Saçların, Eller ve Derin Bir Çukur

 Hilal ile yeniden bağ kurmak, eksik kalmış bir yanının tamamlanması gibiydi.
Hilal ile yeniden bağ kurmak, eksik kalmış bir yanının tamamlanması gibiydi.

Ağrılar da gidince, sol elinin boşluğunu Hilal’in saçları doldurdu. Kopan elinin Hilal’in yanında olduğuna emindi. Parmakları arasında gezinen yumuşacık saçlar, şaşırmış beyninin oyunu olamayacak kadar sahiciydi çünkü. Öyle ki, yaşadığı köhne eve sinen sigara kokusundan, stanbul’un nemli yazlarından daha gerçekti sol elinde hissettikleri.

  • Sen Murat’ı Muhayyel’in Haziran sayısında tanımış olabilirsin, bizim tanışıklığımız çok eskilere dayanıyor. Ama konu bu değil, konu, Post Öykü’nün bu sayısını okurumuz canımız ciğerimiz sizler için bir keşif sayısı olarak tasarlamış olmamız. Ayrıca, sen sormadan ben söyleyeyim, müstear değil gerçek, evet evet iki kere Murat. Murat Murat. (A.E)

Özensizce örtülmüş kalın perdelerin dışarda tuttuğu soluk sonbahar güneşi, odayı aydınlatmaya yetmiyordu. Kırık dökük, modası geçmiş mobilyaların doldurduğu oda, üzerine oturula oturula incelip kirden parlayan kumaşının altında süngeri çökmüş kanepede bir ceset olmasa bile iç karartıcı sayılabilirdi. Olay yeri bozulur diye perdeler açılamadı. Çıplak ampulün ışığı yeterli bulunmadığı için spotlar kurulurken, kanepe işe yaramaz diye düşündü adam. Olmadık zamanlarda alakasız meselelere kafa yorduğunu fark etmedi. Döşemenin komple değişmesi lazım, sünger de gitmiş o da değişecek, ahşabın kazınıp verniklenmesi gerek, diye devam etti. Adam eskici değil, mobilyacı da değil. Polis. Zaten mobilyacı olsa eski saray takımlarının kötü ve özensiz bir taklidi olan kanepenin o kadar masraf yapmaya değmeyeceğini bilirdi.

Olay yeri incelemesi yapan uzmanlar önce cinayetten şüphelendi. Kapı zorlanmadığı için katil maktulün güvendiği biri olabilirdi. Ev dağınık olsa da boğuşma izi yoktu, görünüşe göre evde çalınmaya değer bir şey de yoktu. Uzmanlar evi dağınık pasaklı şahsın, boynunun sol yanı kazınmak suretiyle kan kaybından öldüğüne hükmetti. Henüz otopsi yapılmadığı halde olay garip bir intihar vakasına evrilirken; o akşam ne yiyeceğini düşünmeye başladı Polis. Onun işi yalnızca olay yerinin güvenliğini sağlamak. Herifin cartayı nasıl çektiği ile ilgilenmiyor. Bu alışılmadık intihar vakası, ertesi gün mesai arkadaşları ile başlayıp ömrünün sonuna kadar ara ara ilginç hatıra kontenjanından ballandıra ballandıra eşe dosta anlatacağı bir girdi olarak kataloglandı bile.

