Ters Kuyu

Gökdelenin tepesinde bütün bu ihtimallerden bahsetmeye gerek görmedim.
Gökdelenin tepesinde bütün bu ihtimallerden bahsetmeye gerek görmedim.

Şahmeran bana baktı ve “Göğe yükselen bir kuyudur burası,” dedi gülümseyerek. “Fazla zamanım kalmadığı için seni çağırdım,” diye devam etti sonra. Zihnimdeki soru bombardımanını susturdum. Açılmayan pencerelerden dışarı baktım.

Kendime geldiğimde bir gökdelenin en üst katındaydım. Uzaklardan Karadeniz üzerinden üçüncü havalimanına inmeye hazırlanan uçakların sıra beklerken gökyüzünde attığı turları görünüyordu. Marmara Denizi ve Boğaz da görünüyordu bu kattan. Ancak gökdelenden gerçekten buralar görülüyor muydu yoksa yüksek çözünürlüklü ekranlardan bize bu görüntüler mi yansıtılıyordu emin değildim. İstanbul’da gökdelenlerin pencerelerinden Hürriyet Heykeli’nin, Çin Seddi’nin, Mısır’daki piramitlerinin görüldüğüne şahit olmuştum zaten. Şahmeran bana baktı ve “Göğe yükselen bir kuyudur burası,” dedi gülümseyerek. “Fazla zamanım kalmadığı için seni çağırdım,” diye devam etti sonra. Zihnimdeki soru bombardımanını susturdum. Açılmayan pencerelerden dışarı baktım. Buraya nasıl getirildiğim ve ne kadar zamandır binada tutulduğum hakkında bir fikrim yoktu. Pencerelerden bana sunulanlarla ilgili de derin şüphelerim vardı. Belki de tersine inşa edilmiş bir gökdelendeydim.

“Yıllar önce rüyana girmiştim. O zamandan beri seni takip ediyorum. Senden bazı isteklerim olacak,” dedi. Önümdeki kâğıda kargacık burgacık harflerle “Madem beni takip ediyorsun. O halde kendime bile bir hayrım olmadığını biliyorsun,” yazarak cevap niyetine gösterdim ve asıl rengini göremediğim gökyüzüne bakmaya devam ettim. Hatırlıyordum. Sıkıcı bir Türk filmi seyretmiştim o gün. Rüyayı da filme bağladığım için tabir etmeye ihtiyaç duymamıştım. Adı elbette Yusuf olan bir çocuk dedesinden gizlice aldığı hazine haritasıyla İstanbul’un dehlizlerine, sarnıçlarına giriyordu.

Türkan Şoray’ı seyirciden şahmeran olduğun inanmamızı beklediği o tuhaf kostümüyle ve saçma sapan dekorla görmek beni rahatsız etmişti. Filmden sonra yediğim on iki ıslak hamburgerin hazım süreci de rüyayı tetiklemiş olabilirdi üstelik. Ancak gökdelenin tepesinde bütün bu ihtimallerden bahsetmeye gerek görmedim. O ise susmamakta kararlıydı besbelli. “Suskunluğunla tezat içinde bir zihin dünyan olması seni rahatsız etmiyor mu? Kurup da dillendirmediğin cümleler sana ağırlık yapmıyor mu?” diye sordu. Cevapsız kalacağını zaten biliyordu ve onu hayal kırıklığına uğratmaya niyetim yoktu.

Oturduğum koltuğun yanındaki cebi karıştırırken bir uzaktan kumandaya rastladım. Çıkarttım ve düğmelerine rastgele basmaya başladım.

Aniden pencereden 15 Aralık 2016’nın bir şehri görünmeye başladı.

Şehir harabeydi. Yıkıntıların arasında her nasılsa kalmış bir yolda ise uzun bir konvoy vardı. Otobüsler, ambulanslar ve başka araçlar art arda dizilmişler ve bir kilometreye yaklaşan bir konvoy oluşturmuşlardı. Kamera gökte süzülürken konvoyun üzerinde ilerliyordu. Ambulanslara yaralılar bindiriliyordu. Hemen hepsi yeşil olan otobüsler de ambulansların hemen arkasındaydı. Konvoy ve civarındaki kalabalık haricinde şehirde hiçbir hayat belirtisi göze çarpmıyordu. Az ya da çok yıkılmış ve tamamen terk edilmiş binalar vardı onun dışında. Minareleri kısmen ayakta kalmış camiler de benzer bir durumdaydı.

Çatılar tamamen kaybolsa da her nasılsa kalmış kimi uydu antenleri ve su depoları göze çarpıyordu. Binaların üst katları yıkılmış kolonları göğe yönelmiş parmaklara benziyordu. Bir zamanlar şehre bakan pencerelerin bulunduğu boşluklar ise şimdi mil çekilmiş birer gözdü. Bazı binalar ise üzerlerinde yer aldıkları arsalarla hemhal olmuş birer küçük yığına dönüşmüşlerdi. Kimi yerlerde ise büyük çukurlar vardı sadece. İki dakika bir saniye süren bu videodan sonra bütün pencereler simsiyah oldu. Köprü, havalimanı, uçaklar… Her şey silindi. Mavi ekranlarda birer error 404 yazısı belirdi sadece.

Şahmeran ile tekrar göz göze geldim.

O zaman anladım onun aczini.

Yılanların şahı yüzyıllar önce bir zehir, bir şifa, bir de hikmet bırakarak dünyayı terk etmişti. Benimle konuşan ise onun cama boyanmış bir resmiydi. Ancak bir camaltı resmi olduğundan habersizmiş gibi konuşuyordu. Etrafında hiç yılan kalmamış, meransız bir şah resmiydi o.

Susmaya devam ettim.