Unutulabilir ama hatırlanabilir

Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak durumunu yaşamadan geminin dümeni sağlam bir rotaya kırılabilir.
Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak durumunu yaşamadan geminin dümeni sağlam bir rotaya kırılabilir.

Kurmaca metin yazarının epistemolojik dayanağı öncelikle içinde yaşadığı toplum ve bunun sosyal, siyasal ve kültürel hayatı.

  • "Fikirler koleksiyonumuzda, özel bir izlenime karşılık olabilecek bir fikir yoktur."
  • M. Proust

Toplumsal hafıza nasıl gösterilebilir ya da anlatılabilir? Hangi araçlar kullanılarak örneklem düzlemi kurulabilir? Çok fazla araca sahip olan biri gerçekten anlatmak istediğini ortaya koyabilmek için sınırlandırmayı nasıl yapabilir? Peki öyküde bu minvalde kahramanlar nasıl seçilebilir ve konuşturulabilir? Ve dahası, dahası. Bu sorular çerçevesinde o kadar çok düşünce ve problem kaynakları da doğuyor ki. Bunun gibi ve başka hususları unutmadan, toplumsal hafızanın temel enstrümanlarıyla kahraman(lar)ın hayatının anlam dünyası düşünülmeye çalışılsa ne olur? Evet, bu yazı önceki cümle üzerine yazılı düşünme, yani şöyle olmuş diyerek kesin bir yargı belirtmekten ziyade, böyle düşünülmüş olması da muhtemel demenin yeri. Kurmaca metin yazarının epistemolojik dayanağı öncelikle içinde yaşadığı toplum ve bunun sosyal, siyasal ve kültürel hayatı. Haliyle karakterler sosyal, siyasal ve kültürel hayatın öğelerini taşıyan, yaşanılacak ve yaşanan tecrübelerin sahibi olarak ortaya çıkıyor.

Somut olan soyut bir şekilde ya da tam tersi görünümle okuyucuya sunuluyor; davranışların ya da duyguların sergilenmesi gibi. Davranışlar ya da duygular çoğu zaman gerekçelerle açıklanıyorlar. Ama bu açıklamaların davranış ve duygunun nedenleri olduğu düşünülmemeli. Eğer nedenleri olduğu düşünülürse, duygu ve anlamın anlaşılmasından ziyade, onların ortadan kalkmasına neden olunabilir. Peki bunların düşüncesiyle ilgilenildiğinde, kahramanın hayatının neresinde olduğunu hissedersin? Düşünceyi ifade etmenin en muhteşem yolu olan dilde, dilin doğasında. Mümkün, değil mi? Kahramanın dilini düşünsel/felsefî boyutta görmeye çalışırken, aslında neyin dünyaya ait olduğuna bakılıyor, gibi. "Neyin gerçeklik alanına dahil olduğu konusundaki fikrimiz, bize kullandığımız dil içinde verilmektedir."1 diyor Winch. Durum bu cümleye benzetilebilir sanki. Dil görünen dünyanın içinde kendini gösterdiğine göre kahramanın çevresiyle kurduğu ilişkiler, gerçek hayat ve yaşanılanlar hakkında fikirler sunabilir.

"Evime geldim. Artık beni hep şöyle lüzumsuz hislerle sarsan bu ata, bu azgın mahluka binmeyeceğim. Bir motosiklet alacağım. Fakat bu mümkün mü? Bana maziler, vahşetler, lezzet-i harb ü vega yerine, ihtimal ki müstakbel-i na-mahdudu, dirijabları tahayyül ettirecek olan bu makine, bu zavallı masnu, acaba burada yürümek için kaç kilometre yol bulabilecek?"2 Evet, bir alıntıyla kahramanın kullandığı dil ile dünyası hakkındaki fikirlerini görüyorsun. At ve motosiklet üzerine teknik karşılaştırma yaparak konuşturulan kahraman, aslında Doğu-Batı karşıtlığını besleme ya da bunu aşma denemesi içinde olduğunu gösteriyor. Seyfettin'in kahramanının içinde bulunduğu durum; içine doğduğu geleneğin, kültürün bir başkasıyla karşılaşması sonrasında yaşadığı arada kalmışlık hali. Kahraman atın mı, motosikletin mi daha iyi olduğunu tartışmaktan ziyade, hangisinin işini kolaylaştırdığını, yani fonksiyonelliğinin daha fazla olduğunu sorguluyor. "Teknik ilerleme mi, değişme mi?" sorusu da haliyle gündeme gelebilir tabii.