***

Sağ elinin baş parmağı kaldırmaya güç yetiremediği ağırlık ile sızladı. Tepsinin sol yanı aşağı doğru eğilirken sızı bileği üzerinden dirseğine doğru yayılıyordu. Kola bardağı tepsi boyunca kayıp yolun sonuna ulaşınca devrildiğinde, ani bir refleksle sol elini uzatıp tepsiyi eğilen yanından kavramak istedi. Ketçaplı makarna dolu tabak, fasulye turşusunu koyduğu kase ve tuzluk artık yere dik duran tepsiden zemine düştüler. Kısacık bir an tek elle paspas yapmanın da, paspasın suyunu kovanın aparatında sıkmanın da çok zor olduğunu aklından geçirmesine yetti. Yer bezi kullansa ne olacak? Sanki Allah’ın belası bezi tek elle sıkmak daha kolay! Sağ elinde baş aşağı duran tepsiye kolu boyunda bir kavis çizdirip var gücüyle yere, diğer döküntülerin üzerine fırlattı. Öfkesi dinip nefes nefese kanepeye oturması için yumruk yaptığı sağ eliyle defalarca duvara vurması gerekecekti. Ameliyattan iki hafta sonra kontrol için göründüğü doktorun söyledikleri aklına geldi. Önceleri bu şekilde yaşamakta zorlanacaksın.

En basit günlük işler bile seni epey yoracak. Sözün burasında hafifçe gülümsediği halde karşılık bulamadığı için hızla ciddileşmişti. Bazen sol elinin artık yerinde olmadığını unutabilirsin. Karıncalandığını, kaşındığını, ağrıdığını falan hissedersen telaşa kapılma. Bunlar çoğu hastada görülen çok normal şeyler. Zamanla azalacak elbette, sen de yeni durumuna alışıp her işi görmede kendi yöntemini geliştireceksin. Belki ilerde bir protez düşünülebilir ama önce yaranın tamamen kapanıp, şişinin inmesini bekleyeceğiz. Solak mısın? Yok. Eh bu hiç yoktan iyidir en azından yatkın elini kaybetmedin. Çok şükür, iyi ki sağ elim kopmadı. Hem sol elle yemek yenmez, yalnız artık mecbur sağ elle taharet... Allah günah yazmaz herhalde. Bardakların kulplarını falan hep sağ ele göre yapıyorlarmış, sağ el gitse hakikaten iyice zorlanır insan. Gerçi bildiğin yusyuvarlak bardak ne fark edecek sanki? Herhalde yazıları falan arkaya denk gelmiş oluyor. Aman. Ortalığı temizlemek için ayaklanırken elinin sızladığını hisseti. Duvarı sağ eliyle yumrukladığı halde sızlayan sol eliydi.

İstanbul’a yerleştikten sonraki birkaç kış hiç üşümemişti. Yumuşak İstanbul kışları Ankara ayazları ile boy ölçüşemezdi. İstanbul’u sevse de derinde bir yerlerde Ankaralıydı. Ne var ki, aradan geçen birkaç yılın ardından poyrazın hafife alınmayacağını öğrenmişti. İstanbul’un sinsi, insanın içine yavaş yavaş işleyen soğuğu Ankara’nın mert, elinde ne varsa saldıran ayazına benzemiyordu. Böyle açık dövüşen bir düşmana karşı savaşmak daha kolaydı. Hilal’in soğuktan buz keşmiş ellerini parkasının cebinde ısıtışını hatırladı. Her zaman bir parça silik, mahcup ve güvensiz olmuş bir liseliyi sığındığı ağaç kovuğundan kurtaran savaşçı Hilal. Kurtuluş Parkı’nın samimiyetsizlik sinmiş banklarında minicik elleri ile ona bir zırh, güvenli bir kale inşa etmişti. Hilal’i Onkoloji Hastanesi’nde ziyaret ettiği gün işittiği çatırtı, Karşıyaka Mezarlığı’nda hatun kişi niyetine namazını kılarken derin yarıklara dönüştü.

