Ve çocuğun uyanışı böyle başladı

Zarif şairin şiiri için şöyle derim; Zarifoğlu şiiri bizim anlam ile bağ kurmamıza vesile olur.
Zarif şairin şiiri için şöyle derim; Zarifoğlu şiiri bizim anlam ile bağ kurmamıza vesile olur.

Zarifoğlu okumaya üniversitede öğrenciyken başladım. Bir iktisat dersinde ne alakaysa ön sıralardan birine oturmuştum, önümde Yaşamak duruyordu, sonraları hayatımda çok önemli bir yer teşkil edecek ağabeyim Feridun Yılmaz, önümde durup kitaba bakmıştı ve bu kitabı okuyup da Cahit Zarifoğlu’nu sevmeyecek insan yoktur, gibi bir cümle kurmuştu.

Seziyorum oğlum sen, der Zarifoğlu. İnce ve zarif bir adamsın.

Hayret etmeyenlere hayret ederim. İnce ve zarif bir adam olmak meselesi kalbi ağrıtır. Seziyorum oğlum sen, der Zarifoğlu. İnce ve zarif bir adamsın. Bana diyor değildir elbet. Muhtemelen kendisine diyordur. Onun diliyle ben de kendime derim. Zira şiir ihtiyacı olanındır derler. Ama hayret etmeyenlere hayret ederim. Bunu yineleyelim. Bazı insanlar çok güçlüdür. Misal kaya gibidir. Bazı insanlar ise yaprağa benzer. Güç nedir, nasıl bir şeydir, incelik zayıflık mıdır, derdim bunlar değil elbet ama yine de hayret etmek söz konusu ise içimden atamam; birileri güçlü görünmek isteyecek kadar zayıftır, bu bir, etkilendiğini hissettirmemeye çalışacak kadar zayıftır diyeyim ya da; ve belki de daha vahimi, etkilenmeyecek kadar, hayret etmeyecek kadar katıdır bu da iki. Kaya gibi yani. İki durumdan hangisi daha beter, bunun şimdilik çok önemi yok.

Tartışabilsem onlarla mesela, desem ki niye şaşırmadın, korkmadın, heyecanlanmadın, gülmedin, niye? Sonra desem ki; Yeşilköyde, uzaktan uçaklara bakan, her uçak belli bir hıza ulaştıktan sonra, burnu havaya kalktıktan sonra, bir süre de öyle gittikten sonra, hatta belki bir saniye sonra, tamamen havalanan, ve hızla yükselen, ve hızla yükselen o anki uçağa, o ana bakan ve tam o yükselme halindeki uçağa yine ve yine “İşte yine...” diye hayret ve hayranlıkla bakan Zarifoğlu’ndan daha mı aşkınsın, enginsin, bilgesin, insansın, dehasın, daha mı?

Nesin de, o her seferinde aynı heyacanı hisseden şaire yaklaşamıyor bile ruhun. Ama yine o şairin dediği gibi;

Onlara aşktan bahsetmek bize bile anlamsız gelir.

Zarifoğlu okumaya üniversitede öğrenciyken başladım. Bir iktisat dersinde ne alakaysa ön sıralardan birine oturmuştum, önümde Yaşamak duruyordu, sonraları hayatımda çok önemli bir yer teşkil edecek ağabeyim (o zaman, dersin hocasıydı) Feridun Yılmaz, önümde durup kitaba bakmıştı ve bu kitabı okuyup da Cahit Zarifoğlu’nu sevmeyecek insan yoktur, gibi bir cümle kurmuştu. Ben sevilmişim gibi sevinmiştim, sevilecek olanı sevdiğimin fark edilmesi nedeniyle. Zira Feridun Yılmaz, tuhaf bir adamdı. Tuhaf adamların kıymetli olduğuna dair içimde nereden geldiğini bilmediğim kıymetli bir inanç vardı. Önce şunu söyleyeyim, insan olan bir şeyler yaşar ve derin bir hissiyat sayesinde o yaşadığını daha iyi kavrar. Sonra bir şiirde görür ki, bu kendine özel zannettiği his bile hissedilmiş.

Zarifoğlu şiirlerine sonradan hayatımda yine çok önemli bir yere sahip olacak “yaşamak”tan önce girdim.
Zarifoğlu şiirlerine sonradan hayatımda yine çok önemli bir yere sahip olacak “yaşamak”tan önce girdim.