Peki kahramanın kullandığı canlı ya da nesne artık hangisi ise onda değişikliğe gitmek istemesinin nedeni ne olabilir? Winch, insanlık tarihinin sadece değişen alışkanlıkların ve davranışların değil, aynı zamanda bunların yeni durumlara nasıl aktarıldığını gösteren bir şey olduğunu söylüyor.3 Bir şeyi anlamak biraz da o şeye ters yönden bakmakla mümkün düşüncesi gereği, içine doğduğun geleneği anlamak, biraz da onu dışarıdan bir sistem içinde okumakla mümkün sanki. Ama bu gibi durumlarda dikkat edilmesi gereken hassas nokta/lar unutulmadan. "Eski zamanda, sizin zamanınızda bugünden fazla ne vardı, nineciğim?" ...

"Her şey bizim için zevk ve eğlence idi, her şey! Çocukluk, mektebe başlayış, feraceye giriş, kocaya varış, doğuruş, hatta ihtiyarlayış bile... Bunların hep ayinleri vardı. Her kadının bu devirleri diğer birçok kadınlar için bir zevk, bir eğlence vesilesi olurdu. Bütün hayatımız eğlence içinde geçerdi. Bir hafta olmazdı ki bir mektebe başlama, bir sünnet, bir düğün, bir loğusa cemiyeti görmeyelim. Esvaplarımız, kınalarımız bile eğlenceye vesile olurdu. Manilerimiz, şarkılarımız vardı."4

Seyfettin'den yapılan bu alıntı gereği, elindeki maddi ve manevi gelenekten vazgeçmeyip, belki sistem içindeki aksaklıkları giderebilecek fiillerin kurallarının iyi belirlenmesi sağlanabilir. Çünkü değişim bir yerden sonra eski nüansların aranmasına neden oluyor sanki. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak durumunu yaşamadan geminin dümeni sağlam bir rotaya kırılabilir. Yoksa birikimsel olarak sonraki kuşaklara aktarılan kültür umdeleri yok sayılırsa, kahramanın zihinsel bunalımına sebep olunabilir. Haliyle bu bunalım, trajik karakter ile karşılaşmasına neden olabilir. Karakter, insanın zor durumunu yansıttığı kadar yaşanılan kaderin gerçekleştirilmesinin de kahramanıdır. Kahraman bazen yaşamaya devam eder, bazen başından geçen bir deneyimin sebep olduğu kaybetme durumuyla görünür olur. Şu cümle önemli: "Kayıp, başlangıçta, karakter veya kahramanda değil fakat olayın kendisindedir."5

Seyfettin'in öykülerine bakıldığında kayıp söz konusu (en azından buradaki öykü alıntıları bu bağlamda okunabilir). Duygu ve düşüncelerle dile getirilen kayıp duygusunun neliğine bakıldığında, kahramanlarını fizikî ve manevî hayatlarından uzaklaştırdığı, hatta yaşanmışlıklarını unutturmaya çalıştığı anlatılarla karşılaşılabiliyor. Yeni bir şeyle karşılaşan kahraman fiillerinde de değişikliğe gitmek zorunda kalıyor, kimi zaman. Bu durum haliyle kendisinde bir bocalamaya neden olabiliyor. Arada kalmışlık hissi ile mücadele edemeyen kahraman, bazen hayatının ne olduğunu açıklayamayacağı durumlara sürüklenebiliyor. Ya da tam tersi; karşılaştığı görüntülerin ardındaki asıl durumu, olayı görerek onun ayrıksı yanını sunabiliyor. Ortaya koyulmuş olan bu farklı taraflar, kahramanın karşılaşmış olduğu şeyin (gelenek, kültür vs.) bir nevi toplumbilimsel yorumu olarak kabul edilebilir, gibi. Bu yorum anlam-lı ya da anlam-sız olabilir, bu iki halden biri kahramanı etkileyerek, onun davranışlarını veya konuşmalarını geçer-li ya da geçer-siz kılabilir.