Onu Ankara’nın kaskatı kesilmiş toprağına değil, dünya ile arasına koyduğu tek şey olan kalesinin enkazına gömdü. Sonrası iyi değil. İçinde bir yerlerden başlayıp tüm dünyasını saracak çürüme ve yıkım. Ondan geriye babasının olmadığı bir gün girdiği hastane odasında ağzında cerrahi maske, çukurlarına gömülmüş kahverengi gözlerinde ışıldayan sevgi ve okşamaya kıyamadığı saçlarının yokluğunu bastırmak için kel kafasına geçirdiği çiçekli bandana ile her şey iyi olacak, diye fısıldadığı anın hatırası kaldı. Bilmeden vedalaşmışlardı en azından. Kopan sol eline ne oldu acaba? Gömmüşler midir? Yakmışlardır belki de. Hiç merak etmeyişine şaşırdı. Üzerinde durmadı. Hilal’in gittiği yerdedir inşallah. Bir parçasının ona daha yakın olduğunu düşünmek ufacık bir teselliydi. Yastığının altına sıkıştırdığı sol eli tatlı tatlı kaşınırken uykuya daldı.

***

Vagonun en arkasında. Trenin yumuşak sarsıntıları arasından yolunu bulan sesleri zorlukla anlıyor. Ancak bu tatlı bir belirsizlik. Elzem olanı kavrayamamanın tedirginliği gibi değil. Uykuya dalarken çevrendeki dünyanın silikleşmesi gibi. Keyif verici... İki koltuk önünde babasının tanımadığı biri ile tatlı bir sohbete dalmış olduğunu fark ediyor. Bu fark ediş onu garip bir gerçekliğe sürüklüyor. Babası hayatta! Yere derin bir çukur kazıp onu içine gömmemişler sanki. Yerinden kalkıp ona dokunmak, gerçekliğinden emin olmak istediğinde başını göğsüne yaslamış Hilal ile şaşırıyor bu defa. Oturduğu yerden, gür kahverengi saçlarının ardına saklanmış yüzünü göremese de o olduğunu biliyor. Saçları şampuan değil sabun kokuyor çünkü. Nefes alışından, kalbinin atışından, kanının damarlarında kendine has dolaşışından tanıyor onu. Kıpırdayarak bu gerçekliği zedelemeyi göze alamaz artık. Gözleri babasında, ısrarla göz göze gelecekleri anı bekliyor. Kalın gözlüklerinin ardında olduğundan büyük görünen gözlerini yavaşça kapatıyor babası. Başını hafifçe öne eğip tebessüm edince gözlerinin kenarları biraz daha kırışıyor. Vedalaşır gibi bakışıyorlar.

Dile dökülemez bir anlayışla anlaştılar. Usulca eğilip sabun kokusuna gömüyor yüzünü. Hilal sokulduğu yere iyice yerleşmiş, bir kedi yavrusu olmuş. Sol eliyle buluttan saçlarını okşarken sağ eline minik ellerini alıyor. Onun ölmeyişine hiç şaşırmıyor nedense. Tren sarsılarak durana kadar 33 yıl okşuyor, öpüyor, kokluyor saçlarını. Sarsıntı derme çatma gerçekliği paramparça ediyor. Ateşe değmiş gibi hızla kaldırıyor başını Hilal. Artık vagonda değiller. Yeniden hastane odasında yuvalarına çökmüş gözlerinde soluk bir ışıltıyla bakıyor ona. Maske, bandana ve huzursuz biplemeler yerli yerinde. Son bir kez dokunmak, gözlerini, yanaklarını sevmek istiyor ama eli yerinde yok! Kulak zarlarını zorlayan bir çınlama... Dayanması güç bir acıyla tortop oluyor bir anda. Acıya alıştığında taze kazılmış bir mezar başında buluyor kendini. Bembeyaz kefen, üzerine düşen kopmuş bir elden sızan kanla lekelenmiş. Onunla bir olmak, yeniden tam olmak istiyor. Onu da gömsünler! Mezara doğru adımını attığı an uyanıyor. Sol elinin sancısı dayanılmaz.

