Şartları Olgunlaştırmak

İşte karşınızda sona kurban edilmiş bir metin durmaktadır.
İşte karşınızda sona kurban edilmiş bir metin durmaktadır.

Geldiğiniz son noktada artık olayların daha fazla karmaşık bir hale bürünmesinden çok çözüme doğru yol almasını ümit ediyorsunuz. İstediğiniz de oluyor ve piramidin zirvesinden yavaş yavaş aşağıya doğru inmeye başlıyorsunuz. Bu iniş size karmaşanın çözümüne dair ufak ipuçları veriyor ama hedef tabii ki de sonuç.

Öykünün yapısına dair bir şeyler söylenirken söze klasik serim, düğüm, çözüm formulünün izahı ile başlanır, fakat tek formulün bu olmadığı da bilinir. Freytag Piramidi bunlardan biri; bu formülde dramatik yapı biraz daha detaylandırılıyor. Bir piramit şekli üzerinden açıklanan bu formülde serim, yükselen aksiyon, zirve, düşen aksiyon ve sonuç bölümleri dramatik yapıyı oluşturuyor. Hepsini tek tek detaylandırmak yerine sonuç bölümüne odaklanmayı tercih ediyoruz.

Herkesin başına mutlaka gelmiş bir durumdan bahsederek devam edersek tablo netleşecektir. Arkanıza yaslanın ve etkileyici bir ilk cümle ile başlayan bir öykü düşünün. Hemen akabinde bir iki paragraf geçmeden ana karakterleri tanıdığınızı, anlatılan hikayeye tam manası ile giriş yapmış olduğunuzu varsayalım. Bir sonraki adıma Freytag piramidinden devam edersek adım adım yükselen bir aksiyonun içinde buluyorsunuz kendinizi, bir olay yaşanıyor ve kalbinizin hızlı atmasına sebep olacak bir merak duygusu anında oracıkta peyda oluyor. Sonra yükselişi devam eden aksiyon sizi öyle bir noktaya taşıyor ki – burada “yok artık” bile diyebilirsiniz- şaşkınlığınız merak duygunuzu besliyor.

Geldiğiniz son noktada artık olayların daha fazla karmaşık bir hale bürünmesinden çok çözüme doğru yol almasını ümit ediyorsunuz. İstediğiniz de oluyor ve piramidin zirvesinden yavaş yavaş aşağıya doğru inmeye başlıyorsunuz. Bu iniş size karmaşanın çözümüne dair ufak ipuçları veriyor ama hedef tabii ki de sonuç. Üstelik yaşadığınız onca şeye yakışır bir sonuç. Düşen aksiyonun ve çözülmeye başlayan olayların etkisiyle düzlüğe varmak üzereyken bir şeyler oluyor ve bir anda boşluğa düşüyorsunuz. Tam manası ile bir boşluk! Bazı soru işaretleri cevap bulmuş olsa da o ana kadar asıl arzulanan cevaba dair tek kelime etmeyen bir son. İşte karşınızda sona kurban edilmiş bir metin durmaktadır. Gönül rahatlığıyla üzülebilirsiniz.

Peki, tam tersi durumlar olmuyor mu? Pek tabii oluyor. Birazdan değerlendirme konusu ettiğimiz iki öykü üzerinden yukarıdaki bahsedilenlere destek mahiyetinde bir iki kelam etmeye çalışacağız.

Ümit Vaat Eden Metnin Hazin Sonu

Notos Öykü’nün 53. sayısında yer alan Çağatay Yılmaz’ın “Ödemeli Kargo” adlı öyküsü yukarıda da bahsettiğimiz serim ve yükselen aksiyon kısımlarıyla heyecan verici, merak uyandıran bir öykü. Ama tam manası ile kotarılamamış olan düşen aksiyon kısmı ve kesinlikle kotarılamamış son kısmıyla tam bir boşluk hissi bırakıyor. Kargo şirketi elemanının bir kargo paketi teslimi sırasında karşısına çıkan, başta gayet normal gözüken adamla aralarında geçen garip muhabbetin beklenmedik noktalara varışı olarak özetleyebiliriz öykünün hikayesini. Makul uzunlukta olan öykünün ikinci sayfasına geldiğimizde -yükselen aksiyon bölümü burası- karakterlerden birinin akli dengesinin bozuk olduğu kanaatine varıyoruz ve heyecanımız zirveye ulaşıyor. Sıra düşüşe geldiğinde gariplikler artsa da karşılıklı roller yerine oturuyor. Ne kadar kotarılamamış olduğunu düşünsek de fazla sorun etmeden sonuca doğru yol alıyoruz ve geldiğimiz noktada bakıyoruz ki; bir son yok. Ayağımızla boşluğu fark edemeden düşüyoruz.