"Her şey yalan, her şey sahte, her şey taklit oldu. Ananelerimiz öldü. Saadet uzak bir hayale, yetişilmez bir hülyaya inkılap etti... Adetlerimizle beraber sevinçlerimiz de söndü. İmdi şaşkın ve mustarip bir nesil... Her şeyden nefret eden, her şeyi fena gören, her şeyi karanlık gören, berbat, hasta, tedavisi imkan haricinde bir nesil... Ah şimdiki mariz ve müteverrim muhit..."6 Bu alıntıda Seyfettin'in konuşturduğu kahramanın, gelenek ve yenilik arasında kalan fiziksel ve düşünsel dünyası arasındaki çekişmenin sonucu okunabiliyor. Seyfettin'in trajik kahramanı, kurgusal dünyanın bir boyutunda çeşitli deneyimlerden geçiyor. Karşılaştığı ise kimine göre yeni hayat kimine göre de ölüm; belki de kimlik ve bilinç bunalımı. Kahraman bu durumdan sadece ölerek mi kurtulur? Kolay bir kaçış. Bunun yerine kahraman asıl dünyasına ne zaman körleştiğini keşfedip, toplumsal, siyasi, kültürel vs. gerçekliğini sahte yanlarından ayırabilir.

Arındıracağı şey yine iki şey arasındaki gerilim; siz ve biz ya da siyah ve kara, gibi. farklı düaliteler de sıralanabilir tabii. Kahramana bu yolculuğunda en çok yardım edecek şey düşünceleri yanında tabii ki de kullandığı dil. Dili sadece kullanmak yetmiyor. Dilin aracı olan kelimeleri uygun bir şekilde yan yana getirebilmek önemli. Kelimenin teorikteki anlamını pratik düzlemde yerli yerine oturtabilmek mühim. Sözcüklere anlamını veren pratiktir, diyor Wittgenstein. Sözcükler kendilerine verilen anlama sahip yani. Bu, kahramanın anlattığı şeyin kişide uyandırdığı etki ile anlamın paralel olması gibi düşünülebilir. Böylece anlamın net ve belirgin olması gerektiği vurgulanmış oluyor. Bir şeyin anlaşılmasını zorlaştıran nokta ise bir şeyin anlamı ile insanların o şeyi algıladıkları gönderim arasında paralellik olmaması ya da karmaşadır. Arada kalmışlık hali; anlaşılması kolay olan bir şeyin zor anlaşılmasına ya da anlaşılması zor olan şeyin kolay anlaşılmasına neden olabilir.

İkinci kısım daha çekici, değil mi? Kahramanın aslında görünen bir şeyi anlamak istediği düşünülürse, anlaşılabilecek olan şeyin de bir sınırı olması gerektiği düşünülebilir. Çünkü düşüncenin tasavvur edildiği dünya içinde çerçevesi çizilebiliyor. Ama anlamı belirsiz olan şeyin bir sınırı yok. Özetle Wittgenstein'in dediği gibi "belirsiz bir sınır gerçekten bir sınır değil."7 "Anladım ki yine bir buhran geçiriyorsun. Büyük adamlara, muhterem üstatlara karşı savurduğun o küfürler ne? O ne şahsiyet? O ne sefil dedikodular?... Ben sana her vakit ‘Fertlere ehemmiyet verme!' demez miyim? Fertler uğraşmaya değmez. Fertler bir denizin dalgaları gibidir. Asıl olan denizdir; yani cemiyet... Dalgalar, yani fertler gelip geçici, muvakkat şekillerdir. Biraz felsefî fikri olan, dalgaların bazen büyük olmasına, bazen taşkın olmasına hiç ehemmiyet verir mi?"8 Seyfettin'den yapılan bu alıntıda, kahramanının ifade ettiklerine bir sınır çizilerek anlatılmak istenen üzerine niyet okuması yapılabilir, anlam-lı ve anlam-sız noktaları üzerinde durulabilir.