***

Yaşadığınız durumun adı fantom ağrısı. Hayalet ağrı da diyebiliriz. Zaten fantom da hayalet demek. Yine gevşek bir sırıtış. Doktorun kendine has bir espri anlayışı olmalı. Belki de minik şakalarının hastalarını rahatlatacağını düşünüyordur. İnsan beyni oldukça karmaşık bir yapı, hâlâ bilinmezliğini koruyan el değmemiş bir gezegen gibi. Bak yine! Her geçen gün insan beynine ilişkin yeni çalışmalar yapılıyor, yeni bulgular elde ediliyor. Anlaşılan o ki, beyniniz artık sol elinizin olmadığını kabul etmek istemiyor. Beyin, organlardan gelen sinyalleri yorumlayarak çeşitli çıkarımlar yapar. Çektiğiniz sancılar da beyninizin ağrı merkezinin düzgün çalışamamasından kaynaklanıyor olabilir. Yazılım hatası gibi bir şey yani. Bu şakası favorilerinden biri galiba, geniş bir sırıtışın yanında hafif bir tıslama. Dürüst olmak gerekirse bu durumun kesin bir tedavisi yok. Farklı hastalarda farklı ilaçlar ile sonuç alabiliyoruz. Size tavsiyem ağrı hissettiğinizde farklı şeylere odaklanmanız.

Takip eden günlerde ağrı yakasını bırakmadı. Ağrı kesicilerin, anti depresanların, epilepsi ilaçlarının eşliğinde artık ona çarpılmış, büzüşmüş gibi gelen sol elinin yerindeki boşluğa uzun uzun baktı. Başka şeyler düşündü, yollar hep Hilal’e çıktı. Kahverengi gözlerindeki uçurumların kıyılarında gezindi, minicik kulaklarının dünyanın seslerini işitebilmesine hayret etti, sağ yanağındaki çiçek bozuğunu boş verip yumuşacık bir döşek yaptı kendine. Sonra hiç üşenmeden aylarca dinlendi. En çok da sabun kokulu saçlarını düşündü Hilal’in. Saç fırçalarının telleri arasında, lavabo giderlerinde birikip, zamansız ölüşünün en görkemli habercisi olan kahverengi saçlarını... Hep kokladı, öptü, okşadı onları. Ve ağrıları dindi. Doktor, kötü şakalarının hissettirdiği kadar beceriksiz değilmiş diye hükmetti.

Ağrılar da gidince, sol elinin boşluğunu Hilal’in saçları doldurdu. Kopan elinin Hilal’in yanında olduğuna emindi. Parmakları arasında gezinen yumuşacık saçlar, şaşırmış beyninin oyunu olamayacak kadar sahiciydi çünkü. Öyle ki, yaşadığı köhne eve sinen sigara kokusundan, tatsız tuzsuz poğaçalardan, ucuz çayın çiğ tadından, İstanbul’un nemli yazlarından daha gerçekti sol elinde hissettikleri. Önceleri ağrının yerini alan uzun kavuşmalar onu mutlu etti. Hilal ile yeniden bağ kurmak, ona yeniden dokunmak eksik kalmış bir yanının tamamlanması gibiydi. Ancak insan fazlasını istemek üzere yaratılmış. Artık yerinde olmayan bir el ile sadece saçlarını okşamak yetmiyordu. Göz göze gelmek, ılık nefesini yüzünde hissetmek, çabuk çabuk konuşurken onu işitmek, sarmak, göğsünde ufacık edip içine sokmak istiyordu. Bir zaman rüyalar imdadına yetişti. Her uyanışında bir parçası eksildi. Tamah, minik, koyu yeşil bir leke gibi yerleşti kalbine. Günden güne büyüdü küf...

