Post-Öykü: Öykünün Sonuna Tanıklık Etmek

Amerika moderndir, Avrupa post-modern.
Amerika moderndir, Avrupa post-modern.

Post-modern sıfatını alan herhangi bir düşünce, herhangi bir akım, sanat çalışması, resim, film, şiir ya da öykü, modernlikten ve modern düşünceden bağımsız düşünülemez. Zira modernlik, post-modernliğin geleneğinde “kendiliğinden” vardır.

Sabah gazetesini okumak, realistin sabah duasıdır. -G.W.F. Hegel Sabahleyin gazete okumak, modern insanın sabah duasıdır. -G. Vattimo Sabah uyanır uyanmaz modernliğe üç-beş laf atmak post-modern insanın sabah duasıdır. -A.B.

I.

Aslına bakılacak olursa, “aslına bakılacak olursa” ifadesiyle başlayan birçok yazı, modern yazı yazma tarzının bir ürünüdür. Klasiğin, örneğin Marcus Aurelius’un, İbn Sina’nın, Katip Çelebi’nin, Kant’ın, Berkeley’nin eserlerinde gördüğümüz gibi, hemen konuya girmek yerine okuyucunun dikkatini halihazırdaki yazıya çekmek (hook up) niyetindedir modern yazı tarzı. Zira tonla yazı vardır rekabet ettiği. Arada kaynayıp gitmeye tahammül edemez. Bu yüzden, okuyucuyu, o hep düşkünü olduğu hakikate bakma fırsatının bu yazıda geçtiğini haber verir yazı: “Aslına bakılacak olursa.”

Biz ise bu yazıda Türkçe literatürde bol bol telaffuz edilen modernizm ve modernlik (modernite) gibi olgulardan kurtulma çabasını ima eden post-modernizm ve post-modernliğe (post-modernite) değinecek, oluşan literatüre bir yapısöküm uygulayacak ve örneğin modern öyküden sıkılmış bir topluluğun post-modern öykü ya da post-öykü yazma/okuma denemelerinin hangi anlamda mümkün olup olmadığını tartışacağız.

II.I.

İlkin malum meseledeki kavram problemini çözmeliyiz, yani modernizm ve modernlik ile post-modernizm ve post-modernlik arasındaki kullanım karmaşasını. Kelime gruplarındaki ilk kavramlar, yani modernizm ve post-modernizm, Türkçe yazında, daha çok dile pelesenk olan ancak sanat ve felsefe camiaları dışında çok da doğru biçimde kullanılmayan kavramlardır. Modernizm, 19. yüzyılda şiir ve resimde romantizme, mimaride ise klasiğe karşı çıkarak kendine yer edinen güçlü bir felsefi akımdır. Baudelaire, Rimbaud, Mallarmé, Pound, Manet, Dostoyevski gibi isimlerle başlayıp Picasso, Cézanne, Kandinsky, Klee, Wright, Le Corbusier gibi isimlerle devam eden, yine sanatta Eksprezyonizm, Fütürizm, Kübizm, Sürrealizm ve Dadaizm gibi avangard ekolleri içerisinde barındıran bir akım. II. Dünya Savaşı’yla büyük bir darbe yese de Pop-Art gibi oldukça bayağı (kitsch) versiyonuyla da Amerikan kültür emperyalizmini dünyaya yutturmuş bir oluşum. Post-modernizm’in tarihi ise modernizmin gözden düşmesiyle başlıyor diyebiliriz. Zira modernizmden, tabiri caizse, illallah etmiş sanatçılar —örneğin mimaride Venturi ve Jencks, edebiyatta Borges, Beckett, Nabokov ve Eco, modernizmin felsefi hatalarından ve eksiklerinden yola çıkarak yeni bir ekole öncülük etmişlerdir. “İnsan için insana rağmen”ci bir hümanizme sahip modernizme, yani avangarda, yani en önde olmayı şiar edinmiş bu ilerici sanata olan inancın, savaşın dehşetengiz yıkıcılığının bir sonucu olarak kaybolması, post-modernizmi doğuran en birincil etkendir diyebiliriz. Burada şüphesiz ki Beckett’in savaş alaycılığı olarak Watt karakteri, Vonnegut’un Mezbaha’sı, Picasso’nun Guernica’sı, Lyotard’ın The Différend’ı bu kıyametin ortasında ilk gözümüze çarpanlar. Ancak konumuz modernizm ve post-modernizm değil, geçelim.