Kurmaca metin içinde geçmesi hasebiyle öznel fikirleri beyan ediyor olması, anlam için arkeolojik kazı yapmaya engel değil. Anlamın olabilmesi için ille de geçerli bir ölçütün zorunluluğu var mı yok mu, tartışılabilir. Wittgenstein konu hakkında diyor ki: "Bir şeyi bilip bilmediğim, kanıtların beni desteklemesine ya da benimle çelişmesine bağlıdır."9 Wittgenstein'in anlam felsefesini oluşturan ve anlamlı bir şekilde dille ifade edilebilenin dışında yer alan "anlam kuralları" vardır. Bu anlam kuralları kendisinde "mistik olan"a tekabül etmektedir. Wittgenstein, dil üzerine düşünmenin, dil kurallarının anlamlı olması şartlarını getirdiğini ifade etmektedir. Bu filozofun "mistik olan" dediği şeyi içeren bir noktadır. "Mistik olan, kendini açıkça ortaya koyar" denildiğinde o, dil üzerine düşünmenin, bu kuralların dilin anlamlı olmasının şartlarını görünür hale getiriyor, gibi. İkinci olarak: "Mistik olan" şey, metafizik, teoloji, ahlak gibi şeylerdir.10 Mistik olan bir bütünlük havası oluşturmasına rağmen, zorunlu birlikteliği kastetmiyor.

Mistik olan "dile getirmemek ya da meşru bir şekilde dile getirmemek şartıyla bütünlük hissi"11 sağlıyor. Wittgenstein'in anlam üzerine kurduğu bu sistem, filozofun dil üzerinden oynadığı oyun. Dil oyununda bazı dini ya da teleolojik ifadelerin bilişsel içerikleri var. Dil oyunları cümle ve sözlerin yer aldığı kelime ve cümlelerin farklı kullanımlarını belirtiyor. Bu yöndeki örnekler, bir nesneyi tanımlamak, bir olayı anlamak, bir hipotezi oluşturmak ve bunun sağlamasını yapmak, fıkralar anlatmak, bir hikaye uydurmak, bir tiyatro oyunu oynamak gibi eylemleri kapsıyor.12 Herhangi birindeki dil oyununun ifadesi ya da cümlenin anlamı, başka bir dil oyunundaki ifade ya da cümleden farklı bir anlama geliyor. "Eski insanların içtimai muhitleri mahduttu. Aile, kabile, aşiret, nihayet kavim... Zihinlerinin hacmi de içtimai muhitlerinin sahası derecesinde idi. Yani dardı. Bu dar zihinlerde, ufku genişlememiş dimağlarda, zaruri olarak, faziletler de dardı. Hatta din, uluhiyet, mukaddes bile pek mahduttu.

Medeniyetler dimağların ufuklarını büyütmüştü. Fert, mensup olduğu cemiyetin, hatta bütün insaniyetin şuuruyla hissetmeğe, düşünmeğe başlamıştı. Artık faziletler de zihinlerin hacmine uymuş, inanılmaz derecelerde büyümüştü."13 Bu alıntı üzerinde dil okuması, yani dil üzerinden anlam okuması yapılırsa çeşitli manalara ulaşılabilir. Söylem çeşitlerinin işlevi, olgusal ve doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir iddiaları ifade etmek şeklinde düşünülebilir. Bu ifadeler kurgusal metinlerde haliyle kahraman üzerinden sunuluyor. Seyfettin'in kahramanları genel itibariyle bireysel karaktere ve trajik hikayelere sahip. Karakterleri, gerçek hayattaki yaşamların basit kimi zaman da karmaşık portreleri olarak yolculuğa çıkıyor. Seyfettin'in karakterleri, anlatıcısının kurguladığı biçimsel çerçevesi belli bireysel kaderleri yaşıyorlar. Bu kahramanların yaşadığı siyasi ve toplumsal hayatın getirdiği karmaşık ilişkiler, içinde olduğu topluma olan yabancılaşma, eğer varsa bu yabancılaşmanın getirileri ya da götürülerinin okunmasına müsaade ediyor, gibi. Söz konusu olabilecek yabancılaşma kahramanın sadece davranışsal değil, kültürel, dini, dilsel vs. gibi tecrübesel özelliklerini etkileyebilir. Karakterlerin içine düştükleri yabancılaşma hissi, maddi ve manevi dünyası arasında organik ilişki kuramamasından kaynaklı.