Zarifoğlu şiirlerine sonradan hayatımda yine çok önemli bir yere sahip olacak “yaşamak”tan önce girdim. Biraz paldır küldür girdim. Biraz el yordamıyla yürüdüm. Ve Çocuğun Uyanışı Böyle Başladı o girişteki belki de ilk eşikti. Bu şiiri kendime uyarladım desem kendime çok önem atfetmiş olacağım muhtemelen, ama yazarken utanmıyor insan böyle şeyleri söylemekten, aynen öyle oldu, ve uyanışım böyle başladı. Aslında henüz uyanışım değil de, uyanış diye bir şeyin varlığını keşif böyle başladı diyeyim. Ama uyanış diye bir şeyin varlığını keşif de uyanışa dahildir muhtemelen. Zarifoğlu şiiri ile aramda bir bağ oluştu, şiirlerini çok uzun süre hep yanımda taşıdım. Kafamın içi, çıkacağı anı kollayan ve ansızın dilimden dökülen mısralarla doldu. Hayır şimdi buraya yazmayacağım. Kopyalayıp yapıştırmışım gibi görünebilir. Gerçi, ardından da hayır, ezberden yazdım diye yazabilirim ama “Onlara aşktan bahsetmek bize bile anlamsız gelir”se nasıl yazayım ki bunu. Dahası neden yazayım?

Bu arada itiraf etmem gereken ilk şey belki de şiirden anlamadığımdır. Bu gerçeği, şiir okuduğumda anlamayışımdan değil, şiir eleştirisi okuduğumda anlamayışımdan biliyorum. Bu arada şiir okuyunca o şiiri anlıyorum demek istiyor değilim. Öte yandan bana şiir çok da anlanamazmış gibi geliyor. Okuyunca duygulanırsın filan gibi cıvık bir şey söylemeye çalışmıyorum. Misal zorlarsam Zarif şairin şiiri için şöyle derim; Zarifoğlu şiiri bizim anlam ile bağ kurmamıza vesile olur. Ama bu cümle çok yukarıdan bir cümle ve anlam dediğimiz o bir şeyin ne olduğunu bilmesek bile bir duvar yazısı kabilinden kurabileceğimiz bir cümle. Daha aşağıdan kurmam gerekirse bu cümleyi şöyle kurardım misal; Zarifoğlu şiiri bizi dağıtır. Ne dağılır? Bütün dağılır. Biz bütün müyüz? Kütle halinde. Tek, kaba bir parça. Kaya mesela. Devam; Seni parçalara ayırır şiir, de bunu neden yapar? Bu insana lütuf belki, yanlış birleşmiş senin parçaların, bütün haldesin ama bu bütün olması gereken bütün değil, yanlış bir bütün. Zarifoğlu dağıtır bu bütünü. Ama sonrasını yapmaz. Sen dağılmış parçalarını etraftan toplayıp, onları düzgün bir biçimde tekrar birleştirmelisin. Bir dahaki şiire kadar. Belki ölmeden önce yeterince okursan, doğru bütünü tamamlamayı başarırsın. Böyle diyeyim.

“Öldüğünde geriye yalnızca kelimeler bırakmak isteyen, ince ve zarif bir adam”
“Öldüğünde geriye yalnızca kelimeler bırakmak isteyen, ince ve zarif bir adam”

Zarifoğlu ile bir çocuk olarak uyanışımın böyle başlamasıyla alakalı bir de anım var aslında. Beyazıt otobüs durağından, cebinde beş kuruş parası olmayan ve o an için bu hali nedeniyle kendinden nefret eden, kendisinden o an için nefret etmesi hasebiyle de kendisine bir ceza kesmek istediğinden cebinde beş kuruşu olduğunu arkadaşlarına söylemeden onları gönderip, yani onlardan ayrılıp, Zeytinburnu’na doğru yürümeyi planlarken, yılın soğuğa giriş günleri olduğundan, geçen kıştan beri ilk kez giydiği pardesünün iç cebinde bulduğu bir otobüs bileti sayesinde son 93-C’ye binen ben, Zarifoğlu’nun buna benzer bir anısını birkaç yıl sonra Yaşamak’ta okuyacağımdan, kendimi çok zarif hissedip, daha da yıllar sonra Düş Kesiği romanında karakteri anlatır gibi yapıp aslında kendimi kastederek “Öldüğünde geriye yalnızca kelimeler bırakmak isteyen, ince ve zarif bir adam” demişsem, beni bu yazıyı şunu diyerek sonlandırmaktan ne alıkoyabilir ki; İnsan en büyük hayal kırıklığını; çektiği o sonsuz acının aslında tüm insanlar tarafından bir zamanlar bir şekilde çekilmiş veya hali hazırda çekiliyor olduğunu fark ettiği an yaşar. Nitekim o an çektiği sonsuz acı nedeniyle kendi içinde farklılaşarak çıktığı kürsüden paldır küldür aşağıya yuvarlanmıştır. Ama işte uyanış da tam orada başlar.