Bir diğer ayrım modernlik (modernite) ve post-modernlik (post-modernite) ise günlük dilde çokluk kullanılmayan, ancak her sevginin ve sövgünün üstü örtülü bir şekilde karşılığı olan bir karşıtlık. Modernlik, geleneğe yerleşmiş olan bir takım yapılardan kurtulmak mücadelesi ve “çağın gerektirdiği”ne bir değer atfederek “yeni” dediği şeylerle hemhal olmaktır. Bu bağlamda modernliğin dönemsel bir ayrımı yoktur. Yani her çağın bir modernlik görüşü ve modernlik taraftarı vardır. Descartes ile başlamaz modernlik. Abelard’ın gelenek eleştirisi de modernlik kapsamındadır, Katip Çelebi’nin dönem eleştirisi de. Post-modernlik ise modernliğin sunmuş olduğu o “yeni”nin bir değer olarak eleştirilmesi, yani karşı-argümanıdır. Bu durumda her modernliğin peşisıra post-modernliğin gelecek olması bir tahmin değildir (Palmer, 363- 366). Bizi ilgilendiren de modernlik-post-modernlik ayrımının 20. yüzyıldaki son tezahürü, yani Aydınlanma’da nüveleri atılmış modernliğin Nietzsche ile kırılmaya başladığı dönemdir.

Geçmeden zaruri bir not düşelim: Yukarıdaki kelimelerin sınırları kurşun kalemle çizilmiştir. Yeri gelir, birbirlerinin yerine ısrarla kullanılabilir. Bu geçişliliğin oluşmasının en büyük sebebi de, Derrida, Lyotard, Habermas, Madison gibi filozofların post-modernlik üzerine değil post-modernizm üzerine kuramlar oluşturmasıdır. Asıl akıl karışıklığı filozoflarda değil, onların post-modernizm üzerine yaptıkları tartışmaları fütursuzca post-modernlik tartışmasıyla birebir örtüştüren yazarlardadır. Bu aklıkarışıklık, Türkiye’de post-modernizm ve post-modernlik tartışmasının çok farklı sularda yürütülmesini de beraberinde getirmiştir.

E. Munch, The Scream
E. Munch, The Scream

II.II.

Amerika moderndir, Avrupa post-modern; Henri Ford’un şirketi moderndir, Amazon post-modern; Auschwitz moderndir, televizyondaki dehşete düşürücü film efektleri ise post-modern. Bu ayırımlar Charles Jencks’in son kitabı Critical Modernism’den (Jencks, 15). Görüp artıralım o halde: MSN moderndir, Twitter post-modern; karikatür moderndir, capsler post-modern; ya da çığlıktaki dehşet moderndir (E. Munch, The Scream), çığlığı resmetmek ise post-modern (F. Bacon, The Screaming Pope).

Jencks kitabının bir başka yerinde bu modern-post-modern farklılaşmasını özetle şöyle yorumluyor: Endüstriyel devrim ve seri üretim modern, bilgi endüstrisi ve ofislere bölünen üretim tarzı post-moderndir. Modernlik kapitalizmi ve burjuvayı göklere çıkarırken, post-modernlik —Jencks’in kendi vaz’ı (coinage) olan— sosyotalizmi (yani, sosyalizm ve kapitalizm arası melez bir yapıyı) önerir. Bakın burası çok enteresan: Modernlik tedrici ilerlemeyi esas alır, post-modernlik ise sürekli değişimi (Jencks, 110).

Şimdi hazır sınırlar (Jencks dahil birçok post-modernlik teorisyeni tarafından) bu kadar kalınca çizilmişken, biz bu çizgiyi İtalyan hermeneutikçi Gianni Vattimo’nun silgisiyle kesikli çizgi haline getirelim. Zira kavramların bu denli ayrık durması post-modern olan bizlere hiç de yakışmıyor.

III.I.

Üzülerek söylenmeli ki, modernlik-post-modernlik arasında kanlı-bıçaklı bir savaş olduğu kanısı modern bir tutumdur. Ancak her ne hikmetse, Türkiye’de, bilhassa muhafazakar kesimden olmak üzere pek çok kişi, modernliğin İslam’la ya da gelenekle alıp veremediği ne varsa karşısına post-modernliği koyarak “peki şimdi ne yapacaksın bakalım” haline bürünür. Modernlik, hümanizm diye tutturduğu dünya anlayışında insanı öyle yormuş, öyle köşeye sıkıştırmıştır ki, bunalan kişi post-modernlik ne önerse evet demiştir. Hatta iddia edilebilir ki, sabah uyanrı uyanmaz modernliğe üç-beş laf atmak artık post-modern insanın sabah duasıdır. Bunun istisnai örnekleri de yok değildir tabi; ama bazen bu örnekler de işi farklı bir boyuta taşıyarak, post-modernizmi modernizm ağacının bir dalı olarak öngörür. Ancak bu eleştirinin de polemikten öteye geçemediği, söyleyecek ikinci bir argümanının olmayışından kısa zamanda ortaya çıkmıştır.

