Sahi nedir bu burçak meselesi

Ertuğrul Emin Akgün’ün kaleminden dökülen Hepimizden Korkuyorum kitabını okuyanların ara ara zihinlerini meşgul eden bir soru olduğunu tahmin ediyoruz.
Ertuğrul Emin Akgün’ün kaleminden dökülen Hepimizden Korkuyorum kitabını okuyanların ara ara zihinlerini meşgul eden bir soru olduğunu tahmin ediyoruz.

Hepimizden Korkuyorum ironinin satır aralarında cirit attığı bir kitap. Bu ironi zekice kurulmuş cümlelerle öyle güzel beslenmiş ki iki üç öykü sonrasında anlatıcı-yazarın diline aşina olmaya başlıyor okur. Bu aşinalık kimileri için keyfi artıran bir şey olabileceği gibi kimilerinin de keyfini kaçırabilecek yoğunlukta devam ediyor.

Başlığın birazdan okuyacaklarınızla hiçbir alakası yok. Yukarıdaki sorunun Ertuğrul Emin Akgün’ün kaleminden dökülen Hepimizden Korkuyorum kitabını okuyanların ara ara zihinlerini meşgul eden bir soru olduğunu tahmin ediyoruz. Geçelim efendim!

Hepimizden Korkuyorum ironinin satır aralarında cirit attığı bir kitap.
Hepimizden Korkuyorum ironinin satır aralarında cirit attığı bir kitap.

Hepimizden Korkuyorum ironinin satır aralarında cirit attığı bir kitap. Bu ironi zekice kurulmuş cümlelerle öyle güzel beslenmiş ki iki üç öykü sonrasında anlatıcı-yazarın diline aşina olmaya başlıyor okur.

Bu aşinalık kimileri için keyfi artıran bir şey olabileceği gibi kimilerinin de keyfini kaçırabilecek yoğunlukta devam ediyor.

Yazar dil, anlatım ve biçimsel yenilik ve arayışlarla dolu öykülerinde bizi yepyeni bir öykü evrenine davet ediyor. Bu yeni evreni daha iyi tanıyabilmek için yeni kavramlara ihtiyacımız olacaktır. Bunlardan birisi: “tekinsiz eğlence”.

Tekinsiz Eğlence

Bir öykü düşünün dili olabildiğine eğlenceli ve güncel seçimlerle seyrediyor ve de bir hikaye düşünün olabildiğine buhranlı, zorlayıcı. Ortaya çıkan metin tamamen arada bırakıyor; eğlenceli ruh haline huzursuzluk eşlik ediyor. Üstelik bu durum “güldürürken düşündüren metinler” cümlesiyle açıklanamayacak kadar girift bir sonuç doğuruyor. Bu adam neler diyor böyle, dediğiniz cümleler ara ara karşınıza çıkıp suratınıza bir şaplak patlatabiliyor, düşündürmekten öte afallatıyor yani ya da köşe başından nanik yapıp bir anda afallamış halinizi neşeli bir hale dönüştürüyor. “Şampiyonlar Ligi ön eleme maçlarının hakemleri gibiydik” derken kastettiği tam olarak ne acaba, diye düşünmeye çalışan okuru, akan hikaye alıp sürüklüyor.

Bu durumdan hoşnut olacak pek çok okur olacağı gibi rahatsızlık duyacak okurların sayısı da az olmayacaktır. Esen tekinsiz havayı hissettiğiniz her an karşınıza, alıntılanan cümledeki gibi garip, huzur kaçıran iç betimlemelerin çıkması bir yerden sonra doğal bir sonuç oluyor. Bu durum benzer cümlelerin eğlenceli bir hal aldığı noktalarda yüze yayınlan tebessüme dönüşürken, bazı acı durum betimlemelerinde ise acıyı iliklerinize kadar hissetmenize neden olabiliyor. Örnek verecek olursak: yazı diliyle yirmilik diş ağrısı nasıl anlatılabilir diye soracak olanlara iyi bir cevap olmuş “İstenmeyen Yirmilik Düşler” öyküsü.

Güçlü karakterlere meftunsanız, Hepimizden Korkuyorum sizi hayal kırıklığına uğratabilir. Ama bu demek değil ki zayıf karakterlerle örülü, zayıf öyküler bekliyor sizi, hayır kesinlikle! “marla@seniseviyorum” öyküsünü ele alalım: Anlatıcı-yazarın baştan sona büyük bir hayranlıkla anlatıp tasvir ettiği Marla, kanlı canlı bir şekilde karşınızda duruyor. Karşınızda bu denli gerçek duran biri ancak bir kurgunun gerçekliği içinde can bulabilir itirafını kendinize yaptığınız anda sokakta ya da minibüsteyseniz gözleriniz bir Marla arıyor olabilir. Marla’ya rağmen hiçbir karakter anlatıcı-yazarın üzerine çıkabilecek kadar güçlü değil.

İkinci tabir “Dur bi dakka şimdi, nolmuş? Nolmuş?”

