Tepegöz, Artı Bir Miktar Yara

En son, Tepegöz’ün üzerine eğilip ellerini gözünün önünden çekti.
En son, Tepegöz’ün üzerine eğilip ellerini gözünün önünden çekti.

Oğuz, başını komiserin okşadığı yerden otobüsün camına dayadı. İçinde bir karar düğümü vardı, birazdan bağlanacak gibiydi. Hissediyordu. Bir can daha almadan, ne yapıp edip öldürecekti Tepegöz’ü. İzlediği bir filmde, köpeğini öldürmek zorunda kalan efsane bir adamın çektiği acıyı hatırladı. Tepegöz’le kendisini o şekilde hayal etti.

“İntihar etmiş kişilerin oğulları genelde başarısız olurlar. Kendileri de günün birinde intihar edeceklerdir.”

Allah Senden Razı Olsun Bay Rosewater

Ulan bu illuminati filan olmasın. Oğlum her gözü illuminati sanma, hem inanıyor musun sen şu Tepegöz zırvasına. Neymiş efendim, biriyle ev arkadaşıymış da, ona bir şey yapmıyormuş. Ulan onu niye yemiyor bu yaratık? Yahu gülesim geliyor kardeşim. Her şey yalan, uydurma, anlamıyor musun? İnanma sen de zırvalara.

O zırvalara inanmayan, çayının son yudumunu içip kalktı masadan. Sinirliydi. Arkadaşının elini sıkıp ayrıldı. Saat beş civarı karanlığın başladığı günlerdi. Saat on bire çeyrek vardı. Vay geri zekalılar vay, diyerek yürüyordu. Nelere inanıyorlar. Kendisi çok biliyordu. Metrobüse ulaşmak için geçilen merdiven parkurunun yarısına geldiğinde bir ses duydu. Sonra sesin geldiği yöne çevirdi başını. Onu iddiasından vuran Tepegöz, çoban yıldızı gibi parlak gözüyle karşısındaydı. Tepegöz’ün kendisini öldüreceğini biliyordu. Diğer inanmadığı şeylere de oracıkta inanıverdi. Ölmeden önce, az önceki haşin delikanlıdan eser kalmamıştı.

Falan filan.

Oğuz, Tepegöz’ün odasından, bir yerden düşer gibi ayrıldı. Kendi odasına girdiğinde, düşüşü tamamlamaya ramak kala rüyadan uyanışın verdiği hissi duydu. Yatağa uzanıp ezbere hareketler yaptı: Wifi’yi aç, oraya buraya gir, bir iki video izle (komik videolar, amazing skills, ameliyat videoları, film fragmanları, kafa kesme videoları falan filan) internet kitapçısından sepetini kontrol et, bir iki yazı oku, haberlere gir; kaza, tecavüz, magazin, futbol, siyaset (burada birkaç kez ülkeyi kurtarma denemesi) cinayet falan filan. Bir habere yoğunlaştı. Başlığı: Tepegöz Bir Can Daha Aldı. İçeriğini tahmin edebiliyordu ama yine de okudu: Dün gece evine dönmek için metrobüse binmek üzere sevgili başbakanımızın yaptırdığı muhteşem üst ve alt geçitlerden geçen H.B., Tepegöz’ün vahşetine kurban gitti. Ekipler korktuğu için olay yeri incelemesi yapılmadı. Ev arkadaşı Oğuz’un, Tepegöz’ü bir an önce durdurması isteniyor. Bu arada gazetemiz hala Tepegöz’e inanmayanlara ve bütün halkımıza akşam saatlerinde mümkün olduğunca evlerinden çıkmamalarını önerir. Biz öyle yapıyoruz.

Power tuşuna basılı tuttu: Kapattı telefonu. Duvara asılı küçük aynaya yürüdü. Ağlarken kendisini izledi. Kelimelere dökemediği büyük sıkıntısını -dökse de anlatacağı kimse yoktu zaten- yaş olarak gözlerinden akıtmaya çalıştı. Gözyaşı da beyni örtüyordu. Tok bir sesle odanın içine doğru bağırdı. Bağırırken avuçlarıyla pijamasını çekiştiriyordu. Tepegöz falandı tamam ama, Oğuz’un başka bi sıkıntısı vardı galiba. Tepegöz işini halledebilse de bir şeyler hep yarım kalacaktı. Yarım mı kalacaktı? Neyse, dedi. Çıktı evden.

