyorum. Bu konuda Osman Cihangir’in “Hasar Sözlüğü” adlı öyküsüne ya da Alejandro Zambra’nın eserlerine bakılabilir. Uzun betimlemelerden, gereksiz ayrıntılardan kaçınıyorlar. Bunun yanında neşeli, hızlı, yoğun ve zaman zaman savruklaşan bir anlatım tarzları var. Hatta bir ara Aykut Ertuğrul bu tarz anlatıcılar için “şen anlatıcı” ifadesini kullanmıştı. Fakat bu neşeli denilebilecek hızlı, hareketli anlatımın ardında derin bir hüzün, ironi, bireyin ve hayatın parçalanmışlığı, bilgi bombardımanıyla kirlenmiş modern zihinlerin kaosu, kargaşası var.
  • 3. Hüznü ve duygusallığı, hüzün ve duygusallıkla anlatmıyorlar, anlatının dokusuna sindiriyor, adeta inşa ediyorlar. Söz gelimi Aşırı Gürültülü İnanılmaz Yakın adlı eserinde Jonathan Safran Foer, yaşadığı derin şaşkınlığı anlatmak için, “Hayal kırıklığına uğradım.” demiyor “hayal kırıklığı 1, hayal kırıklığı 2” diye yazıyor. “Hoşça kal, dedi ses. Ama ben sadece bu anahtar hakkında bir şeyler bulmaya çalışıyordum. Hoşça kal. Ama… Hoşça kal. Hayal kırıklığı 2.”(Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, Jonathan Safran Foer, Siren Yayınları, sayfa)
  • 4. Atmosfer oluşturmak için betimleme yapmıyorlar, yine postmodern metinlerde görüldüğü gibi doğrudan anlatmak istediklerine odaklanıyorlar. Bu anlamda sanatsallıktan -aslında onlar için daha çok sanatsallığın yapmacıklığından demek istiyorum- bir kaçış söz konusu.
  • 5. Son derece esnek bir anlatımları var. Diyalogların ve tahkiyenin zaman zaman iç içe geçtiğini, anlatıcı tipinin ve bakış açısının bir eserde değiştiğini görüyoruz. Jonathan Safran Foer’in Her Şey Aydınlandı adlı eseri bunun tipik bir örneğidir.
  • 6. Gerektiğinde görsel kullanıyorlar. Dil oyunları, üst üste geçmiş, birbirine girmiş harfler, dizgi oyunları, farklı yazı karakterleri, büyük ve küçük harflerin keyfî ve düzensiz kullanılması, fotoğraflar, emojiler, illüstrasyonlar, boş sayfalar gibi farklı anlatım yöntemleri kullanıyorlar.
  • 7. Tüm yazdıklarında bir oyunsuluk, oyunbazlık var. Tematik olarak da “oyun” kavramıyla bir ilişkisi var yazdıklarının. Bunda Oğuz Atay, Perec, Calvino gibi yazarların etkisi kadar playstation ve bilgisayar oyunlarının da etkisi olduğunu düşünüyorum. Belki fantastiğe ilgi duymalarının temelinde de bu var. Bu konuda da Arda Arel’in “Düşgörü” adlı öyküsüne bakılabilir. Öyküde narkozla uyutulan bir hastanın beynindeki görüntüleri ekrana yansıtıyorlar vs. (İp Cambazı Değil Silahşor, Arda Arel, Dedalus Kitap, 1. Baskı, 2015, sayfa 23)
  • 8. Sahicilik ve hasbilik, doğallık taşımayan her türlü insani ilişkiyi, algıyı alaya alıyorlar.