III.II.

Ünlü post-modernizm teorisyeni Jameson’a göre aslında bizler kaçınılmaz olarak post-modern dönem içerisindeyiz. TV’lerle birlikte evimizin salonunu sanal dünyaya açarken realizm düşkünü modernliğe giden son treni çoktan kaçırmışızdır. Devir Baudrillard’ın karamsar gözlerle gördüğü gibi hiper-gerçekliğin devridir artık. Bırakın TV’lerdeki savaşın gerçekliğini (Baudrillard, The Gulf War Did Not Take Place), saybörgleşme evresine geçen insanların gerçekliği dahi tehlikededir. Bir Twitter hesabı insandan daha gerçektir örneğin şu günlerde. Ancak Baudrillard dahil olmak üzere pek çok düşünürün realizm adı altında bir metafiziğin peşinde olduğu da aşikardır. Burada metafizikten kastımız, dar anlamıyla fizik-ötesi değil, Heidegger’in anlamını genişlettiği metafizik, yani teknikten mantığa, idealizmden realizme örülü büyük bir heyuladır. Bu anlamıyla metafizik, modernliğin kavga ettiği metafizik (Aristo ya da İbn Sina’nın, İbn Rüşd’un ele aldığı anlamda) değil, modernliğin köküne kadar kullandığı, toplulukları kölesi ettiği, ileriye hep daha ileriye diyerek belirsiz bir uçuruma doğru insanları gözleri bağlı koşturduğu bir karanlıktır. Yine bu anlamıyla metafizik, Aydınlanma “Ruhu”, ilerleme, kalkınma, adalet, sosyal dayanışma, konsensüs, demokrasi gibi ağlarıyla (ve beklendiği gibi bunlara elle tutulur ve aynı zamanda “orada bir yerde” olan bir gerçeklik atfedip “metafizik” denmesine şiddetle karşı çıkarak) post-modern filozofların saldırılarına direnmeye devam etmektedir.

F. Bacon, The Screaming Pope
F. Bacon, The Screaming Pope

III.III.

Aydınlanma filozofları, doğa ve insan bilimlerinde arılığa ulaşmak için geleneğin en büyük mirası/kozu metafiziği aşmayı, metafizik düşüncenin üstesinden gelmeyi (overcome) amaç edinmiştir. Kant, Hegel, Voltaire, Rousseau. Bergson’a kadar metafiziğe güzelleme yapan tek kişi çıkmayacaktır. Hegel Kant’ın metafizik eleştirilerini fazla metafizik bulurken, Schopenhauer de Hegel’e metafizik yaptığı için çıkışır. (Fransız ekolünü Descartes’tan sonra öyle çok da fazla dikkate alan yoktur ama, Rousseau’nun metafizik eleştirisi diye sunduğu felsefenin metafizikten başka bir şey olmadığını, sonraları Derrida, Of Grammatology’de ağır bir dille açıklayacaktır.) Ancak kronoloji Nietzsche’ye geldiğinde durum farklılaşır.

Nietzsche aydınlanmadan beri süregelen felsefenin metafiziği alt etme macerasının kendi mitlerini metafizikleştirmekten başka bir şey olmadığını söyler ve her yeni gelen felsefenin eskiyi yıkarak kendi söylediğine bir “değer” biçmesini ikiyüzlülük olarak görür. Hegel’in ‘‘tin’’i (Geist) bu bağlamda metafiziğin isim değiştirmiş halidir. Hegel tinin ve dolayısıyla insan(lığ)ın diyalektikle iyiye, hep daha iyiye doğru yol alacağından emindir tabi. Ancak Nietzsche, ideal ve akla yatkın olan Sokrates’in değil, hayat gibi bir dakika sonra ne yapacağı tahmin edilemeyen, sürprizlerle dolu Dionysus’un, düzenli ve derli toplu Apollo’yla kurduğu dengeli yaşamın tarafındadır. Bu yüzden Nietzsche bir değerler etiği sunmaz. Putu kırıp, baltayı orada bırakır.

