Sunuş

15 Temmuz
15 Temmuz

Bu toprağın mayasına karışmış tekbirlerle, salalarla millet kim/ne olduğunu hatırladı. O eski hikaye, yeniden canlandı; diriliş neşesi, fetih coşkusu tozlu sandıklardan çıktı. Görmemek için kör olmak gerekir, üstelik bunun -görmemenin- hiç de havalı bir tarafı yok.

Post Öykü’nün mitler, masallar, efsaneler ve bugün anlatılan, yazılan hikayeler hakkında görüşünü dergiyi takip edenler biliyorlar. Bilmeyenler için kısaca söylemek gerekirse; hikayeler, insanlık tarihinin başından beri toplumları hem dönüştürüp hem de onun dönüşümüyle değişen, güncellenen, sözlü/yazılı “metinler”dir. Levi Straus’un deyimiyle, “mitler insanın haberi olmadan onun içinde düşünmeye” devam eder. Bir yazar; öykü, roman, novella yazdığında, bir sinemacı film çektiğinde kendisini var eden tarihten, toplumdan, coğrafyadan bağımsız bir “şey” ortaya koyamaz. Koymamalı da. Tarih kaderdir, coğrafya kaderdir, millet kaderdir. Bizim anladığımız anlamda hikaye, kaderin hemen yanına yazılabilir. Neredeyse eş anlamlı olarak. Hikayeciyse işte bu yüzden kendisini var eden tarihi, toplumu, coğrafyayı anlamaya, onu görmeye çalışmalıdır.

Bu ülke yıllarca, kendi kaderiyle (milletiyle, coğrafyasıyla, tarihiyle) boğuşan ve bir türlü barışamayan, gide gide ona düşman olan aydınlar, örgütler ve son tahlilde de cemaatler gördü. Bu da onun kaderiydi. Dikkat edilirse geniş anlamda ideolojilerden, inançlardan, mezheplerden hatta ırklardan bahsetmiyorum. Cemil Meriç’in söylediği gibi: “Bu ülkede ilerici, gerici, sağcı, solcu yoktur. Namuslu insanlar ve namussuz insanlar vardır.”

Nitekim 15 Temmuz’da da görüldü ki, sorun en başından beri bu toprakları yurt, insanlarını kardeşi belleyip bellememe sorunuydu.

Kökü dışarıda bir darbe girişimi halkın, bu toprağın tek ve ebedi sloganına sarılmasıyla hep birlikte geri püskürtüldü: Allahu Ekber!

Bu toprağın mayasına karışmış tekbirlerle, salalarla millet kim/ne olduğunu hatırladı. O eski hikaye, yeniden canlandı; diriliş neşesi, fetih coşkusu tozlu sandıklardan çıktı. Görmemek için kör olmak gerekir, üstelik bunun -görmemenin- hiç de havalı bir tarafı yok. Makarnacı, bidon kafalı, namluya boyun eğen, perdelerini çekip evinde oturan halk hikayeleri ebediyyen havaya karışıp yok oldu. Ve yeniden kahramanlık hikayeleri hatırlandı, destan uyandı... Hikayeye sahip çıkanlar, kulak kabartanlar, dikkat kesilenler, kendi milletiyle barışık olanlar için tekrar ve yüksek sesle söylemenin tam zamanı: Allahu Ekber!

On ikinci sayımızda, 15 Temmuz’un kahramanlarından, şahsen de arkadaşım olan Ömer Halisdemir’in şehadet hikayesini çizgileştirdik; yazarlarımıza bu hikayenin nasıl yazılması gerektiğini sorduk. Önümüzdeki sayıda ise 15 Temmuz hikayelerine yer vermeye başlayacağız.

Madem bir sunuş ekledik, şunu da yapalım:

Arda ile Berna, Ertuğrul ile Elif evlendiler. Ama bu elbette apayrı ve uzun bir hikaye. Bir yastıkta kocasınlar. Onlara Post Öykü ekibi olarak -en azından kalanları- adına ömür boyu mutluluklar diliyorum. “Ve sonsuza kadar mutlu yaşa”sınlar. Mümkünse. Amin.