Mahallesinde, ana caddeye bağlanan sokaklarda yürürken hep bir gerginlik: Sanki cinayetleri kendisi işliyormuş gibi bakışlar. Başını kaldırmadan hızlıca yürüdü. Durağa geldi. Biraz daha rahattı, onun Oğuz olduğunu bilenler nadir çıkıyordu buralarda. Otobüse atladı. Karakolun merdivenlerini çıkarken, komiserin odasına girerken, koltuğa otururken aklında hep, otobüste kitap okuyan iki kişi vardı. Seviyordu onları. Bilmeseler de dosttular.

Bir süre suskunluk oldu. Çaylar geldi. Her zaman olduğu gibi, bardak altına çay kaşığı ve şeker koymamayı unutmuştu çaycı. Olsun, dedi. Ne olsun, dedi komiser. Özür diledi Oğuz, ne yapacağız der gibi baktı. “Gözüne sıkmayı denediler, olmuyor, bir şekilde sakınıyor gözünü. Yani bu yaratık bir acayip Oğuz. Yakalamak, öldürmek, engellemek mümkün değil. Sana niye bir şey yapmıyor? Bak seni severim. Bu söylenmez ama ben olmasam seni çoktan tıkmışlardı içeri.”

Oğuz’un ağladığını görünce sustu. Biraz ayıp ettiğini düşündü. Beni öldürmüyor diye suçlu mu oluyorum abi, bari sen yapma, dese haklıydı. “Kusura bakma Oğuz’um. Kafamız çok karışık. Sen de kendini salma. Bir çaresini bulacağız elbet. Sen ne diyorsun? Bir şeyler yapabilir misin?”

Oğuz, geçen gece uyumaya çalışırken Tepegöz’ün odaya girdiğini, gelip üstünü örttüğünü, sevdiğini hatırladı. Konuşmuyorlardı ama anlaşabiliyorlardı. Bazen gözlerindeki -pardon, gözündeki- şefkat ışığını görebiliyordu Tepegöz’ün. Hatta içten içe onun iyi bir yaratık olduğunu, sadece -kendisi gibi- bazı sorunları olduğunu düşünüyordu. (Bir yandan da bu düşüncelerinden dolayı vicdan azabı duyuyordu.) Hatta o geceden sonra, işlediği cinayetlere bile bir bahane aramaya çalıştığını fark etti. Hızır’ın yanında Musa mısın oğlum sen, diye paraladı aynadaki yüzünü. Tepegöz’ü içten içe sevdiğini bilmekten, Tepegöz’den ve kendisinden ve diğer insanlardan nefret ediyordu.

“Oğlum niye ağlıyorsun, gel.” dedi komiser. Oğuz’un yanına gidip başını okşadı.

Oğuz, başını komiserin okşadığı yerden otobüsün camına dayadı. İçinde bir karar düğümü vardı, birazdan bağlanacak gibiydi. Hissediyordu. Bir can daha almadan, ne yapıp edip öldürecekti Tepegöz’ü. İzlediği bir filmde, köpeğini öldürmek zorunda kalan efsane bir adamın çektiği acıyı hatırladı. Tepegöz’le kendisini o şekilde hayal etti. Ama gözünü sevdiğimin Tepegöz’ü, kucağına alamayacağı kadar büyüktü. Biraz seslice güldü böyle düşününce. Yanında oturan kadın dönüp bi baktı. “Bir sonraki durak, kültür merkezi.” İndi otobüsten.

Hava kararana kadar orada burada sürttü. Tepegöz’ün gündüz vakti kızıl ve çapaklı bir şekil alan gözünü sevmiyordu. Hava karardığı zaman çoban yıldızı gibi parlayanını seviyordu. Öldürecekse, gözü öyleyken öldürmek istiyordu. Bir yerlerde çay içti. Kitap okumaya çalıştı, olmadı. Vakti geçirmek için epey uğraştı. Yavaş yavaş yürüyüp yarım saatte evde olsa hava karanlıktı işte. Yürüdü. Heyecanlı mıydı? Korkuyordu.

Eve girdiğinde Tepegöz’ü bulamadı. Bütün odaları gezdi. Oda kapılarını her açışında biraz daha öfkeleniyordu. Yatağına gitti. Kesin yine birini öldürecek bu, dedi. Bağırdığını fark etti. Ulan, dedi dişlerini sıkarak, şu sinirle elime geçse canına okurum şerefsizin. Çıkıp aramayı düşündü; boştu. Bulamazdı. Yatakta kıvrıldı. Üşüyordu, karnı açtı ama uğraşmak istemedi. Ayaklarını birbirine sürterek kitaplığını, hepsi ayrı birer dünya olan kitaplarını izlemeye başladı.

