Tanışsak mı?

Hiç olmak seni tanımlamıyor, bilakis yokluğuna işaret ediyor.
Hiç olmak seni tanımlamıyor, bilakis yokluğuna işaret ediyor.

Kişi yeryüzünde, insanlık düzeninde kendi yerini bilmek ve başkaları tarafından bilinmek istiyor her zaman. Ad sahibi olmak sadece seslenilmek için değil, kişiyi soylandıran bir şey aynı zamanda.

Ad ne işe yarar?

Ad, insanı hatta diğer canlı ve cansız varlıkları benzerlerinden ayırmaya yarıyor. Ad vermek bir şeyi sınıflandırmak için yapılırken, zamanla kültürel bir unsura dönüşüyor ve kimi zaman kişinin erginliğe ulaştığında aldığı kahramanlığın ya da erdemli davranışların temsilcisi oluyor. Tabii bu durum süreç içerisinde çok değişikliğe uğruyor. Bugünün insanları daha bebeğinin doğumu gerçekleşmeden, anlamı güzel ve hikmetli olan isimleri taramaya başlıyor. Kimi bebeklere ölmüş büyüklerinin ismi verilirken, kimilerine de seslenilmesinde ahenk oluşturan ya da logosa hizmet eden karaktere sahip ad bulma gayreti gösteriliyor. Logosa hizmet noktasından ilerlenirse, bir ad sahibi olmak epey mühim. Sana verilen bir ad'ın karakterini ya da ad'ındaki hikmeti taşıyamadığında kendini sorguluyor musun? Buna gerek var mı? Toplum içerisinde görülüyor ki ad'ının manasına göre hâl, hareket ve söylemde bulunmayan insanlar bir kesim tarafından eleştiriliyor, bir kesim tarafından ise umursanmıyor bile.

Ad'ın mana bakımından ne olduğunu bilmek de ayrı bir nokta. Ad insanın kimliği, toplum içerisinde güvenin temsili gibi bir duruşa sahip. Ad birine seslenmekte kolaylığı sağlamanın yanında kişiliğin somut bir karaktere bürünmesinde temel unsurlardan biri, gibi. Düşünsenize "hey" olarak size ünlemesinden ziyade, "Adem" olarak kâle alınmak daha güven verici ve rahat hissettirmiyor mu size de? Kayacan'ın "Hiçoğlu'nun Serüvenleri" adlı öyküsünden bir alıntı yaparak örnek düzlemine geçilsin. "Sorsunlar istiyordu. Ad kavramının ne olduğunu bilmediği halde. Kendine ‘ben' demekten bıkmıştı. Bir ad taksınlar istiyordu, bir muska, bir nazar boncuğu türünden. Ya bir yafta ya da bir alın yazısı."1 Bir ad'a sahip olmak kişinin kendisinin dahi istediği bir şeymiş, değil mi? Kişi yeryüzünde, insanlık düzeninde kendi yerini bilmek ve başkaları tarafından bilinmek istiyor her zaman.

Ad sahibi olmak sadece seslenilmek için değil, kişiyi soylandıran bir şey aynı zamanda. Kişinin bireyselliğinin temsili ve kişinin ruhunu da aksettiren bir hüviyet: insan ismine çeker, mi? Anadolu gelenekleri çerçevesinde düşünülürse bu nokta daha iyi kavranabilir. Kişinin ad'ı gibi olması, ad'ına çekmesi ve ad'ına yakışır davranması, ismin ruhunun kişinin karakterine yansıması ve bir kişilik sahibi olması; işte logos burada! Hiç olmak seni tanımlamıyor, bilakis yokluğuna işaret ediyor. Sana "Adem" diye seslenildiğinde, sen o isme karşılık gelen anlamlardan birini taşıyabiliyorsun. İnsanların babası, adam, iyi ve temiz olmak anlamları sana yakıştırılıyor. Ama ismin beşer yanı vurgulandığında, yokluğun dile gelmiş oluyor. İnsan tavır ve davranışlarıyla, daha doğrusu kişilik ve karakter kazandığı özellikleriyle, isminin anlamlarıyla müspet ya da menfi hatırlanıyor. Ad kaderle özdeşleşmiş, gibi oluyor değil mi? Yoksa ad'sızlık bir yere sıkışıp kalmayı hissettiriyor, sanki.