Her şeyin gayet normal seyrettiği, bir yere varamamayı hikaye konusu edinmiş metinlerde ve döngüselliği merkeze yerleştiren, çıkmazı konu edinen metinlerde bu sonuçsuzluk -finalsizlik- işe yarayabilir. Daha da dikkat çekeni maharetli kalemler bu türdeki metinleri o kısacık zaman ve alanda öyle güzel sevdirir ki öykünün devamını, okur kendi zihninde tamamlar. Bu da şu demek olur; okur miktarınca sonlar olacaktır, yazar için başarılması zor lakin hazzı büyük bir durumdur bu. Çağatay Yılmaz’ın metni ise yapısı itibariyle zaten böyle bir sona uygun durmuyor nitekim yazarın böyle bir çabasının olduğuna dair de bir ipucu bulmak mümkün değil? Bir öykünün karakterleri ve hemen başta anlattıklarıyla ümit vaat edip sonu ile hayal kırıklığına uğratması okur için gerçekten üzüntü verici bir durum. Bu hayal kırıklığı ekseriye öykünün güçlü noktalarını da tüketen bir durum. Başta güçlü duran karakterler, merak uyandıran hikaye artık ne güçlü ne de heyecan vericidir.

“Müthiş Son”un Verdiği Huzur

Huzur dediysek aldanılmasın, Kitap-lık dergisinin 181. sayısında İsmail Pelit’in “Kaplanmış Zaman” adlı öyküsünün rahatsız eden bir yapısı var. Peşin peşin bu bilgiyi verdikten sonra ara başlığın vurguladığı “huzur”un ne demek olduğuna gelebiliriz. Yine piramit üzerinden gideceğiz. Ana karakterimiz bir beyaz kaplan ve anlatıcı-karakter. Hemen ilk paragrafta bunun bir rüya olduğu bilgisine vakıf olup şartların farkına varıyoruz. Bu noktadan sonra rüyanın serin sularında yol almaya başlıyoruz. Ne felç olmuş kaplan, ne anlatıcı karakterin çıkarımları bizi şaşırtmıyor aksine beklenmedik gelişmeler heyecanımızı körüklüyor. Bu durum yükselen aksiyon kısmına tekabül ediyor, serim bölümü ise yukarıda da dediğimiz gibi kısa ve net. Yükselen aksiyon kısmını acele etmeden ince ince işlemiş Pelit ve kurguda boşluk bırakmadan zirveye ulaşmayı hedeflemiş. Başarmış da ve bizleri bir kılıca dönüştürdüğü seccadeyi karnına saplamasıyla zirveye ulaştırmış.

Zirvede fazla kalmamızı istememiş olmalı –gerek de yok zaten- ve hemen düşüşe geçip sözü uzatmadan sonuca odaklanmış. Odaklanılan son sadece iki cümle olarak karşımıza çıkıyor. Yediği saat yüzünden zamanla cezalandırılmış beyaz kaplanın cezasını çekmesi için bir aracı olan karakterimiz kaplanın içine hapsoluyor. Aklına Yunus peygamberin bir yunus tarafından yutuluşunu getirmeye çalışıyor ama denizden uzak oluşun engeline takılıyor. Bu yorum biraz kapalı duruyor olabilir ama öyküyü okuyacaklar için hususi yapılmıştır. Sonu güçlendirmenin yolunu kadim hikayeye atıfta bulunarak yapıyor İsmail Pelit. Basit gibi dursa da bu hamle aslında sadeliğiyle güç katıyor. Son ana kadar bizi devamlı sıkan, cendereyi her hamlede biraz daha sıkıştıran yapısını ufacık bir hamle ile gevşetmesi, işte bu huzura sevk eden şey oluyor. Sonrasıda okura tüm bu anlatılanlar üzerine düşünmekten başka bir şey kalmıyor. Önünde uzanan düz bir yol görüyor ve o yolda yürümeye devam edip etmemek ise okura kalmış. Yola devam etmek istemeyenler için sorun da yok aslında önemli olan çıkılan ve inilen yokuşlar sonrasında bir düzlüğe ulaşıp bir nebze de olsa rahat etmek. Siz bunun adına ister huzur deyin ister başka bir şey ama Freytag’ın piramidinde çizildiği gibi bunun bir düzlük olduğu kesin.

Bazı metinlerin sadece son bölümde söylenecek bir tek cümle için yazıldığı gerçeğini hatırlarsak “öyküde son”un önemini daha iyi kavrayabiliriz. Koca bir roman zenci-köle bir dedenin torununun intikamı için ne kadar ileri gidebileceğini göstermek için yazıldıysa, bir öykü de pek tabii sayfalar dolusu cümlesini tıpkı bu romandaki gibi, saygıdeğer bir dedeye saygı duruşu için harcayabilir, pek de güzel olur. Tabii şartları olgunlaştırmak gerektiğini söylemeye gerek yok sanırım. Öyle görünüyor ki kilit cümle bu “şartları olgunlaştırmak”. Aslına bakarsanız bu yazı da şartları olgunlaştırmak gerektiğini söylemek için yazılmış gibi duruyor.