Piknik-Go

Evladım, çekilin oradan mangala düşeceksiniz!
Evladım, çekilin oradan mangala düşeceksiniz!

Etraf savaş alanı gibiydi. Piknik alanının bekçisi ne yapacağını bilemiyordu. Öfkesi depresyona dönüşmüştü. Akşama kadar buradaydı ama kimse bir tane ekmek arası bile ikram etmemişti. Ne biçim piknikçilerdi bunlar! Gizemli bir telefon görüşmesi yaptı. Biraz sonra belediyenin ilaçlama arabası geldi piknik alanını baştan sona ilaçladı.

— Eveet, şimdii! Kaçabileceğini mi sandın dostum? Yakaladım işte, Charizard.

— Hey Misty! Buraya gel, buradalar, mangalın yanında. Hadi pokeball, Charmender.

Becerikli elleri, dalgalı saçları vardı. Salatayı çabucak yapıverdi. Omzunun üstünden kocasına baktı; üzerinde neredeyse koltuk altlarına kadar çekilmiş kalın çizgili pijama, sararmış atlet. Elinde yelpaze, köze yalvarıyordu.

— İnanamıyorum Charizard yakalamışsın.

Sık sıralı boncuk düğmeli gömleğinin birkaç düğmesi kopmuştu; o kesimleri çatal iğne ile tutturmuştu ama işe yaramıyordu. Koca, kaş göz işaretleriyle karısını uyardı. Izgaradan aldığı köfteyi gururla uzattı, beğenip beğenmeyeceğini merak ediyordu.

— Evladım, çekilin oradan mangala düşeceksiniz! Anneniz babanız yok mu sizin? Hadi, ailenizin yanına.

Piknik alanının yanından geçen asfalt sıcak katran kokuyordu. Üstüne mangal kokusu, ızgara et, tavuk şiş, az ötedeki derme çatma tuvaletten yükselen tarif edilmez koku… Derdi başından aşmış çöpün yanında köpekler dolaşıyordu. Birkaç kedi mangalın etrafına konuşlanmıştı, arılar soslu tavuklarla iletişim halindeydiler.

— Yavrum, anlamıyor musunuz, çekilin mangalın başından.

Pokemon yakalıyoruz amca, burada çok var. Yaşlı kadın konuşulanlara kulak kabarttı;

— Ne yakalıyormuş?

Pokemon

— Saldım çayıra, Mevla kayıra. Bu zamane annelerini de anlamak çok zor. Gelin Hanım, şunların eline birer dürüm tutuştur da gönder; başımıza bela olacaklar.

Yaşlı kadın yaz elmasını ısırdı. Epey açık ön dişlerinin arasından elmanın köpüklü suyu çıktı, karşısında oturan torununun gözüne sıçradı. Çığlığı bastı çocuk. Gelin ters ters baktı kaynananın yüzüne, yıldırım hızıyla çocuğu kaptı, çeşmeye koştu. Kaynana onları izlerken iştahla yutkundu, ağzını şapırdatarak elmayı yemeye devam etti. Etrafındakiler elleriyle yüzlerini koruyorlardı buna anlam veremedi.

Güneş tamamen yere uzanmıştı, yaşlı kadın da onun yanına. Diyanet’in dağıttığı ay yıldızlı beyaz hac şemsiyesini ayrıcalıklı bir tavırla açtı, sıcaktan korunmaya çalıştı. Bakışları dingindi, Hacer-ül Esved’e dokunduğu anı hatırladı, ellerini hiçbir ateşin yakamayacağını düşündü.

— Ash, ihtiyarın üstünde Zubat var. Elini çabuk tut.

— Nee! Gelin koş, üstümde Zubat var.

— Ne Zubat’ı yaa! O da ne?

— Bilmiyorum, örümcek galiba, al şunu.

Gelin, terliğini çıkardı; eline aldı. Çocuklar çeşmeye doğru kaçtılar. Bu arada göz ucuyla yan taraftaki piknikçilere baktı; bütün bir yıl burada piknik yapacak gibi malzeme getirmişlerdi. Komşu piknikçi kadındaydı gözleri; zırhlı hasat böceklerine benziyordu; şiş karınlı, kısa kol ve bacaklı, kıvırcık saçlı. Yağlı kahverengi bir cildi vardı, ellerinin üstü benek benekti. Gözlerini ondan ayırmadan mırıldandı: Zubat. Kızı, öbür yandaki piknikçilerden tavuk istedi. Onu tehdit ederken yaptığı gibi, gözlerini kocaman açtı, yüzüne baktı. Oralı olmadı çocuk. Komşu mangal savaşçısı yerden bir çöp aldı, irice bir tavuğu taktı, verdi. Çocuk “çöp şişi” iştahla ısırdı.

Gelin gözlerini kaynanasına dikti, ayağa kalktı.

— Yakala! Rattata kadının gözlerinde

— Bekle, yetişemiyorum, kıvılcım saçıyor.

Elini çocuğun şakaklarından saçına daldırdı. İşaret parmağını saçına dolayıp, hızla yukarı kaldırdı, kendine doğru çekti. Feryat, figan… Diğer kadınlar yetişip elinden zor aldılar.