Öfkeyle verilen kararlar, sakince alınanların aksine uzuvlarda açılan derin yaralar gibidir. Ancak arada sırada iyileşmeyen yaraların sardığı uzuvlar kesilip atılır. Bunun kararı nasıl alınır/verilir acaba? Tüm hayatını yaşadığı trajedilerin üzerine kurmuştu. Güç yetirdiği halde yapamadıklarının sorumlusu acılar. Hilal, ne olduğunu bilmediği bir yükün altında ezilmeden de yaşanabildiğini göstermişti ona. Hepsi bu. Daha fazlasını istediği halde elde edemeyişinin öfkesi mi? Yoksa kaybettiğini sandıklarını yeniden eline alışının tedirginliği mi? Artık neden yakınacaktı? Çoğu insan gibi daha fazlasını elde edemeyeceğini anlayınca sahip olduklarını da feda etmek istedi. Sol elinin koptuğunu, geri almak için başvurmadığından bir süre bekletilip gömüldüğünü, kopan elinde hissettiği acının da Hilal’in saçlarının da beyninin şaşkınlığından kaynaklandığını sakince kabul etti. Tek eli eksik bir adam olarak başarısızlığına kaldığı yerden devam edebilirdi.

Doktor daha sevimli geldi bu defa. Ona Hilal’den ve sabun kokulu saçlarından bahsetmedi. Sol elime dedi, sanki saçlar, ne bileyim uzun tüyler değiyor gibi doktor bey. Ağrı arada bir geçiyordu, ilaçlar falan iyi geliyordu bazen. Bu nerdeyse hiç geçmiyor... İlginç, dedi doktor. Kaşlarını kaldırıp kısa bir es verdikten sonra; çok şanslısınız. İyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş. Gerçi siz bana geldiniz ama... Tıslama. Daha dün sizin durumunuza benzer şikayetleri olan bir başka hasta ile ilgili çalışmaları okumuştum. İzninizle bir şey denemek istiyorum. Şimdi bu kalemi vücudunuzun farklı yerlerine dokunduracağım. Eğer elinizle ilgili bir şeyler hissederseniz bana söyleyin lütfen. Sol bileğinin üstünden başladı doktor. Kolu boyunca yukarılara oradan sağ eline geçti. Sırtı, karnı, göğsü, bacakları, alnı ve yanakları taradı kalem. Boynunun gerisinde, enseye doğru ilerleyince aniden başını kaldırıp korkuyla baktı doktora Birlikte heyecanlandılar. Doktor kalemi bastırdığında kopan elin tamamına garip bir batma hissi yayıldı. Soğuk ve sıcak uyguladılar. Bir ara ıslak bir pamuk ile hafifçe ıslatmayı bile denediler. El tepki verdi.

Anlaşılan o ki, beyniniz sol elinizi boynunuz ile ilişkilendirmiş. Anlaşılamadı. Nasıl anlatmalı? Her organınız beynin belli bir bölümü tarafından kontrol edilir. Mesela yediklerinizin tadını dilinizden beyninize giden sinyallerin yorumlanması ile alırsınız. Dilinizde, sinyallerde ya da sinyallerin yorumlanmasında bir aksilik olursa aynı portakalın iki yarısının tatları farklı olabilir. Sözün burasında biraz duraklayıp anlaması için ona fırsat tanıdı. Elinizi kaybetmenizin ardından beyninizin onunla ilişkilendirilen bölümü bocalamış olmalı. Ancak insan beyninin değişikliklere ne kadar çabuk uyum sağladığını bilseniz şaşardınız. Ne coşku, mesleğine aşık olmalı... Sol elinizle ilgili kısım, boynunuz ile ilişkilendirilmiş. Yani boynunuzun sol yanından gelen sinyalleri beyniniz el olarak algılıyor. Tabii boyun ile el bir değil. Haliyle ufak tefek aksamalar olması normal. Doktor, küçük buluşu ile dünyayı değiştireceğini sanan bir çocuğun heyecanı ile bakıyordu ona. Heyecanını paylaşamadı. Tedaviyi sordu. Doktor yılmamıştı, azıcık duraksasa da aynı enerji ile devam etti. Tabii iyi olacak hasta falan dedik ama... Teşhisi koyabilmemiz de önemli bir başarı. Bu alanda çalışmalar devam ediyor, tedavi sürecinde gıdıklanma hissini azaltmak için saçlarınızı kısaltabilirsiniz.

