Selahattin Özpalabıyıklar’a sorduk

Selahattin Özpalabıyıklar: Klişe olacak ama: Çevirdiğim bütün kitaplar çocuklarım gibidir, hiçbirini ötekilerden ayıramam.
Selahattin Özpalabıyıklar: Klişe olacak ama: Çevirdiğim bütün kitaplar çocuklarım gibidir, hiçbirini ötekilerden ayıramam.

Klişe olacak ama: Çevirdiğim bütün kitaplar çocuklarım gibidir, hiçbirini ötekilerden ayıramam. Ama yine de galiba en çok kendimi verdiğim, kendimi bulduğum kitap Anna Kavan’dan Buz adıyla çevirdiğim Ice oldu. Bir yandan kendi keşfim sayıyorum Anna Kavan’ı.

Daima “Çevirsek de okusak” dediğiniz kitapları mı çevirdiniz yoksa emrivaki çevirileriniz de var mı?

Allahtan ki şanslıyım, hep öyle oldum: Genel olarak istediğim yazarlardan istediğim kitapları (ya da parçaları; şiir, öykü) çevirdim. Emrivaki demeyelim de ısmarlama çevirilerim de oldu, kitap boyutunda olmasa bile, ama onlarda da çok hoş tesadüfler oldu (tevafuk değil, çakışma yok yani, sadece mutlu rastlaşmalar): Çevirmem için verilen yazarları, şairleri, yazıları, şiirleri sevdim, “İyi ki verilmiş, iyi ki çevirmişim,” dedim. Türkiye’de hâlâ çok az “okur”un (dahası çok az şairin) farkında olduğu bir tek isim versem yeter derdimi anlatmak için: Paul Muldoon. Kitap-lık’ta Profil’i hazırlanacağı zaman Enis (Batur) çevirmem için şiirlerini verdiğinde utanmıştım “Nasıl kaçırmışım ben bu adamı?” diye! Üstelik tam da benim adamımmış! (Meraklısı için dört örnek; aynı dosyada iki büyük şairden de birer kült şiir var: https:// www.academia.edu/4646400/Coleridge_Frost_Muldoon)

Çevirilerinize yazdığınız önsözlerden ve düştüğünüz dipnotlardan anlaşılıyor ki, çeviri sürecinde kitapla yoğun bir diyaloğa giriyorsunuz. Çevirirken en çok içinize sinen, çevirirken birlikte yaşadığınız kitap hangisiydi? Ondan bir miktar bahseder misiniz?

Klişe olacak ama: Çevirdiğim bütün kitaplar çocuklarım gibidir, hiçbirini ötekilerden ayıramam. Ama yine de galiba en çok kendimi verdiğim, kendimi bulduğum kitap Anna Kavan’dan Buz adıyla çevirdiğim Ice oldu. Yeni basımına yazdığım sunuşta da anlattım: Bir yandan kendi keşfim sayıyorum Anna Kavan’ı: Türkçeye ilk kez çeviren benim. Ice’taki pek çok çeviri sorununu kimi zaman çocukluğumdan hatırladığım bir erik çeşidinin, kimi zaman da diliçi ya da ikidilli asırlık bir sözlüğün yardımıyla çözdüm. (Gerçi daha Borges çevirirken bile başvurduğum şeylerdi bunlar, tıpkı sonradan Blake, Emily Dickinson, Keats ve başkalarını çevirirken yapacağım gibi.) Ayrıca Buz 1993’te yayımlandığında Murat Yalçın, Yusuf Atılgan’ın eşi Serpil Atılgan’dan, Atılgan çiftinin Anna Kavan’ın yazdıklarını (özellikle de Ice’ı) çok sevdiğini ve tanıdıkları bütün yayıncılara yıllarca önerdiklerini öğrenmiş. Bu beni çok sevindirdi elbette, Anna Kavan konusunda yanılmadığıma inandırdı. Yani Buz’u ve yazarını öteki işlerimden biraz daha çok sevmemde, çevirmenliğime kattıkları yanında, deyiş yerindeyse, “metindışı” öğeler de önemli yer tutuyor.