Komşu piknikçi kadın kocasına baktı; adam yakar top oynayan genç kızları seyrediyordu. Yanakları al al oldu, gözü seğirdi, rengi kaçtı; öyle bir bağırdı ki mangalın başındaki kedinin tüyleri diken diken oldu:

— Bari burada bir işe yara, geldik geleli yatıyorsun!

Adam oralı olmadı. Yüksek sesle esnedi, göbeğini kaşıdı, kendini hamağa attı. Üzeri mangaldan çıkan duman bulutuyla örtüldü. Doyasıya içine çekti. Kadın kabına sığamıyordu. Ortam uygun değildi yoksaaa! Ağzını açtı, amalgamlı kırık dişi göründü, parmağını ağzında ıslattı, “Nah şuraya yazıyorum,” cinsinden bir hareket yaptı.

Hamaktaki kocaya karasineğin biri musallat olmuştu. Adam onu kovuyor; sinek her seferinde aynı noktaya konuyordu.

Misty, adamın kafasında, yakala!

Kel başına gürültülü bir şaplak vurdu. Sinek kaçtı ama gerisin geriye döndü.

— Hadi Pokeball! Eveet, Vibrava.

— Gittikçe güçleniyorum, ne zaman savaşacaz?

— Bekle, biraz daha toplayalım.

Karısı uzaktan sinirli bir bakış fırlattı, eline aldığı ıslak mendille geldi. Adamın başını yırtar gibi oradaki tavuk yağını sildi. Adam şaşakalmıştı, neden sonra kendine geldi. Acıyan başına el attı, o noktadaki kalkan deriyi yavaşça kopardı, gözlerinden yaş akmasına engel olamadı.

Ash ve Misty’in annesi seslendi:

Miray,Ali köfteler hazır!

Oyuna ara verdiler. Hızlıca birer dürüm yiyip tekrar ava çıktılar.

Sinekler karınlarını doyurmuş, etin üzerinde güneşleniyorlardı. Kimi piknikçi aileler, karpuzlarını soğusun diye çeşmenin yalağına bırakmıştı. Üstünde bulaşık yıkayanlar, burnunu temizleyenler… Tango kemiklerini oynatarak yürüyen bir kadın çeşmenin başına geldi, bulaşıkları yıkamaya başladı. Vücudunun albenisini seyre açmıştı. Her tabak bitiminde etrafı süzüyor, kendisini izleyen biri olup olmadığını kontrol ediyordu.

— İşte orda, çeşmede.

Manaphy! Bugün çok şanssızsın dostum, işe yaramayanlar çıkıyor hep karşına.

— Akşama görürsün sen. Yakaladım bile! Gözlerini kocaman açtı, çocuklara baktı. Fettanca bir kahkaha attı. Halka küpeleri kafasıyla birlikte sallandı.

— Ne yakaladınız hayatım?

— İlerle Misty, tehlike sinyali. Emboar!

— Sabahtan beridir yürüyoruz bir tane bile Pikachu yakalayamadık.

— Onu herkese vermiyorlar akıllım.

Hava kararmak üzereydi. Semaverde akşam çayları demlendi. Daha gün bitmemişti. Şimdi ‘tavla ve okey’ zamanıydı.

Etraf savaş alanı gibiydi. Piknik alanının bekçisi ne yapacağını bilemiyordu. Öfkesi depresyona dönüşmüştü. Akşama kadar buradaydı ama kimse bir tane ekmek arası bile ikram etmemişti. Ne biçim piknikçilerdi bunlar! Gizemli bir telefon görüşmesi yaptı. Biraz sonra belediyenin ilaçlama arabası geldi piknik alanını baştan sona ilaçladı. Piknikçiler söylenerek hızlıca toparlandı “altına hücum” eder gibi belediye otobüslerine akın ettiler.

— Hey Ash, ekranda hiç Pokemon gözükmüyor.

— Bende de yok. Nereye saklandılar?

İki çocuk da gözleriyle otobüsün içini taradı. Pokemonlar işgal etmişti her yanı: Ellerinde piknik sepetiyle birbirlerinin üstüne abanan Haunter’lar, is kokulu Kabuto’lar, oturanlara ters ters bakan ayaktaki Ledyba’lar, ineceği durağa yaklaştıkça yoldakileri ezerek geçen Spoink’ler…

Çocukların endişeyle gözleri büyüdü; korku gözlerine vuruyordu.

Pokemonların, insanları egemenliğine alması fikrinden dehşete düştüler.

— Ali! Napıcaz oğlum!

Ali ekrana döndü. Topladığı bütün Pokemonlar sanki havaya uçmuştu.

Miray telefonunu kapattı. Umutla başını kaldırdı. Her yan hâlâ Pokemon’du. Annesine sarıldı. Kolları, sanki bir boşluğu kucaklıyordu. Umutsuzca pencereden dışarıya baktı. Tanklar, askeri araçlar geçiyordu. Uçak seslerinden korkusu büyüdü.

Ali’ye doğru eğildi, fısıldadı:

— Lan oğlum bizi arıyorlar.