Nolmuş? Nolmuş?

Öyküleri okurken kapılacağınız hislerden birisi de ikinci tanımdaki cümlenin hissettirdikleri. Şaşkınlık diyerek dar çerçeveye hapsetmek yerine hislere tercüman olabilecek bir cümle kullandık, kullanılan bu cümleyi sıkça tekrar edebilirsiniz, bu kötü değil! “Saf şaşkınlıktan” ayrılan bu durumu Ertuğrul Emin Akgün anlatıcı-yazar olarak kendini fazlaca metne dahil ederek başarıyor. Biraz da aşırı yorum yaparsak kurduğu evren her ne kadar tanıdık dursa da (pokemonlar, şampiyonlar ligi, minibüsler, teyzeler vb.) anlatıcı noktasında farklılaşan bir evren. Tıpkı büyülü gerçekçilikteki gibi bir havadan söz etmek de mümkün.

Edebiyat yazınında kurulan bu tür evrenlerde yazarın fazlaca yer kaplaması iyi mi kötü mü, iyiyse bu tamamen metne mi bağlı, kötüyse yazarın beceriksizliği midir, sorularının cevabı tam olarak verilebilmiş değil. Akgün işte bu cevapsız soruların göbeğine düşen bir ilk kitap ortaya koymuş. Bu durum yeni arayışlar içinde olan genç okurların ilgisini çekecek kıymetli bir ayrıntıyken artık genç sayılmayacak okurlar için de bilhassa ironiye yaslı yapısından ötürü, can sıkıcı olarak nitelendirilebilir. Peki, yeni arayışlar içinde olup da genç sayılmayacak okurlar için Hepimizden Korkuyorum nerede duruyor diye bir soru sorulacak olursa, işte bu noktada üçüncü tabire ihtiyaç doğuyor demektir.

Üçüncü tabir “Nasıl yani bitti mi? Eee noldu?”

Eee Noldu Şimdi?

Öykü Mustafa Kutlu’nun hep söylediği gibi dar alanda çalım atmaksa, öykülerin sonları, güzel hareketler sonunda atılan gol gibi kıymetli olur. Maradona’nın “yüzyılın golü” seçilen o efsanevi gölünü hatırlayalım (1986 Dünya Kupası Yarı Final Maçı, İngiltere-Arjantin), netice gol olduğu için efsane olmuştur yahut Oktay’ın milli forma altında Belçika’ya attığı golü bugün hâlâ hatırlıyorsak yine aynı nedenden ötürü. Akgün’ün bazı öykülerinde müthiş çalımlar görülüyor, kıvrak hareketler, güzel ortalar… Ama gol olmuyor nedense. Birkaç sayfa evvel gerek kurgusal atraksiyonlarla gerekse dil oyunlarıyla tarifsiz tatlar bırakan metin bir anda vasat bir şekilde son bulabiliyor. “Lüzumsuz beraberlikler” gerçekten can sıkıcı oluyor. Sonlar illa çarpıcı olmalı mı? Yoksa hâkim olan bu fikre tepki olarak kendinden söz ettiren sonlardan uzak mı duruluyor? Güzel bir söyleşi sorusu olur gerçekten.

İlk kitap şüphesiz çok değerli ve heyecan vericidir, içindeki sakarlıklarla güzelleşen bir havası vardır, lakin bundan sonrası adına beklentiler farklı olacaktır.

Netice itibariyle: Sokakta yaşayan güncel dile hâkim olması, yukarıda da bahsettiğimiz -büyük oranda sanal dünyanın hayatımıza soktuğu- ironi yüklü cümlelerin güçlü bir şekilde kullanması, yazarın özgün bir evren kurması gibi müspet noktalardan ele aldığımızda genç yazarın, uzun sürmesini umduğumuz yazın serüvenine iyi bir başlangıç yaptığını söyleyebiliriz. İlk kitap şüphesiz çok değerli ve heyecan vericidir, içindeki sakarlıklarla güzelleşen bir havası vardır, lakin bundan sonrası adına beklentiler farklı olacaktır. Şahsen söylemem gerekirse; yazar klasik bir öykü yazma noktasında ne kadar başarılı olur? Başarı olursa -ki neden olmasın-, sonrasında bu kitapta da kıymetini ortaya koymuş olduğu dil ile klasik anlatıyı harmanlama yolunu seçerse ortaya ne çıkar benim için merak konusu, hatta şöyle sakince oturup düşündüğünüzde heyecan bile verici. Unutmamak gerekir, güzel futbol mutlaka önemli ama maçı gollerin kazandırdığını da unutmamak lazım.

İnternet çağının çocukları, blog yazarları, tivit atanları, attıkları tivitleri cesaret edip toparlayarak kitaplaştırmayı düşünen gençler, bu sözler de size; önce bir durun, sakinleşin Allah aşkına! Bekleyip görmekte hayır var, inanın! Önce okuyun biraz, mesela Hepimizden Korkuyorum’u okuyun, seversiniz!