Sıradan tuhaflıkların öyküsü

Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan ve 11 öyküden oluşan kitap “İnsanı en çok acıtan şey yaşanması mümkünken yaşayamadığı mutluluklardır.” mottosuyla çıktı.
Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan ve 11 öyküden oluşan kitap “İnsanı en çok acıtan şey yaşanması mümkünken yaşayamadığı mutluluklardır.” mottosuyla çıktı.

Kitabın arka kapağında yazdığı şekliyle “beşikten mezara tuhaflıklar” geziniyor sayfalar arasında ama hikayenin gerçekliğinden eminiz. -En az Dedem Bir Uzaylı’ya çok benzeyen hikayelerle Türkiye’nin her yerinde karşılaşabileceğimizden emin olduğumuz kadar.- Tuhaf ama gerçek. “Dedem Bir Uzaylı” da diğer 10 öykü gibi oldukça kısa. Ve öyküde üç kez “***” işaretiyle karşılaşıyoruz.

Buraya Bakarlar’daki öyküler futbol tabiriyle direkt kaleye giden, topu çevirmeyi sevmeyen öyküler.

Mehmet Fatih Özbey’in ilk kitabı Buraya Bakarlar raflardaki yerini aldı. Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan ve 11 öyküden oluşan kitap “İnsanı en çok acıtan şey yaşanması mümkünken yaşayamadığı mutluluklardır.” mottosuyla çıktı. Dostoyevski’nin bu sözü de pekala öykülerle ilişkilendirilebilir ve kitabın bir okuması da bu şekilde yapılabilir. Fakat “Sayeban” adlı öyküde karşılaştığımız şu cümle bence Buraya Bakarlar hakkında bize daha sarih bir fikir veriyor. “Rutin olan hiçbir mucize insan için değerli sayılmıyor.” diyor Mehmet Fatih Özbey’in karakteri.

Sonra kitap boyunca rutin olanın mucizesi, sıradanın arkasındaki tuhaflık -zaman zaman da tuhaflığın arkasındaki sıradanlık- işaret ediliyor okura. Zaten hikaye anlatıcılığı bundan başka nedir ki? Buraya Bakarlar’daki öyküler futbol tabiriyle direkt kaleye giden, topu çevirmeyi sevmeyen öyküler. -Öyküde yan ve geri paslar zaman zaman kullanışlı olsa da dozu ayarlanamadığında öyküyü iki zayıf Bundesliga takımının maçı kadar sıkıcı hale getirebilir.- Kurulan her cümlede ileriye, iyi kurgulanmış bir finale doğru bir adım atıyor okur.

Yazar “Oysa cehennem otobüste başlar. Tanrı büyük ihtimalle yolları trafiğe kapatır.” derken uzun ve bıkkınlık verici bir şekilde anlatılabilecek bir durumu hızlı ve çarpıcı biçimde anlatıveriyor. Oyunun -hikayenin- bu denli hızlı olması elbette öykülerin de uzamamasını sağlıyor. Bu noktada “Dedem Bir Uzaylı” adlı öykü öne çıkarılabilir. Çünkü bahsettiğim iki niteliğe de sahip iyi bir öykü “Dedem Bir Uzaylı.”Dünyayı Kurtaran Adam filmini izleyen dede ve torunuyla tanışıyoruz öykünün girişinde. Sıradan bir durum. Torunun maç izlemek istemesi ama dedesinin ısrarı nedeniyle mecburen filmin olduğu kanalı açması da hepimizin yaşadığı türden bir olay. Peki bu sıradan olayın arkasındaki o tuhaflık ne? Dünyayı Kurtaran Adam’ı izleyen herkes hikayeyi bir ucundan yakalayabilir. Filmde yaratık rolünü oynayan insanların şimdi nerede ne yaptığını düşündüğünüz noktada ise artık başka bir hikaye başlamıştır. O başka hikayeyi anlatıyor Buraya Bakarlar.

Uzun bir hikayeyi kısaca ve etkili biçimde anlatmak istiyor Mehmet Fatih Özbey.

Kitabın arka kapağında yazdığı şekliyle “beşikten mezara tuhaflıklar” geziniyor sayfalar arasında ama hikayenin gerçekliğinden eminiz. -En az Dedem Bir Uzaylı’ya çok benzeyen hikayelerle Türkiye’nin her yerinde karşılaşabileceğimizden emin olduğumuz kadar.- Tuhaf ama gerçek. “Dedem Bir Uzaylı” da diğer 10 öykü gibi oldukça kısa. Ve öyküde üç kez “***” işaretiyle karşılaşıyoruz. Yani iki buçuk sayfalık öykü dört bölümden oluşuyor. Tedirgin edici bir görüntü ve “Dedem Bir Uzaylı” örneğinden ilerlesek de aslında hemen bütün öykülerde karşılaşıyoruz bu durumla. Bu olumsuz bir şey mi peki? Aslında değil. Öykülerin top çevirmeden kaleye gitmesinin etkisi var öykülerin bölümlere ayrılmasında. Uzun bir hikayeyi kısaca ve etkili biçimde anlatmak istiyor Mehmet Fatih Özbey. Zamanda ve mekanda yapılan sıçramaları öykünün temposunu düşürmeden okura aktarmayı amaçlamış. Ve nihayetinde öykülerin birçoğunda top ağlarla buluşmuş.