***

Gıdıklanma... Onun aylardır yo yo, yıllardır içinde büyüttüğü onca acı, yeniden yenilmek için aradığı, açtığı cepheler, kaçtığı, saklandığı her şey beyninin boynunu gıdıklaması mıydı yani? Hangisi daha kötü? Bir masal perisinin anısı gibi büyüler, efsunlarla korumaya çalıştığı aşkı mı? Hiç uyanamayacağı, bir rüyada yaşayıp asla istediğine sahip olamayacağı mı? Yoksa soğuk bilimsel verilerin, hiç merhamet etmeden ne kadar da sıradan olduğunu ona her gün tane tane anlatışı mı? Bu alemde bir erkek bir kadını nasıl severse öyle sevmişti Hilal’i. Sevmiş miydi? Kim bilir sevip de kavuşamayan binlerce yeni yetmeden herhangi biri olabilirdi. Her yenilgisinde başarı sayabileceği tek şeye dönmüş, eski güzel ve görkemli günlerde yaşamayı tercih etmişti. Yeryüzünde yaşanmış ve yaşanacak tüm aşkların en güzeli, en samimisinde. Çünkü her yeni yetme, üzerine sıçramış küçücük bir kıvılcımdan şehirleri yutan yangınlar çıkarmak ister. Sahi Hilal gerçekten ölmüş müydü? Annesi, babası... Hilal var olmuş muydu?

Saçlarını kestirmedi. Hilal’in saçları elinden hiç düşmedi. Arada bir doktor karşısına dikildi. Başını hafifçe öne eğip, azıcık çattığı kaşları altında kapalı gözleriyle dudaklarını büzerek; gıdıklanma o gıdıklanma, diye telkin etti. Hilal rüyalarına geldi, ben yokum deli oğlan. Ölmedim ben, evlendim. Kocam belediyede müdür, çocuklarım bile var. Annesi aradı, açmadı. Babası gerçekten ölmüştü. Doktor usulca sokulup boynuna kuş tüyü dürttü. Yakalanınca kikirdeyerek kaçtı. Portakalların tadı hep aynıydı. Hilal ile hastanede vedalaşıp beraberce defnettiler onu. Sonra kocası geldi, hep beraber mezarlıktan ayrıldılar. Kocası da çocukları da keldi. Bir gün yeter, dedi kendi kendine. Sakince vermişti kararını. Ayakkabı dolabındaki çekmeceden neredeyse körelmiş falçatayı alıp eski kanepesine oturdu. Doktor, Hilal, kocası, çocuklar, babası herkes sus pus onu izliyordu. Usul usul sinyallerin kökünü kazımaya başladı. Sol eli varmış da yeniden kopuyormuş gibi çok acıdı. Dayandı. Kazıdıkça hafifledi acısı, üzerine bir ağırlık çöktü. Tatlı bir uyku hissi. Yıllar sonra ilk kez mışıl mışıl uyudu.

***

Olay yeri incelemesi uzadıkça sıkıldı Polis. Dönüp dönüp onu bu saate kadar burada diken adama ağzının içinden küfretti. Ölenin arkasından konuşulmaz falan diye düşünmedi. Ölü görmekten hiç hazzetmese de uzun uzun baktı cesede. Sağ elinde tuttuğu falçata kana bulanmış, boynunun sol yanı, omzu, atleti karnına kadar kararmaya başlamış. Kan kurumuş, pul pul kabarmış. Allah Allah diye söylendi. Adam deli herhalde. Dağınık saçları, sakalları arasından bembeyaz kesilmiş yüzüne baktı. Morarmış dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm. Gece haberlerine ancak yetişti. Anacığı akşamdan kalan kurunun yanına lahana turşusu koyarken bugün gördüğü adamı anlattı ona. İkisinin de izlemediği televizyonda, sağlam elini kopmuş gibi gösteren dilencinin üzerinden çıkan yüklü miktarda para dudak uçuklatıyordu.