Özellikle birey merkezli yaşamın vermiş olduğu, kolektif merkezli yaşamdan uzaklaşmak, toplumsal ilişkilerin daha pragmatik bir yöne çekilmesine, karşılıklı ilişkilerden kâr gütme amacının doğmasına neden oluyor, sanki. Tabii ki de yazar bunların hiçbirini bu şekilde düşünmüş olmayabilir. Sonuç olarak yazı içinde gösterilmek istenen nesnel bir veriden ziyade, çeşitli kulvarlardaki fikirlerin, kurgusal ya da düşünsel bağlamda ele alınıp alınamama durumunu görmeye çalışmak. "Bir şeyi anlamak mı istiyorsunuz? Ona uzaktan bakın. Ne kadar mı uzaktan? Kleopatra'nın burnunu göremeyeceği kadar uzaktan" der Ortega y Gasset. İşte Ömer Seyfettin'e de kendisinden epey uzaktan, birikmiş olgu ve olaylar üzerinden bakmaya çalışmak, onu ve düşüncelerini unutmayıp hatırlamak, hatta başka formlar içinde düşünmeye çalışmak, bazı şeyleri farklı kulvarlara çekmiş olsa da bir şeyleri anlam-lı (anlam-sız da olabilir tabii) kılabilir.

  • 1 Winch, Sosyal Bilim Düşüncesi ve Felsefesi, s. 47.
  • 2 Seyfettin, "At", s. 120.
  • 3 Winch, Sosyal Bilim Düşüncesi ve Felsefesi, s. 98.
  • 4 Seyfettin, "Bahar ve Kelebekler", s. 166.
  • 5 Orr, Trajik Gerçekçilik ve Modern Toplum, s. 44.
  • 6 Seyfettin, "Bahar ve Kelebekler", s. 165-166.
  • 7 Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar, s. 70.
  • 8 Seyfettin, "Sivrisinek", s. 454.
  • 9 Wittgenstein, Kesinlik Üstüne + Kültür ve Değer, s. 77.
  • 10 Hudson, Wittgenstein'in Din Felsefesi, s. 36.
  • 11 Gellner, Dil ve Yalnızlık, s. 111.
  • 12 Kimble, "Din Dilinin Doğası Üzerine Wittgenstein'a Yeniden Bakış", s. 172.
  • 13 Seyfettin, "Kaç Yerinden?", s. 516.
  • Kaynakça: Donald Hudson, Wittgenstein'in Din Felsefesi, Çev.: Ramazan Ertürk, Ankara: A Yay., 2000. Ernest Gellner, Dil ve Yalnızlık: Wittgenstein, Malinowski ve Habsburg İkilemi, Çev.: G. Aysu Oğuz, İstanbul: Kabalcı Yay., 2013. John Orr, Trajik Gerçekçilik ve Modern Toplum, Çev.: Abdullah Şevki, Ankara: Hece Yay., 2005. Kevin Kimble, "Din Dilinin Doğası Üzerine Wittgenstein'a Yeniden Bakış", Çev.: Halil İbrahim Doğramacı, On Dokuz Mayıs Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 41, 2016. Ludwig Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar, Çev.: Deniz Kanıt, İstanbul : Küyerel Yay., 2000. Ludwig Wittgenstein, Kesinlik Üstüne + Kültür ve Değer, Çev.: Doğan Şahiner, İstanbul: Metis Yay., 2009. Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri, Der.: Nâzım Hikmet Polat, YKY, 3. Bas., 2019. Peter Winch, Sosyal Bilim Düşüncesi ve Felsefesi, Çev.: Ömer Demir, Mehmet Murat Şahin, Vadi Yay., 3. Bas., 2020.