Proaktif İş İnsanı Ekrem’in Dedlaynı

Diyafona bastı, “Hesap makinası getir bana!” Yanlış mı hesaplıyor bu eksel anlamadı ki.
Diyafona bastı, “Hesap makinası getir bana!” Yanlış mı hesaplıyor bu eksel anlamadı ki.

“Gözüm karardı, tansiyonum...” “Yatın, yatın, kalkmayın,” diyor Salim. “Arayan oldu mu?” “Yok Ekrem Bey, kimse aramadı.” Salim, “Para manyaklığından gözün dönerse böyle, bizi de perişan edersin, kendin de geberip gidersin.”, demek yerine, “Yoruyorsunuz kendinizi, stres yapıyorsunuz, boş verin şimdi arayanları…” diyor.

Sonunda bir hemşerisini araya sokup beraber Sigorta Hastanesi intaniyedeki kıdemli hasta bakıcıya gittiler. Aç kapıyı bezirgân başı, kapı hakkı hasta bakıcıya, avanesine de gömlek süveter eşarp; hasta bakıcı odaya ilave somya koydurdu, öylece yer buldular. Heyhat hastalık çok ilerlemiş, Ekrem’in dedesi yıldızsız, soğuk bir gecede öldü. Ekrem yemin içti; dayısı gibi pısırık olmayacak, dedesi gibi aciz yaşayıp naçiz ölmeyecek.

Dayıya yangından geriye yeğeniyle sağ tarafı nüzul babası kaldı. Zaten halim selim bir adamdı, kaybettiklerinin kederinden tespih böceği gibi iyice içine kapandı. Helal süt emmiş kadınmış karısı, kayınpederine de Ekrem’e de iyi baktı. Oğlana annelik yaptı, temiz giydirdi, tok tuttu, kendince doğru bildiklerini öğretti. Ekrem onbeşindeydi, hayat üniversitesine biran önce başlamak için aylarca ikisinin başının etini yedi. İşe girse de Akşam Ticaret’e gideceğine dair yengesine ant verdi Ekrem; dayısı da daha fazla dayanamadı, gidip ıkına sıkına patronuyla konuştu. Patron dinledi, dinledi… Dayının hatırına ve tabii ki kefaletine de binaen, “Depoda başlasın madem,” dedi.

“Oyuncak mı o portif, çocuğa kullandırıyorsunuz!”,Ekrem’in forklifti kullanmasına hiç müsaade etmedi Depo Amiri. Onu indir bunu kaldır, rafta iki büklüm ol, şunu kanırt, iki senenin sonunda fıtık ameliyatı oldu Ekrem.“İyi madem,” dedi Patron, “...siparişleri sevkiyatları girsin, stoğa baksın... Bak hâlâ kefili sensin, yani sensin kefili.” Teşekkür etti Dayı.Ekrem de becerdi o işleri. İyi de hayat hep böyle yokuş yukarı, orsa seyir mi gidecek? Askerlikte çok kafa yordu, dönüşünde her akşam temcit pilavı gibi tekrarladı, pazarlamaya geçip pirim alması lazım. Bütün beyaz eşyalarını almadan ve para biriktirip kenara koymadan evlenmek için tutturmayacağına dair ant içti bu sefer yengesine; karı koca konuştular; Dayı yine Patron’dan ricacı oldu, ama bu son. Bir yıl mağazada tezgahta, sonra sahaya çıktı. Ekrem’i mest eden tiramola başladı.

Simîî simîî simîîî..., tâsıyele tâsıyelee... “Simitçi mi o?”“Simitçi Ekrem Bey.” Camı açtı, seslendi, “Simitçii, gel bakayım, gel, tablanla gel, ikinci kat.” Ekrem’i toptancı bayiler aleminde meşhur edecek meş’um fars: Kaç para diyorsun simide? Ama peşin ödeyeceğim bak. Sen fena alışmışsın, hemen peşin… Beş tane alacağım, kaç para diyorsun?, Her yerde iki buçuk milyon..., Bırak şimdi, olurunu söyle hep senden alalım. Kaçtan alıyorsun sen bunları fırından? İyi iş valla biz kazanmıyoruz o parayı. Kazanıyor muyuz Erkan, kazanıyor muyuz Nusret Abi? Tokat’ın neresindensin sen?