  • 9. Sıradışı benzetmeler: “Her şeyin körüklü bir otobüsteki gibi sarsıldığı bu dünyada…” (Hiçbir Zaman Yeterince Deliremeyeceğiz, Osman Cihangir, İz Yayıncılık, 1. Baskı, 2015, sayfa 58) “Kafasını kaldırıp Ali’ye şaşkın bir yüzle baktı, bıyık takmış bir balon balığına benziyordu.” (age, sayfa 54) “Küçük kız ağzındaki çubuklu şekeri sol yanağından sağ yanağına aldı. Şeker, cama yapışmış tükürükler gibi, gelişigüzel yayılmış çiller bulunan deriyi minnacık benekli bir balon gibi şişirdi.” (age, sayfa 75) “Araba, kafası kesik bir kuğu gibi akarak sessizce durdu.”(Dublörün Dilemması, Murat Menteş, İletişim Yayınları, 19. Baskı, 2012, sayfa 48) “Ferruh Ferman’ın sivribiber yeşili gözleri var.” (age, sayfa 51) “Tuğçe çamaşır suyunda bekletilmiş traktör tekeri gibi yuvarlanarak uzaklaşıyor. Annem gözleri dolu dolu gülümsüyor…” (age, sayfa 59) Tabii bunlarda ironik bir yan var. Benzetme değil de “benzetme parodisi” gibi adeta. Bu tarz benzetmeleri ciddi ciddi yapanlarda da dil zaman zaman gelip bu saçmalığa gelip dayanıyor.
  • 10. Zeki olmayı, zekâ göstermeyi seviyorlar. Özellikle Murat Menteş, Alper Canıgüz, Arda Arel, Ertuğrul Emin Akgün ve Doğukan İşler’in eserlerinde bu özellik oldukça belirgin. Dave Eggers’ın romanının adı, Müthiş Dâhiden Hazin Bir Eser. Bunun da sosyal medya yansıması olduğunu düşünüyorum. Twitter’da, Facebook’ta en çok böyle pratik zekâya sahip hesaplar takipçi buluyor. Bu da bilginin çok kolay ulaşılabilir bir şey olmasıyla ilgili sanırım. Bilgiye bu kadar kolay ulaşılabiliyorsa zekâ, hasbilik, doğallık, sahicilik gibi kavramların öne çıkması doğaldır.
  • 11. İnterneti, Google’ı, sosyal medyayı çok iyi bildiklerini söylemiştik. Eserlerinde bu etkiyi kullandıklarını görüyoruz. Mesela “Eve gidince google’da bakabilmek için aklımda tutmaya çalıştım.” (Aşırı Gürültülü İnanılmaz Yakın, sayfa 177). “İnternette düşen insanları gösteren birçok video buldum.” (age, sayfa 286) “Ardından internette New York kilitleri üzerine bir arama yaptım ve bir sürü faydalı bilgi edindim.” (age, Sayfa 57) Aykut Ertuğrul, “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı öyküsüne “Teşekkürler Google, Teşekkürler Vonnegut, Kahrol Amerika” diye başlıyor. (Mümkün Öykülerin En İyisi, Aykut Ertuğrul, Dedalus Kitap, 1. basım 2013, sayfa 49). Yine aynı eserde “Yok Kimse Yok” adlı öyküde “Google’a Sor” başlıklı bir bölüm var. (age, sayfa 90) Aynı öyküde bir sonraki sayfada Google’a “İnsanlar nereye kayboldu.” diye sorulmuş ve ekran görüntüsü fotoğraflanmış. (age, sayfa 91) Osman Cihangir’in Hiçbir Zaman Yeterince Deliremeyeceğiz adlı eserinde “Başıboş Uçuşlar” adlı öyküsünde, “Google’a ‘sırt-boynuz-kuyruk-kanat-tedavi’ yazdım, sıfır nokta kırk sekiz saniyede yüz beş bin sonuç buldu.” şeklinde bir bölüm var. (age, sayfa 60)