Bu noktada yine Kayacan'ın karakterinin sorgulamasına başvurulsun. "Hiç kimseye zararım dokunmuyor. Yalnız şu adsızlığımdır beni bu duruma, bu kafese sokan. Sonra, bu adsızlık sizden daha çok beni üzüyor. Çilemi, gecemi, kuşkularımı pekiştiriyor. Bir ad bulayım, şöyle oturaklı bir ad, ben de Ali, Veli gibi ‘olur' kişilerden olurum. Ayağınızı öpeyim, kulunuz kurabiyeniz olayım, sabredin bir iki gün daha. O vakte kadar adımı ibraz eylemezsem istediğinizi yapın."2 Ad ve bir insan olmak arasındaki ilişki hissediliyor, umulur ki. Ad sihirli bir güce sahip gibi değil mi? Bu bedeni ve yaşamı şekillendirmek, sanki. İnsanın göremediği dünya ile bağlantı kurmasını da sağlıyor, belki. Ad kişinin hareket etmesinde, kaderini yaşamasında itici güç oluyor. Dünyada varlığını sürdürebilmek ve bir güce sahip olmak için manası kuvvetli bir isme sahip olmak önemli gibi duruyor, değil mi?

Kaderinde ne varsa o, mu?

Kader, insanın yaratıcı karşısında özgür olup olmadığı üzerine bir mesele. Kader bir şeyin niteliğini ve şeklini belirlemek anlamında da kullanılıyor. Bu kısımla ad sahibi olma arasında ilişki kurulabilir; şöyle ki belirlemek, nitelemek noktasında. Ad vermek, kaderde bir olayın ne'liğini ifade etmek. Bir olaya dahi bir isimle ya da sıfatla yaklaşmak kıymetli iken bir insana ad verilmesi neden önemli olmasın ki, değil mi? Kader insanı nasıl etkiler sorusuna girizgâh yapmak için Kayacan'ın şu satırları göz önüne alınabilir:

"Kader bu, dedi.

Ne yaparsın, dedi.

Ne yapalım, dedi.

Kaderin keyfinin kâhyası değiliz ya, dedi çoğulluk diliyle konuşaraktan."3

Kaderin iyiliğinden de kötülüğünden de sual olmuyor diyor bu satırlar, sanki. Kaderde ne yazılı ise insan onu yaşıyor, gibi. Kaderin buyruğu bir yerden gelirken, bir yerler de gelen hükmü yaşıyor, değil mi? Bu hükmü yaşayan insan kahramandır. Kimi zaman yaptığı kahramanlıklarla ad'ını alan insanın ismi aslında gönderge hüviyetine sahip. Göndergenin manasını belirleyen ise ismin önceki taşıyıcılarının maddi ve manevi özellikleri. Göndergenin kişinin hüviyeti ile özdeşleşmesi, eski toplumlarda ad'ı belirliyor, yani kahraman kaderini yaşayarak adını alıyor. Ad'ını bilmek insanın huzurlu olmasını sağlıyor. Çünkü kahraman rıza pazarından geçmiş oluyor. Ya geçmemişse? O zaman kişinin içinde şu rahatsız edici kımıltılar belirebiliyor: "Adının ilk hecesini bile bilememenin sende oyduğu boşluğun ne kadar derin olduğunu biliyorum."4 Öyle ya da böyle bir şekilde ad'ını bulamayan insanın durumu ne oluyor?

Sonraki hayatında gel, mi?