Bu noktadan hareketle, Gianni Vattimo The End of Modernity kitabında şu sonuca varır: Metafiziği ve elbette ki metafiziği sömürerek kullanan modernliği aşma, onu alt etme düşüncesi post-modern düşünceyle birlikte okunamaz. Yani post-modernlik, modernliğin alt edilmesi demek değildir. Çünkü geleneği alt etmek, ilerlemeye ve gelişmeye hâlâ sıkı sıkıya bağlı olmak ve tabi ki yeni döneme ve yeni olana değer biçmek modernliğin ta kendisidir (Vattimo, 1991: 2, 165; 1993: 15). Buna bağlı olarak Vattimo, post-modernlikteki “post” ön-ekini (modernliğin)“ötesinde”(beyond) değil (modernliğin)“içerisinde/bünyesinde”(within) olarak yorumlar. Peki o halde, modernizmi ve onun sıkı sıkıya sarıldığı metafiziği aşamayacaksak ne yapacağız biz, sorusuna ise Vattimo post-modernliğin tanımını yaparak cevap verir: Post-modernlik, modernliği alt edecek olan biricik güç değil, Nietzsche’nin put kırıcılığını takip eden Heidegger, Gadamer ve Derrida gibi aşırı sivri uçlu kalemlerin öngördüğü şekliyle modernliğin dinamiklerini (yukarıda söylediğimiz, Ruh, adalet, güç, ilerleme, kalkınma) zayıflatmak ve güçten düşürmek demektir (Vattimo, 1991: 20; 1993: 113). Post-modernlik, bu düşünce geleneğinin zayıflığını kabul ederek (Vattimo, Weak Thought/ Ontology), gelenek ve modern düşünceyle birlikte (ki, hermeneutik perspektifle birlikte modernlik de artık gelenek kapsamına girmiştir) tarihin sonuna tanık olmaktır (Vattimo, 1991: 4-5).

O halde denilebilir ki, modernlik ya da modernlik karşıtlığı paradigmasal bir tercih meselesidir. Modernlik, felsefi sahada güçten düşürülmüş olsa da, (Jameson’ın ifadesiyle)Geç-Kapitalizm ya da (Jencks’in ifadesiyle)Geç-Modernizm kanallarıyla diri diri durmaya çalışmaktadır. Askeri sahadaki ultra-insanlık-dışı gelişmeler, silahlandırmalar, her yıl yeni sürümü ortaya çıkmak zorunda olan teknolojik ıvır zıvırlar, demokrasi mesihçiliği, göğü delen gökdelenler, tektipleştirilmiş apartman kompleksleri. Kısacası, pek çok şey modernliğin hâlâ capcanlı kalması için çalışırken post-modern düşüncenin modernliğe nihai cevabı, onu aşmaya çalışarak kendini yüceltmesi değil, onun ortaya koyduğu metafizik dinamiklerle yüzleşmek, zayıflatmak ve bu dinamikleri mit haline getirmektir.

IV.

Şu sonuca varalım: Post-modern sıfatını alan herhangi bir düşünce, herhangi bir akım, sanat çalışması, resim, film, şiir ya da öykü, modernlikten ve modern düşünceden bağımsız düşünülemez. Zira modernlik, post-modernliğin geleneğinde “kendiliğinden” vardır. Ancak aceleci davranmamak gerek: Post-modern düşünce, modernliğin tarihsel bir devamı ya da modernlikten “daha iyi” modernlik önerisi değil, hiçbir zaman tamamen alt edilemeyecek bir yapıyla hiç bitmeyecek zorlu bir mücadeleye kolları sıvamaktır. Yani Hollywood’un dandik aksiyon filmlerinin sonu hiçbir zaman gelmeyecek, ancak bağımsız sinema sessiz direnişine devam edecektir. Ya da çok satan romanlar, şiirler, Tuna Kiremitçiler, her zaman çok satacak; ancak Kafka’dan Woolf ve Joyce’a, Proust’tan Borges ve Calvino’ya, Vonnegut’tan Blanchot ve Le Guin’e, Pennac’tan Perec ve Queneau’ya, Aktunç’tan Pamuk ve Anar’a kadar pek çok post-modern öykü yazarı modern öykünün sunduğu hakikat aynası metaforunun içinden geçerek bambaşka bir paradigmanın yolunu açacaktır. Son cümlede bereket vardır, şöyle bitirelim: Post-modern öykü ya da post-öykü, modern öykünün yerini almış, orijinalliklerle dolu, marjinal mi marjinal, öykülerin öyküsü değil, öykünün sonuna tanıklık etmektir.

  • Referanslar
  • Jencks, Charles. Critical Modernism: Where Is Post-Modernism Going? Chichester: Wiley-Academy, 2007. Palmer, Richard E. “Postmodernity and Hermeneutics.” boundary 2 5, no. 2 (1977). Vattimo, Gianni. The End of Modernity: Nihilism and Hermeneutics in Postmodern Culture. çev. Jon R. Snyder. Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1991. Vattimo, Gianni. The Adventure of Difference: Philosophy after Nietzsche and Heidegger. çev. Cyprian Blamires. Baltimore: The Johns Hopkins University Press, 1993.