  • 12. Türlerin sınırlarını zorluyorlar. Aykut Ertuğrul’un “Hikaye Ne İşe Yarar, Öyleyse Ne” adlı yazısından: “Hepi topu yüz elli yıllık bir form olan öykü bize yetmiyor, ihtiyaçlarımızı karşılamıyorsa türü dönüştürmeye gücümüz var mı? Daha doğrusu bu form dönüşmeye müsait mi? …Öykü işimize yaramaz diyorsak yeni bir tür mü inşa edilmeli ya da geleneksel dünyanın kullandığı formları güncelleyerek diriltmeye mi çalışmalıyız?” (Post Öykü, 4. sayı) Gene bunun en tipik örneklerinden biri olan Doğukan İşler’in “Öykü Yapım Çalışmaları” adlı eserinden “Kafa Kofti” öyküsünden “Kıymetli dostum, diyordu son yolladığı e-postada Aykut Ertuğrul, ‘Son yolladığın öyküde ne anlatmak istediğine bir mana veremedim. Oğlum, siz ne biçim adamlarsınız, öykü mü lan bu yazdığın yoksa şifreli mektup mu? Bak bir derdin mi var, yoksa iki üç öykün sağda solda yayımlandı diye bizle kafa mı buluyorsun artık? Tamam, ben anladım burada hangi kitaba telmih yaptığını ama okur nasıl anlasın? Diyelim ki anladı, oğlum, sen ‘Abi’ dediğin insanların yazdıklarıyla dalga mı geçiyorsun?”(Öykü Yapım Çalışmaları, Dedalus Kitap, 1. Baskı, 2014, sayfa 68) Devamında ilerleyen paragraflarda, “Uzatmaya gerek yok, öykü möykü yazamadım. Sıkıldım aklıma ne geldiyse doldurdum kâğıda. Ne bir tahkiye, ne bir biçem, ne başka bir şey…” (age, sayfa 68)
  • 13. Mitleri, mitlerde yer alan arketipleri ve geleneğin edebiyat birikimini kullanmak istiyorlar. Hatta fantastiği de bu anlamda seviyorlar. Çünkü fantastikte modern akılcılığa bir reddiye vardır aslında. (Bu konuda da özellikle Aykut Ertuğrul, İsmail Isparta’nın eserlerine bakılabilir.)
  • 14. Yazarlar karakterlerden biridir, masanın başına oturmuş öykü yazıyordur. Ertuğrul Emin Akgün’ün “Son Anahtar ya da Silahşor” adlı öyküsünden: “Demek okuldayım. Pencereden ağaçlar görünüyor. Aslında bilgisayarımın karşısındayım sevgili okur; benim kuşağım kalemle öykü yazmadı.” (…) Bu anlatı türlerinin başlangıcından beri anlatıcının oluşturmak istediği “gerçeklik yanılsaması”nın son aşamasıdır, yani anlatıcı birbirimizi kandırmayalım ben bir metin yazıyorum, sen de bir metin okuyorsun, demek istemektedir adeta. Bu da bu kuşağın aradığı sahicilik, gerçeklik arayışına denk düşmektedir.
  • 15. Başka yazarlara, başka kurgulara çokça gönderme yapıyorlar. Bunun dışında Cemal Şakar, Arda Arel, Aykut Ertuğrul, Ertuğrul Emin Akgün, Doğukan İşler öykülerinde birbirinden sık sık bahsederler. Bunun için ismi geçen yazarların herhangi birinin eserine bakılabilir.
  • 16. Kurgu ve gerçek belirsizdir.

Yukarıda aktardığım özelliklerin bir kısmının postmodern edebiyatın her yerde yazılıp çizilen özellikleri olduğunun farkındayım. Fakat ilk maddede de belirttiğim gibi yazıma konu ettiğim yazarlar bu özellikleri kendilerinden önceki yazarlardan daha doğal ve kendilerine özgü bir malzemeyi kullanır gibi kullanıyorlar. Bunun ötesinde eserlerini aynı dönemlerde karşılaştırarak okuduğum için tekniğin dışında bu yazarların ortak bir algısının olduğunu söyleyebilirim. Özellikle bu ortak algının, içinde bulunduğumuz döneme ilişkin bir zihin yapısını yansıttığını düşündüğüm için önemli olduğunu ve edebiyata dair kalıcı etkiler bırakacağını düşünüyorum.

  • * Uluslararası Zeytinburnu Öykü Festivali’nde 16 Şubat 2016’da “Öykünün İmkânları ve Geleceği” başlıklı panelde sunulan konuşma metnidir.