Başka bir hayata gidene kadar ad'sız insan ne durumda olacak, yalnız mı? Yalnızlığın toprağı yok deniyor ya, böyleyse insan gene mi yalnız olacak? Hayır insan yalnız olamaz, çünkü bu onun yaratılışında yok. Kaderinde yazılı değil, mi? İnsan kendini çevresinden soyutlayarak belli kalıplar içerisinde yaşayabilir ama yalnız, galiba asla. Hele de modern dünyanın insanı bu histen epey uzaklarda yaşıyor. Ama insan olduğunu bilmek, insan sıfatından da nasibini alabilmek, hatta böyle bir şeyden haberdar olabilmek için ses/ler lazım. Bakın bu noktaya yakışacak bir şey diyor Kayacan, "SENSİN HER GÜN DIŞARDAKİ TUZAĞI KENDİ ELİNLE KURAN VE SENSİN TÜM YASAKLARINI VE OYUNLARINI GERİSİN GERİ TUZAĞA KAPTIRAN."5

Yalnızlık ile tek başına olma farkını yukarıdaki cümle ifade ediyor, değil mi? Bu yüzden ikilinin mana ayrımları üzerinde durmaktan beri kalınsın. İnsan kendisini yaşattığı sürece yalnızlık onunla birlikte değil. Hadi başka insanlardan berisin, yalnızım diyorsun. Hava, su, toprak ve ateş de mi seninle değil? Yalnızlık evinin arka bahçesi olabilir. Ama bahçeyi, bahçe yapan bina olduğu sürece etrafı bir şeylerle sarılmış değil midir? Başladığın ve bittiğin yer varsa sen varsın. Etrafın var ve bunların sana ulaşabildiği ses/ler var. Tekrar aynı konuya dönülsün. Neden bir ad'a gerek var?

"Sen kimsin?

İstanbul.

Bugün ne?

İstanbul.

Saat kaç?

İstanbul.

Güneşin ustası kim?

İstanbul.

Sol elin nerde?

İstanbul'da.

YOKSA İstanbul zeybeğinin kendi kişiliğinden sıyrılıp, kendi imzası dışında herkesin malı olmasından mı korkuyordu?"6

Satırlarda ortalık malı olmak geçiyor. Demek ki herkesin malı olmamak gerekiyor ve ama insanın aidiyeti olması mühim duruyor. Bir isme sahip olmak, bir yere ait olmak. Bir zaman ve mekan içerisinde konumlanmak. Kapalı bir kutunun içinde olmaktan ziyade dünya ile bağlantılı olmak, yolda olmak, yolcu olmak. Kaderinin sana getirdiklerini yaşamak. Kabul edilsin, herkes kendi hayatının getirilerini yaşayarak macerasının kahramanı olmak istiyor. Çünkü o zaman başını sokabileceği maddi ya da manevi bir yeri oluyor. Ruhi ve bedeni olarak karakterini tamamlama yolunda adımlarını atmaya devam edebiliyor. Yalnızlık sıfatının içinde barındırdığı hiç olma durumundan insanı uzaklaştırabiliyor, zamandan seni koparmıyor.

Hiçbir şey değilken bir şey olabilen değil midir insan?

Hiç olmayı kabul etmemek burada farklı bir bakımda yer alıyor. Büyüklenme ve kibir olarak algılanmasın. Amaç sadece zirvede olmak değil; hayatta, zirveye ulaşmak için mücadele etmek çoğu zaman, kimi insan için. Dünyaya geliş sebebi hiçlik makamına ulaşmak ve tevazu göstermek gibi enstrümanları içinde barındıran anlayışlardan beri tutarak dikkate alınsın. Burada yolda olan kahramanın adını bulmasından bahsedilmeye çalışılıyor. Hiç olmak aslında insanın bir şeylerin farkında olması, gibi. Şöyle ki hiçliğin farkında olmak, bir şeyin var olduğunun bilincinde olmayı gerektiriyor önce. Kendini, şahsiyetini bulmuş insan hiç olmaktan beridir.