İkiikiyüzelliye bağladı. Nusret Abisi kıtladığı şekerin üzerine çaydan fuupp diye kocaman bir yudum aldı; cirolayacağı çekleri cebinden çıkardı, baktı –birini ayırıp tekrar cebine koydu-. “Nasıl, iyi pazarlık ettim mi?”, dedi Ekrem, Erkan güldü. Nusret Abisi birazdan ayrılacakları için ızdırap içinde, çeklerden gözlerini alamıyor, “Lüzumu var mı? Gariban simitçiden...”Nusret Abisi’nin yanına eğildi, sesini pes perdeye indirdi, “Aabii, ikiyüzelli değil mevzû... Pazarlık yapmazsam refleksimi kaybederim, alert kalamam, anlıyorsun?”

Bayi toplantılarıymış, piknik şölenleriymiş, dernek geceleriymiş; oralarda aksiyon almacalı sinerjili minerjili menecmınt, proaktivite, vin vin hikayelerini iyi kıvırdı. İsmine tescilli bizınıs haikularını, taşraya çıktığı pazarlama turlarının akşam sofralarında, son duble yüzünden cümleyi bağlayamadığında keşfetti.

Daha on olmadı, bitmeyecek bugün, boku yedim. “Hafta sonuna kadar halledeceğim Nusret Abi, Cuma dedlayn,” dedim; “Cık, halletmeyeceksin,” dedi. “Edeceğim abi, niye etmeyeceksin diyorsun?” “Biliyorum çünkü. Bak, dayının hatırı var, ses çıkarmıyorum... Ama sonu kötü olmasın,” dedi. Şimdi arar. Cep telefonumu kapattım mı? Kapalı. Birazdan açarım; o aramadan ben arayacağım”, “Yok, halledemedim.”, diyeceğim. Ne yapacak, öldürecek mi? Bağıracak çağıracak, küfür edecek, yengemin kulağına giderse? Sağdan soldan bir şeyler toparlayabilirsem... Muzo bankınınkini getirecek mi?.. Aha, kapı çaldı! Aramadan birini yollar, yapar bu herif...

Kargocuymuş gelen, Şu Dünyası, Makine Bilmemnesi, okunmayacak dergileri getirmiş. Dergiler koltuğunun altında, tepside çay ve beraber atıştıracak bir şeylerle Ayten odaya girdi, “Günaydın Ekrem Beey.” “Günaydın.” Katladığı peçeteyi tabağın kenarına hafifçe sıkıştırdı. Getirdiği üç tane kırik kırak, ikisinin de ucu kırık. Televizyonu açtı, gitti storları kaldırdı, yine tutukluk yapanın zincirini çekiştirdi. “Kaşarlı simit yok mu, bunlar?”“Yokmuş Ekrem Bey…” Storlar açılınca, Ekrem’in “Hem hayat hocam hem annem” diye anlattığı yengesinin resminin camındaki tozlar kabak gibi ortaya çıktı. Cebindeki beş banknottan en küçüğünü masaya attı Ekrem, “Doğru dürüst yiyecek bir şeyler aldır… Arayan var mı?” Tabağın yanına sıkıştırdığı peçeteyi aldı Ayten, çaktırmadan Yenge’nin resminin camını sildi, daha fena oldu.

“Dayınız aradı, cepten ulaşamamış.” “Başka?” “Nigar Hanım aradı bankadan, acil aramanız lazımmış, bugün Genel Müdürlük’e gidecekmiş raporlar, siz biliyormuşsunuz. Deponun mal sahibi aradı, beni muhakkak arasın, dedi. Bir de Mersin’den aradılar, bu akşama kadar malzeme inmezse siparişi iptal edeceklermiş… Şeydi biraz sesi…” “Yorum yapma! Arayanları sordum, onu söyleyeceksin, sesini sormadım… Poğaça aldır.” Ayten kapıyı kapatıp çıktı... “Yavaş kapat şu kapıyı, salak! Kolaydı sanki bu darlıkta, gel, sen geç benim yerime gör bakalım Hanya’yı Konya’yı, sesi biraz şeymiş…” *** İMKB PERFORMANS: ARTANLAR 253, AZALANLAR 39, DEĞİŞMEYENLER 54 *** ALTIN: 24 AYAR KÜLÇE ...