Gözlerini ovaladı. Uyuyakaldığını, daha yeni uyandığını kavramaya çalıştı. Geceydi. Geriye doğru düşündü. Garip bir rüya. Kitaplar. Tepegöz ve öfke. Uyumadan önceki öfkesini yeniden hissetmeye çalıştı. Yapay bir sinirden öteye geçemiyordu. Bir şeyler yemek için kalktı yerinden. Tam odasından çıktığı anda Tepegöz’le karşı karşıya geldi. Ağzı kan doluydu. Önceki ölümlerden kalan kurumuş kanların üzerine sıcak, taze kan damlıyordu. Halı ve fayanslar berbattı. Her şey berbattı. Tepegöz yutkundu. Suç işlemiş de pişman olmuşa benzeyen bir yutkunuştu bu. Oğuz bunu göremedi. Hızlıca mutfağa gidip eline çekmecedeki en büyük bıçağı aldı. (Hayallerinde hep, çekmeceyi açıp en büyük bıçağı hışımla almak ve birini öldürmek vardı. Hayali gerçek oluyordu fakat öfkeden, bunun da farkına varamadı.)Tepegöz’ün koca bedenini ittirdi duvara doğru. Tekmelemeye başladı. Yere yığılmış haldeki Tepegöz, elleriyle alnının ortasındaki gözünü kapatmaktan başka bir şey yapmadı. Sanki göz göre göre -tabii o sırada eliyle kapattığı için gözü görmüyordu ama- Oğuz’un kendisine vurmasına müsaade ediyordu.

Oğuz bunları yaparken bir yandan ağlıyor, bir yandan da ağzından tükürükler saçarak küfürler ediyordu. En son, Tepegöz’ün üzerine eğilip ellerini gözünün önünden çekti. Tam bıçağı savurduğu anda durdu. Tepegöz’ün tepkisizliğini, gözündeki pişmanlığı ve korkuyu, dostunun kendine yaptıklarına inanamaz gibi görünen halini görünce dayanamadı. Kısa bir haykırıştan sonra bıçağı duvarın köşesine fırlattı.

Yapamamıştı.

Tepegöz yerinden kalktı. Odasına doğru yürürken düşünceli görünüyordu.

Oğuz’un beyninde ve omuzlarında ağır bir örtü vardı. Anın verdiği karmakarışık hislerle odasına girdi. Bir yandan da az önce istese onu öldürebileceğini ve bunu yapmadığını, gelecek günlerdeki ölümleri haberleri bakışları komiseri yerdeki kanları vicdan azabı ve iç sıkıntısını üstünkörü düşündü. Yorulmuştu. Aklına fena bir şey geliyordu ama, korkusundan, hiç üzerinde bile durmadı. Yatar yatmaz uyuyuverdi.

....

Saatlerdir yatakta, sırtını duvara dayamış düşünüyor. Uyandığından beri düşünüyor. Cesaret topluyor, bahane üretiyor, savunma yapıyor. Ellerinin titrediğini fark edemiyor. Buz gibi olduğunu fark edemiyor Oğuz. Gece aklına gelen o fenalığı yapmak üzere kalkıyor yatağından. Dilinin bir köşesi mırıldanıyor: Adam kapıyı açtı, içeri girdi ve tabancasını çıkararak ateş etti.!

Tepegöz’ün odasına bakmadan lavaboya giriyor. Abdest. Odaya dönüp seccadeyi seriyor. İki rekat. Sonra dua. Allah’ım affet beni. Ağlıyor gene, zaten bir kere alıştı mı durmuyor gözyaşı. Seccadeyi özenle katlayıp kalkıyor. Çekmeceden uzun bıçağı alırken bu sefer her zaman hayal ettiği şeyin gerçek olduğunun farkında. Allah’tan korkan yanı vazgeçmeye çalışıyor bu işten. Korkuyu ve rızayı örten yanıyla odasına geçiyor. Acelece kesiyor bileklerini. Düz bir çizgiyle kesemediğine hayıflanıp yığılıveriyor yere.

Acaba Oğuz, Tepegöz’ün dün gece yaşanan olaydan hemen sonra, odasının duvarına çakılı çiviye gözünü defalarca saplayarak intihar ettiğini bilse dayanabilir miydi beynindeki ve omzundaki ağırlığa?