Sar makara çöz makara

KENDİNE DOLANAN SARMAŞIK EMİNE ALTINKAYNAK - DERGÂH YAYINLARI
KENDİNE DOLANAN SARMAŞIK EMİNE ALTINKAYNAK - DERGÂH YAYINLARI

Yazar, okuyucuyu çok zorlamıyor. Sadece verdiği hamleleri yerinde anlayarak işinizi çabuk bitirmenizi ve kıymetli taşa ulaşmanızı sağlıyor. Bu öykü kitabı aslında kendisini neyin beklediğini bilmeyen kahramanların yolculuğunu içeriyor hissini uyandırıyor bir yandan da. Yol var, yolculuk var, kahraman var; haliyle imtihan var.

"Bir, iki, üç tıp! İç im, dışım sobe!" Emine Altınkaynak'ın Kendine Dolanan Sarmaşık kitabında yer alan on dört öyküde üzerinde durulabilecek çok nokta var. Deyimler, mahlaslar, şive, başka eserlere yapılan atıflarla metni zenginleştirme, bir şeyi tam tersi noktasından yakalayarak gövdesini güçlü tutma, kimi anlatımlarda kullanılan benzetmelerin farklı hamleler içermesiyle dikkat çekici olması ve dahası. Burada yer alacak noktalar da haliyle bu çerçevelerden bir kısmı ile örülü. "Yarım Kalan Çaylar" ismindeki öyküde anlatılanlara benziyor kitabın içindekiler aslında. Her öykü yarım kalan bir hayattan kesit sunuyor, bu kimi zaman duygu ile belirginleşirken, kimi zaman yaşanmışlıkların soyut ve somut düzlemde kendini göstermesiyle oluyor. Bardaklarda yarım kalan çaylar gibi insanların hayatlarında bir şeyler eksik kalıyor. Belirtilen temalar üzerinden bu ifadeler açıklanmaya çalışılırsa şunlarla karşılaşılabilir. Deyimler ve mahlasların kullanımının genel itibariyle aynı öykülerde yoğunluk kazandığını söylemek mümkün.

Deyim bir nevi kelime öbeklerinin kendi anlamları dışında bir hüviyete sahip olmalarını; mahlas da bir ifadeyle takma adları işaret etmekte. Her ikisinde de kelimeler asıl anlamlarından uzak bir manayı işaret etmekte, çoğu zaman. Peki bunlar bir öyküye ne kazandırır? Deyimler ve mahlaslar, öykülerin kahramanlarının, karakterlerine uygun hâl ve davranışlarının temsilcisi olurlar. Bu sayede yazar, kahramanı ya da olay hakkında ayrıntılı bilgi vermek yerine, onu anlatan bir deyim ya da mahlas sunarak metninin ayrıntılar içinde boğulmasını önler. Az lafla çok iş yapmanın yolu sanki bu. "Seyyar Emel, Falcı Semiha, Kel Gazozcu, Kakao" mahlasları öykülerin kahramanlarının hem yaptıkları iş hem de genel yapıları hakkında bilgi verirken, "akıl akıldan üstündür, kar suyu kaçıvermiştir kulağına, el-ayak çekildi, yerin kulağı duymuş" gibi deyimleri kullanmak da karakterlerin hangi davranışlarda bulundukları ve neler yaptıkları hakkında bir fikir veriyor gibi. Deyim ve mahlaslar yanında başka eserlere yapılan atıflar yani metinler arası referans.

Peki bu hamle bir öyküye ne kazandırır? Yazarının sesinin daha iyi duyulmasını sağlayabilir; anlatılan kahramanın, olay ya da durum dünyası hakkında asıl verilmek istenen sinematografik görüntünün zihinde daha çabuk uyanmasına yardım edebilir. Ayrıca yazarın duygu ve düşünce dünyası hakkında dolaylı yoldan fikirler verebileceği için okuyucu anlatılmak isteneni daha çabuk ve iyi kavrayabilir. Bazı öyküde atıf yapılan nüvelerden bazıları: "Saatler mi Durmuş Yoksa Zaman mı?", "Süleyman Peygamber", "Yûsuf, kim olduğunu bildi rüyayla", "ve tabii eli gideni durdurmak için uzandığı yırtılan bir gömlekle kala kalan Züleyha", "İnsan ne ile yaşar?", "Karanlığın Sol Eli", "Ferhâd, Mecnun, Leylâ". Bunları bir öyküde okumuş olsanız aklınıza ne gelir? İlkiyle metafizik ve fizik bir dünya, peygamber isimlerini görmüş olmak ve onların hayatlarından bahseden bir-iki cümleyi okumak hikmetli şeylerle karşılaşıyorsunuz mesajını verebilir, mi?