Örnek olarak verdiğim “Dedem Bir Uzaylı”da ise tam 90’a gitmiş. O halde belki de “*” ların tedirgin edici olup olmadığını tartışmaya açmak gerekiyor. Cortazar “Öykünün tek şansı nakavt etmektir.” diyor. Öykücüler olarak sayıyla kazanma şansımız yok. O halde sağlam birkaç yumruğa ihtiyacımız var. Mehmet Fatih Özbey’in anlattığı hikayeler okuru sarsmaya yetiyor ama nakavt edebilmek için bu kadarı yeterli değil. İyi bir son yazmak, okurun hikayenin sonuna duyduğu arzuyu etkileyici bir cümle ile karşılamak da önemli. Bir başka deyişle, ilk cümle kadar son cümleyi de önemsemek gerekir diye düşünüyorum. Bazen hikaye çok iyi sonlanır ama o son cümle olmadan öykü yarım kalmış gibidir. Mehmet Fatih Özbey’in bunu da önemsediğini öykülerin sön cümlelerine bakarak anlayabiliyoruz. Buraya Bakarlar adlı öykünün “Anne,” diyorum, “Meneviş ne de güzel... bir isim.” cümlesi bence kitabın zirve noktalarından biri.

Öykülerde dikkat çeken kavramlardan biri “Anne”.
Öykülerde dikkat çeken kavramlardan biri “Anne”.

Aynı şekilde dokunaklı, vurucu ya da zekice son cümleler için diğer öyküleri de inceleyebiliriz. Okur bence bu yumruklar karşısında fazla direnemeyecektir. Öykülerde dikkat çeken kavramlardan biri “Anne”. Buraya Bakarlar’ın evlat penceresinden bakarak üzerine düşündüğü bir kavram anne ve annelik. “Fındık Ezmesi” öyküsünde terk edilmişlik üzerinden temas ediliyor annelik mefhumuyla. Baba oğul ilişkisini işleyen birçok öyküde çatışma ve gerilim kolayca oluşturulabilir. Ama işin içine anne girdiğinde bir gerilim oluşturmak ve hatta bunu anneye duyulan kin, nefret üzerinden yapmak çok aşina olduğumuz bir durum değil. Mehmet Fatih Özbey “Fındık Ezmesi” ve “Zaman Çizelgesi” adlı öykülerinde başarmış bunu. Hüzünlü bir atmosfer de oluşturabilmiş böylelikle. Bu atmosferin bütün öykülere sirayet ettiğini, zaman zaman gülümsesek de bu gülümsemelere hüznün de eşlik ettiğini söyleyebiliriz. Hani şöyle denir ya acı bir tebessümle okuyoruz birçok öyküyü.

Okuru etkisi altına alan hüzünlü atmosferin bir diğer nedeni de yazarın işaret ettiği mümkün ya da gayrimümkün absürtlüklerin hayatın gerçekleriyle ironik şekilde çatışması. Bu noktada da öne çıkarılabilecek öykü kitabın en dikkat çekici öykülerinden olan “Buraya Bakarlar.” “Mutsuz musunuz? Dert etmeyin. Mutsuzluğunuzu alıyoruz. Yerine gıpgıcır, sonsuz bir mutluluk veriyoruz” yazılı ilan tüm tuhaflığıyla gerçekliğine inanmakta hiç güçlük çekmeyeceğimiz karakterlerin önünde duruyor. “Çok saçma abi, bu çok saçma. Biz salak mıyız? Sonsuz mutluluk olur mu hiç?” diyen Cengiz hem bir çatışmayı doğurup hikayeye duygu katarken hem başarılı bir karakter nasıl yaratılır’ın, bir başka deyişle ‘bir karakter kurmacanın içinde nasıl yaşatılır’ın iyi bir örneği olarak göze çarpıyor. İsmail adlı karakterin gözlerini ayırmadan panoyu seyretmesi de yaşanan tüm tuhaflıklara rağmen okuru sahici bir atmosferin varlığına ikna ediyor. Kitaba ismini veren bu öykünün sıradanın arkasındaki tuhaflığı değil, tuhaflığın arkasındaki sıradanlığı anlattığını söyleyebiliriz.

Son öykü “Rüyalarda Buluşuruz” da aynı tarzda bir öykü fakat tesiri bende “Buraya Bakarlar” kadar güçlü olmadı. Belki öykü absürtle gerçek arasında bir çatışma doğuramayacak kadar kısa olduğundan, belki de önceki on öykünün yaşattığı hisse bağışıklık kazandığımdan... Hülasa, Buraya Bakarlar dikkat çekici bir ilk kitap. Biz “Buraya bakın.” dememiş olsak da gözden kaçırılabilecek gibi değil. Buraya Bakarlar’ın hak ettiği karşılığı bulacağına inanıyor, Mehmet Fatih Özbey’in öyküsünün bu ilk kitap başarısından sonra nereye doğru evrileceğini heyecanla bekliyorum.