Zıırrr zıırrr, telefon çaldı. Ekrem’in omurgasından aşağı çiyan sürüsü akıyor, gözleri yanıyor, “Efendim? Muzaffer bey hatta.” “Hah, bağla bağla... Of be, hadi inşallah… Sevişe sevişe başladılar konuşmaya, bittiğinde bacağı uyuştu Ekrem’in, “Zaten sende ne zaman para olduğunu gördük ki yavşak, yaralı parmağa bir defa işemiş misin?” Kızıım, Nusret ararsa, ‘Gelmedi, çocuğu rahatsızmış, biraz geç kalacakmış,’ diyeceksin, tamam mı? Bankadan ararlarsa da aynısını, müsait değil falan deme, gelmedi de.” ***HONDA 1.35 MİLYON ARACINI GERİ ÇAĞIRIYOR *** ÖZEL SEKTÖR EN ÇOK İNŞAA...

Cariler, avukata verdikleri, bankaya teminata ciro edilen çekler, öbür tefecidekiler, tam ekran - küçük pencere, o dosyadan ötekine gezdi Ekrem. Olmuyor, bu sefer yan bastı!

Diyafona bastı, “Hesap makinası getir bana!” Yanlış mı hesaplıyor bu eksel anlamadı ki. Dün hesaplamıştı, Muzo söylediği kadar verseydi bankanınkine yetecekti, şimdi o da olmuyor? “Bırak oraya... Aldırmadın mı poğaça?” “Getiriyordum, hesap makinası deyince…” “Bir dilim de limon getir çayın yanına, tansiyonum mu çıktı nedir? Aradı mı Nusret Bey?” “Aramadı.” “Ararsa gelmedim, unutma... Duydun mu kızım, ben burada kendi kendime mi…” “Duydum Ekrem Bey.”

“Duydum Ekrem Bey nim nim nim”, bir toparlayayım, hepinizin icabına bakacağım. On beş sene el üstünde tut bunları, iki kere aksadı maaşları, hepsinde bir poz, bir tavır. Toparlayayım, sikicem ebenizi... Diyafona bastı, “Kızım, muhasebeden Halit gelsin bana... Yok yok, Salim Bey gelsin... Yemeğe mi çıktı? Saat kaç kardeşim, sapıtmış mı bu adam? Bul neredeyse gelsin hemen, şimdi yemeğine!..”

Aritmetik bu kadar mı gaddar bir şey?, Ekrem’in aklını dimağını durdurdu. Muzo değil vahiy gelse çıkar yol yok, bok üstün bok. “Parayı yönetmek ayrı bir sanattır,” derdi, olmadı bu sefer... Arkadaşında Monopol vardı, getirirdi, hepsini yenerdi Ekrem; sonra Borsa çıktı, aynı taktikle o da basit. Ortaokulda kantinci bunu içeri alırdı; kantinci tost basar, Ekrem’e paraları toplatırdı, tostun sosislinin değil paranın kokusundan kendinden geçmesine gülerdi. Sınıfa perde, öğretmenin masasına örtü mü alınacak, Ada’ya gezi mi yapılacak?, “Hocam ben toplarım paraları.” Ekrem toplar. Tır garajına giderdi, tır şoförlerinden Polonya malı lastik ayakkabı alır, üç katına arkadaşlarına dayardı.

“Ticaret Lisesi mezunu varsa öne çıksın!” Vallahi de talimden yırtmak değil Ekrem’in derdi; cepheye gönüllü gidiyormuş gibi bir artistlikle öne atladı, takım komutanını poğaça simit arabasını en iyi kendisinin iteceğine iki dakkada ikna etti... Şimdi şu aritmetiğin Ekrem’e yaptığı zulme bak; Nusret artık dayısının hatırını matırını da iplemeyecek, gebertecek!.. Gözleri karardı, elleri buz kesti; limonlu çay olduğu gibi klavyenin üzerine, koltuğun kolçağı beline... Birinci sınıfın ilk günü. Dedesinin tekaüt maaşından ayırıp verdiği elli kuruşu kubura düşürmüş, ağlıyor. Ağlamakla geri gelmez; kubura sokuyor kolunu, iğğğğ, para yok! Şimdi havada yüzüyor. Karısıyla kızlar şemsiyenin altında, tavla açık, köpüklü birası şezlongda oturuyor Ekrem’in.