Evet. Ama hayır, sakin. Hikmet cümleleri didaktik bir havada değil. Yazarın üslubunda böyle bir şeyin dikte edildiğinden bahsetmek doğru olmaz. İnsanı soluması gereken asıl havaya sokmak için bunları kullandığı hissediliyor. İnsanın "tepesinde bir âh bulutuyla dolaşmaya razı" olmaktan nasıl beri durabileceği, nasıl yola koyulabileceği anlatılıyor. Yazarın modern dünyaya yaptığı eleştiriler de söz konusu. Bu eleştirileri öyküleri içine serpiştirdiği kimi cümlelerinde görmek mümkün. "Sol Yanım" adlı öyküde bugünün insanının her şeyi biliyor olmasını eleştiriyor; uzmanlık gerektiren bir konuda dahi fikri olan insanların bu modaya uymasından dem vuruluyor. "Yarım Kalan Çaylar"da da güçlü-güçsüz ilişkisinde tersten bir bakış yapılarak barış-savaş ikilisini okuma söz konusu. "Amerika Irak'a tepeden ‘barıs' indiriyordu. Ne menem bir şeyse bu barış, indiği yerden alevler çıkıyordu."1 Barış, saçılmış nar taneleri gibi insanların üzerine alev alev düşüyor; bunu eleştiriyor yazar.

Oysaki öğretilen, barışın bir zeytin dalı ile sunulacağı değil miydi? Ölümün hep soğuk yüzü olmasından bahsediliyor ya, yazar onun sıcak yüzünden şikayetçi; yani okur öyle hissediyor. Kitap hakkında iç içe geçmiş daha soyut şeylerden yani duygulardan da bahsetmek mümkün. Acı ve yer yer onunla birlikte sahneye çıkan özlem gibi. "Ben, annemin ellerini tanırım. En iyi ve en çok ellerini tanırım. Kokusunu bile hatırlıyorum. Cennet kokardı. Yok, hayır. Öyle değil. Bu, o ölünce uydurduğum bir yalan. Nasıl koktuğunu bilmiyorum. Neden mi? ÇüÇünkü... ÇüÇünkü bir babanın ellerinin nasıl koktuğunu hiçbir evlat bilmez."2 Bu satırlar acının şeklini betimlerken, bilinmeyen ama hissedilmek istenen bir duygunun da özlemini içeriyor gibi. Özlem hissinin içinde merak duygusu söz konusu. İnsan en çok bilmediği şeylere karşı merak duyar ya. İşte duygular birbirine sarılmış bir şekilde yer alıyor öykülerin içinde. Bunların asıl işaret ettiği noktaları çözmek ise okuyucunun işi. Bu nokta madende kıymetli taş aramak gibi zorlu bir şeyin içine sürüklemiyor okuyucuyu.

Yazar, okuyucuyu çok zorlamıyor. Sadece verdiği hamleleri yerinde anlayarak işinizi çabuk bitirmenizi ve kıymetli taşa ulaşmanızı sağlıyor. Bu öykü kitabı aslında kendisini neyin beklediğini bilmeyen kahramanların yolculuğunu içeriyor hissini uyandırıyor bir yandan da. Yol var, yolculuk var, kahraman var; haliyle imtihan var. Şimdi de sorgulanmakta olan bir geçmişin hatıraları, şimdinin geleceğe tuttuğu ışığın aydınlık ya da karanlık olup olmamasının verdiği bilinmeme hâli belirgin gibi. "Tepe Lambası" adlı öyküde geçen şu satırlar, yoldaki kahramanın belirsiz olan hayatını başka bir pencereden sunuyor. "Beklediğini biliyor mu?" "Hayır." "O hâlde neyi bekliyorsun?" diyorum. "Başka türlüsünü bilmiyorum."3 Evet kahraman her zaman bekleyendir, en çok da gelecek olan belirsizliği her şeye rağmen bekleyendir, mi?

  • 1 Emine Altınkaynak, Kendine Dolanan Sarmaşık, Dergâh Yay., 2020, s. 100.
  • 2 Altınkaynak, Kendine Dolanan Sarmaşık, s. 61.
  • 3 Altınkaynak, Kendine Dolanan Sarmaşık, s. 84.