Yolculuğunda belli bir seviyeye çıkmış olan kişi zenginliğe ulaşmış oluyor, kendini birtakım nimetlerin içinde buluyor. Yaptıklarıyla ne olduğunu ya da olabileceğini görüyor. İnsan hiç olmadı bunun yüzü suyu hürmetine düşüş yaşamıyor, belki. Gökten düşmek değil, insan/lıktan düşmek sana bulaşmaz gibi, mi? Bir erdem ya da güç göstererek ad'ını almışsan hele, onun gücüne yaslanarak yoluna devam ediyorsun. Çıktığın yolun sonunu görebilmek için arıyorsun. Arayış neden önemli? İsmini ya da yalnızlığını dindirecek şeyin peşinden gitmek ne kazandırıyor? Sadece bir ad mı? Hiç olmamak mı? Zihni daha çok karıştırmak için Kayacan'ın başka satırları paylaşılsın:

"Hiçlik kağıdınız var mı? Hayır, ama kimlik kağıdım var. Bize hiçlik kağıdı lazım. Yanınızda yoksa bir tane çıkarttırabiliriz sizin için. Hiçlik İşleri Başçevirgenliğinden.

Neye yarıyor bu kağıt? Dedim. Hiçinizinhiçyüzünü foya foya aramaya."7

Hiçlik insanı var eden bir şey gibi, mi? Hiçlik aslında korkutucu bir duygu. Hiçbir şey yerine en azından Kayancan'ın karakteri gibi şişe içinde yaşayan oradan oraya savrulan biri olmak, bir yere sahip olmak daha güvenli değil mi? Ne diyor Hiçoğlu, "Şişelik olmazdan önce, ben sizin hani şu öykülerinizde, romanlarınızda ‘küçük insan' dediğiniz kişilerdendim. Düşüncelerim küçük düşüncelerdi. Usumun yorganı kısaydı."8 Hiçlik, ad'sızlık ve yalnızlık; bunlar insana kaderinin vermiş olduğu şeyler, mi? Sen olmasan da bir şekilde başka şeyler var oluyor, bunlar da haliyle. Sen bir şeylerin var olmasına vesilesin aslında. Yolda olan olarak maceranın başlangıcısın. Kahraman olabilmek için mücadele edebileceğin nedenlerin var. Kişi ya da olay olarak bir yere sıkışıp kalmış olsan dahi aslında sana hep bir şeyler veriliyor.

Bedeninden ziyade ruhunun diri tutulması sağlanıyor. Çünkü beden olarak sen, ruhun sayesinde öte dünyada da var oluyorsun. Bu inanışa göre yok olmadığın için aslında hiç de olmuyorsun. Yalnızlık senin görünen ve görünmeyen dünyanda ne kadar yaşayabilir, bunu düşünüyor musun? Bakın bunu düşünen bir kahraman ne diyor. "Kemiğimin görgüsüyle, yaşamak istiyorum. Hiçlik dedikleri şeyi kemiğime dayamışlar, ben de kemiğimce davranıyorum, düşünüyorum. Şişenin içinde, usumun devrileceğini sanmışlardı. Yanıldılar. Şimdilik şişenin içinde kalıyor bu sözlerim."9 Hiçlik bir yandan da adanmanın diğer ad'ı. Ama bir şeye kul köle olmadan adanmanın. Çünkü kul köle olmak, maddi düzlemde insanı karanlığa düşürecek bir durum. İşin manevi boyutu ise senin içinde saklı. Acaba ucu bucağı bilinmeyen kaderin şemsiyesi altında yalnız yaşayıp bir ad'a sahip olmamak yerine tanışsak mı?

  • Kaynak: Feyyaz Kayacan, Şişedeki Adam, Kırmızı Kedi Yay., 2018, 126 s.
  • 1 Kayacan, Şişedeki Adam, s. 9.
  • 2 Kayacan, Şişedeki Adam, s. 20.
  • 3 Kayacan, Şişedeki Adam, s. 14.
  • 4 Kayacan, Şişedeki Adam, s. 24.
  • 5 Kayacan, Şişedeki Adam, s. 35.
  • 6 Kayacan, Şişedeki Adam, s. 55.
  • 7 Kayacan, Şişedeki Adam, s. 79.
  • 8 S. 83.
  • 9 S. 83.