Soner Oğuz ile söyleşi

​Soner Oğuz: Ben öykünün artık tahkiye dışında yöntemlerden de yararlanması gerektiğini düşünüyorum.
​Soner Oğuz: Ben öykünün artık tahkiye dışında yöntemlerden de yararlanması gerektiğini düşünüyorum.

“Öykü tür olarak evrimini tamamlamış değil kanımca. Ben öykünün artık tahkiye dışında yöntemlerden de yararlanması gerektiğini düşünüyorum.”

Evvela ilk öykü kitabın Eksik Bir Seremoni hayırlı olsun. Kitabını basıldıktan sonra baştan sona okudun mu? Altını çizdiğin veya “Vay be ne güzel yazmışım!” dediğin bir cümleni paylaşır mısın?

Ama şu var ki bir metni yayımlatmakla bir anlamda görücüye çıkıyorsunuz.
Ama şu var ki bir metni yayımlatmakla bir anlamda görücüye çıkıyorsunuz.

Teşekkür ederim. Eksik Bir Seremoni tamamı yayımlanmış öykülerden oluşuyor. Bu nedenle her bir öyküyü yayımlatmadan defalarca okumuşumdur. Bu anlamda biraz titizlenirim. Bu, meslek hastalığı olsa gerek. Doğru mu yanlış mı yapıyorum bilemiyorum. Ama şu var ki bir metni yayımlatmakla bir anlamda görücüye çıkıyorsunuz. İçinizde kurduğunuz dünyayı başkalarına açıyorsunuz. Bunu yaparken özenli olmak zorundasınız. Yazarken mahreminizdesiniz, dağınık olabilirsiniz fakat yayımlatmaya karar verdiğiniz andan itibaren kapılarınızı açmış, içeriye başkalarını almışsınızdır. Artık kendinize çekidüzen vermek zorundasınız.

Kitabı basıldıktan sonra henüz okuyamadım. Ara sıra seyrediyorum. Her cümlesi ayrı bir heyecandı benim için. Yazdıklarımı matbu halde görünce hepsi güzel geliyor. Ama “Pilav ve İntihar Meseleme Dair”deki şu cümleleri geriye yaslanıp birkaç defa okudum. Öyküdeki karakterin iç sıkıntısını uzun ve yorucu bir cümleyle okura da yaşatmak istedim. Bence oldu da:

Süheyla her öfkelenişinde yaptığı gibi gözlerini iri iri açtı. İçimdeki filozof uyandı: “Bir kadın öfkelendiyse ve bunun sebebi sizseniz ve gözlerini iri iri açmışsa ve işaret parmağının ucundaysanız ve erkekseniz ve konuşacak takati kendinizde bulamayıp susuyorsanız; üstelik o kadına deli gibi âşıksanız, olacakları beklemekten başka çareniz yoktur.”

Öykülerinde biçimsel anlamda birçok deneysel hamleye şahit oluyoruz. Bu biçimsel denemelerin tahkiyenin önüne geçtiğini, asıl hikâyeyi maskelediğini düşünen bir görüş mevcut. Senin bu konu hakkındaki düşüncelerin neler?

Her özün kendi biçimini bulacağı kanaatine katılıyorum. Hiçbir öyküye “Bunu şu şekilde yazayım” diye başlamadım. Her şey yazarken şekilleniyor. Tabii kafamda “Şöyle bir biçim denesem nasıl olur?” diye düşündüğüm oluyor. Ama bunlar hangi öyküde, ne şekilde kullanılacak, işte o yazarken netleşiyor. Çok da hesaplı kitaplı işler değil aslında.

Biçim denemelerinin tahkiyenin önüne geçtiği görüşüne gelirsek, öykü tür olarak evrimini tamamlamış değil kanımca. Ben öykünün artık tahkiye dışında yöntemlerden de yararlanması gerektiğini düşünüyorum. Sözlü kültürümüzde hikâye etmek mühimdi. Ne var ki bugün biz yazının imkânlarından da faydalanıyoruz. Öyküleme dışında, kurmak, oluşturmak, duyurmak, göstermek gibi kavramları da önemsiyorum.

Öykülerini bir enstrümana ya da bir müzik türüne benzetmeni istesem?

Kim bilir kaç Neşet Ertaş hayranı “Şöyle bir soru sorsalar da cevaplasam” diye dua etmiştir? Allah sizden razı olsun. Öyle Neşet Babacıyım dediysem üçüncü türküden sonra “Abi yeter, içim sıkıldı,” diyenlerden değilim. Saatlerce dinleyebilirim. Bozlak bozkırın çığlığı, bağlama nefesi. Hüzün vardır, acı, ölüm, hasret, yokluk vardır bozlaklarda. Yazarken ölümden ve hüzünden kaçamayışım bu akrabalığa yorulabilir.

Yazma sürecinde olmazsa olmaz dediğin bir şey (sessizlik, müzik, kahve vs.) var mı?

Herhangi bir yazma ritüelim yok. Klavyede yazamam; kalem, kâğıt şart. Bir de çay (şekerli, inadına şekerli) bana eşlik ediyor çoğu zaman. Yazarken sessizlikten ziyade yalnızlık isterim. Kalabalıklar, sesler, yalnızlaşmanıza engel değil. Dilediğim an kendi içime gömülebilirim, ama öyle kolay yazabilen biri de değilim.

Kitaptaki öyküleri sıralarken nelere dikkat ettin?

Samimi olmak gerekirse öyküleri sıralamak, yazmaktan daha zordu. Farklı zamanlarda, farklı ruh halleriyle yazılmış yirmi öyküyü neye göre ve nasıl sıralayacaktım? Tercihler konusunda destek geldi. Maç penaltılara kaldığında ilk ve son penaltıları garantiye almak ister bir teknik adam. İlk penaltı moralli başlamak, son penaltı kazanmak için iyi penaltıcılara bırakılır. Kabul etmek gerekir ki tüm yazdıklarım aynı ayarda değil. Takdir edersiniz ki aynı şey Fuzuli’nin 300 küsur gazeli için de böyledir. Öyküleri sıralarken okurun alacağı hazzı ön planda tutmak istedik. Umarım olmuştur.

Bir öykü karakteri olsan, hangi yazarın hangi öyküsünde bulunmak isterdin? Sence o yazar, bir karakter olarak Soner Oğuz’u yazar mıydı?

Hasan Ali Toptaş’ın Geçmiş Şimdi Gelecek isimli kitabındaydı sanırım, “Çiğdem Yürekli Reşat” diye bir öykü... Orada umut var, samimiyet var, kendini adamak var. Bir “çiğdem yürekli” olamasak da bazı şeyleri yitirmemek için direnmemiz gereken bir çağda yaşıyoruz.

Elbette hepimizin yazılmaya değer bir yanı var. Hasan Ali Toptaş büyük öykücü. Şöyle oturup bir çay içebilsek bende de yazacak bir şeyler bulurdu muhakkak.

  • Doğaçlama caz performansı yapan meşhur bir caz sanatçısı "İyi bir doğaçlama yapabilmek için kendini unutman, müziği unutman gerekir," diyor. Aynı iyi bir hikâye anlatmak için bugüne kadar sana öğretilen bütün kuralları unutman gerektiği gibi... (A.E.)