Hâlâ çevirmediğiniz ve “Çevirsem de okusanız” dediğiniz kitaplar varsa hangileri?

Ah, yaramı deştin Fatih! “Çevirsem...” demeyelim de (kendime o kadar pay çıkarmayayım) “Çevrilse de ben de okusam!” dediğim kitaplar var, hem de bir sürü! The Song of Hiawatha örneğin, Introduction’ını kabataslak çevirmiştim çeviriye başladığım yıllarda. Diğerlerini söylemesem? Belki ben tembellik ederken çeviriverir birileri.

Hangi yazarın ya da kitabın Türkçe edisyonunun editörü olduğunuz için mutlusunuz?

Oooo, hangi birini sayayım: Don Quijote, Tristram Shandy, Hayali Yerler Sözlüğü, Pasajlar, Canterbury Hikâyeleri, Leviathan, Ulysses, Eco’nun romanları (özellikle Prag Mezarlığı) ve deneme/inceleme kitapları (özellikle Efsanevi Yerlerin Tarihi, Yengeç Adımlarıyla, Düşman Yaratmak)...

Türkçe edisyonlarına elinizin değdiği yazarlardan biri olan Milorad Pavić’in ve kitaplarının hınzır okurlar ve hepimiz için ehemmiyeti nedir?

Bu soru araya nasıl sıkışmış, burada ne yapıyor, pek anlamadım doğrusu. Ama sanırım hınzır bir soru bu. Pavić bence bütün Sırpların kötü olmadığını tek başına ispatlayan bir adam. Şaka ediyorum tabii ki. İlk romanı Hazar Sözlüğü (her ne kadar bazı kitap satış sitelerimizde “Sözlükler – Konuşma Kılavuzları” arasında sayılsa da!) 1984’te çıktığında “21. yüzyılın ilk romanı” olarak nitelenen bir yazardan söz ediyoruz. Doğrusu ondan bir kitap çevirmeden ölürsem yanarım! (Vaktiyle “tarot romanı” İstanbul’da Son Aşk’ı çevirecektim, olmadı.)

Uzun yıllar Yapı Kredi Yayınları’nda editörlük yaptınız. O dönemi yazmak isteseniz anlatmaya nerden başlarsınız?

Herhalde (kızım Yaz bile fark etmiş: “Baba, ben sana ‘Je’taime Paris ne demek?’ diye sormuştum, sen bana Fransızcanın tarihini anlattın!” diyor) hep yaptığım gibi en baştan başlarım. O sırada Yapı Kredi Yayınları’nda (rahmetli Turhan Ilgaz’ın) genel müdür yardımcısı olan Şahin Beygu’ya Anna Kavan’ın (bu takma adı kullandığı ilk kitabı olan) öykü derlemesi Asylum Piece’in çevirisini önermeye gidip Enis Batur’un Ice’ı (Buz) çevirmemi önermesiyle. Çeviriyi teslim ettiğim 15 Mart 1993 günü Enis’ten iş teklifi alıp ertesi gün YKY’de yarızamanlı düzeltmen olarak işe başlamıştım çünkü. (Bu hikayeyi rahmetli Tarık Dursun K. ağabeyimin Varlık’ta çıkan anılarına verdiği güzel başlıktaki gibi “Ben unutmadan” yazıya geçmiş olsun diye, Buz’un yeni basımına yazdığım sunuşta ana hatlarıyla anlattım) Arada kendimi tutamayıp prolog olarak da ortaokul yıllarıma kadar gidip İngilizceyle tanışmamdan söz edebilirim; daha da öncesine, ilkokul, ilk okuma yıllarıma gidip. Bu soru eğer fakiri anı yazmaya teşvik amacı taşıyorsa, teşekkürler yaşadıklarımı ciddiye aldığınız için. Kontr çekip ben de şöyle ortaya bir teşvik girişiminde bulunayım yüzsüzlük sayılmazsa: Keşke bir hayırsever çıksa da bir nehir söyleşi yapsa benimle. Ama kim okur ki benim anılarımı...