Oğlan denizden çıkıyor, yılışık bir tondan, “Babbaa, dondurma istiyoruum…” “Git al hergele, git bütün arkadaşlarına al, yazsınlar.” Dedesinin felçli kolunu kolonya ile ovalıyor, “Doğru dürüst yap keranacı, vermem parayı bak.” “Yapıyorum iştee.” Salim, Halit, sekreter Ayten odadalar, Ekrem uzaklarda... Ayten devrilen koltuğu yerden kaldırıyor, masayı silmek için bez almaya koşuyor, klavyenin içine çay kaçtıysa bozuldu demektir. “Kireç gibi oldu, aç şu camı aç!” Klavye bozulmuş, tuşları tek tek söküp temizlemek, kurutmak lazım. Salim’le Halit hâlâ Ekrem’in başında. “Aaahh...” “Derin nefes alın Ekrem Bey.” “Hıııhhh.” “Nasıl oldu, sen gördün mü?” “Yok, ben sizi çağırmaya gelmiştim işte, o sırada düşmüş... Sizin odada fazla klavye var mı Halit Bey?, bu şey oldu iyice.” “Nerden olsun bizim odada klavye.” €=2,0125 $=1,5078... “Dolar bir elliyi geçmiş Salih Abi.” DOW 11491,90 -7.34 (-0,06%) S&P 1243,90+1,04 (0,08%) NASDAQ 2642,97 %5,66 (0,21%)

“Gözüm karardı, tansiyonum...” “Yatın, yatın, kalkmayın,” diyor Salim. “Arayan oldu mu?” “Yok Ekrem Bey, kimse aramadı.” Salim, “Para manyaklığından gözün dönerse böyle, bizi de perişan edersin, kendin de geberip gidersin.”, demek yerine, “Yoruyorsunuz kendinizi, stres yapıyorsunuz, boş verin şimdi arayanları…” diyor. “Şu kolumdan tut, ıııhhh...” “Nasıl hissediyorsunuz? Doktor çağıralım mı Ekrem Bey?” “İyi iyi, lüzum yok, tansiyonum...” Zırrr, Ayten telefonu açtı, konuşamadı, “Bir saniye bir saniye... Halit Bey ben şey yapamayacağım, siz bakar mısınız telefona.” “Tamam, not al, ben ararım sonra.” “Nusret Bey’in bürosundan.” Hooop, Ekrem yere aktı. “Hay Allah. Tam toparladı derken. Ekrem Bey?.. Böyle olmaz yav, hemen ambulans çağır Halit.” “Arıyorum.” Neriman Öğretmen kantin nöbetinden gelen Ekrem’e bağırıyor: “Ne demek oğlum, kâr ettik? Simidin, gazozun fiyatı belli, ne kârı? Kimin parasının üzerini vermediysen, hemen ver bakayım! Bu sefer haddini iyice aştın. Senin ipinle kuyuya inilmez.” “Ahtenn, Nısrett mi aradı?” “Anlamıyorum ki Ekrem Bey ne dediğinizi…”

Ambulansla gelenlerin çantasından bir şeyler döküldü, halı berbat oldu, enikonu temizletmek lazım. Ekrem sedyede, sol kolu sedyeden sarkıyor, ağzında maske. “Evine haber verdin mi Ayten?” “Yok… telaştan.” “Hemen ara, haber ver. Ben ambulansla gidiyorum.” Salim çıktı. Halit masanın üzerinden hesap makinasını aldı, “Bunun burada ne işi var? Sabahtan beri arıyorum.” Ayten eliyle ağzını kapatmış camdan bakıyor. Ambulansın şoförüne köyden erişte, kayısı pestili, kurutulmuş biber, patlıcan, yirmilik bidonda peynir gönderdiler, otobüs kaçta gelecekmiş, onu haber vermek için aradılar; telefona bakayım derken Ekrem’in kafasını kapıya çarptı. “Ayy, başını...” Halit de camın önüne geldi, çlak çlak kapıları kapandı, sireni açtılar, gidiyor ambulans. “Çok kötüsün var ya..., bakmadın telefona, alacağın olsun.” “Kim aradı, ne dedi ki?” “Nusret Bey kendisi aradı be, ‘Aynen böyle söyle o şerefsize...,’, dedi, ‘...dua etsin dayısına, halletmesi lazım geleni dayısı geldi halletti. Ama O bir daha gözüme görünmesin, sakın beni aramasın,’ dedi.”

Bu inme yok yere mi şimdi? Ekrem reaktifmiş gibi.