Yazar kimin için yazar peki?

Tomris Uyar
Tomris Uyar

Kalitesiz ya da çok iyi olmayan yazarlar öykü kişilerini öldürmeyi seçer, iyi bir yazar ise öldürücü bir tanrı değildir.

1- TOMRİS UYAR

"Önce kendisi için yazar ama, eğer başkası için yazmıyorsa onu yayımlamazdı. Fakat yalnızca yayımlamak için yazmak, kendisinin bile kendisi üstüne yeterince düşünmemesi haline geliyorsa, o da madalyonun en ters tarafı oluyor. İktidar duygusuna gelince... İktidar duygusu kime karşı kullanılacak onu bilmiyorum. Okura karşı bir paylaşım duygusudur, ona karşı bütün olmuyorsunuz yazmakla. Hatta bazen, bazı okurlar sizden üstün olduğunu da gösterebiliyorlar, sordukları sorularla ya da meraklarıyla. Yazarlığın, yapısı gereği komik bir iktidarı vardır. Tanrıcılık oynamaktır yazı yazmak, bir bakıma. Kendinize göre bir dünya yaratmak, kullarını da kendiniz seçtiğinize göre istediğiniz gibi yönlendirebilir, istediğiniz gibi son verebilirsiniz. O yüzden eğlenceli bir iktidar, ama çok eğlenceli ve çok özel... Edebiyat bir oyun zaten. Bu oyunun en güzel yanlarından biri de yazara bu iktidar hakkını tanıması. Kalitesiz ya da çok iyi olmayan yazarlar öykü kişilerini öldürmeyi seçer, iyi bir yazar ise öldürücü bir tanrı değildir."

  • Kaynak: Kitapla Direniş & Yazılar / Söyleşiler / Soruştumalar, s.455

2- TARIK TUFAN:

"Neden? İnsanın duygularına, eylemlerine, hayatının her anına dair sorabileceğimiz en yalın ve en zor soru bu sanırım: Neden? Özünde bu kadar zorluk barındırırken, bu kısa ve sarsıcı soru cümlesini yazarın önüne koyduğunuzda, zaten kendi var oluşunu yüzleşmeler, çatışmalar, düşüşler ve kayboluşlar üzerinden bir dengeye oturtma çabasında olan yazarı karanlık bir boşluğa itmişsiniz demektir. Neden? Belki de en zoru, içinizde var olabilmek için saldırıya geçmiş kelimelere bir neden bulabilmek. Burada fail kim, belirsiz. Yazarın acizliği tam da burada başlıyor: Nedeninin henüz farkında değil. Kendi varoluşunu koruyabilme telaşı onu yazmaya itiyor ama bu sebep-sonuç ilişkisi kurulabilecek kadar sahih ve sarih bir eylem değil. Kendisi için yazıyor, birileri okusun -duysun- diye yazıyor ve bunlar düzensiz bir karmaşanın içinde sırayla öne çıkıyor. Ortada bir tahakküm var. Çünkü bir şeyleri yazmak, kaydetmek, insanları şahit tutmak, karşılıklı duygulanımın kapısını açmak gizli bir tahakküm barındırıyor. Peki yazar bu tahakkümün müsebbibi mi, kurbanı mı? İşte orası belirsiz. Söz konusu yazmak olduğunda insanın eylemlerinin ardındaki kelimeler ve duygular müphem hâle dönüşüyor. Başka bir soru durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirebilir: Mevcut gerçeklik yazarın neyine yetmedi de kurmaca bir gerçekliğin peşine düştü? Bu belki yazarın kendisi için varlık alanı kurma telaşı. Belli ki dışarıda akıp duran hayat onu huzursuz ediyor. Okuru yeni kurduğu dünyaya davet etmenin sebebi bitimsiz bir iyilik duygusu mu? Sanmıyorum. Bir müphem alan da burada başlıyor; acizliğinin ve kibrinin aynı anda ortaya çıktığı bir dünya. Hem bir masumiyet karinesi hem de bir başkaldırı. Kendine ve hayata."

3- ÇİLEM DİLBER:

"Yazar kendisi için, başkaları için, yazmak için yazar. Kendisi için yazar, her şeye bir başka açıdan, detaylara tutulmuş bir mercekten bakar gibi bakar ve gördüğünü kendince yorumlamaktan haz duyar. İçgüdüsel ya da alışkanlıkla. Bu haz zamanla tutkuya, belki alışkanlığa ya da bağımlılığa döndüğünde yazdıkları, kimsenin okumadığı bir oda dolusu metne dönüşse de yazmaya devam edebilir. Çünkü kendisi için yazar. Kendine ait bir dünya kurmuştur, başka türlüsü mümkünse de zordur artık. Başkaları için yazar. Yazdıklarını hiç tanımadığı birinin okumasıyla ve o tanımadığı biriyle görünmez ama neredeyse elle tutulabilecek kadar gerçek bir bağ kurduğunu hissetmesiyle bu bağın düşkünü olur çıkar. Zaten kendisi de okur olarak binlerce karakterle, onlarca yazarla bağ kurmamış mıdır öncesinde? Tarafın değişmesi aradaki bağı kurma çabasını eline geçirmesine neden olmuştur bir kez ve bu çabayla başkaları için yazmaya devam edecektir. Erendiz Atasü'nün dediği gibi, sanat bir iletişim değil midir? Kendisi ya da başkaları için yazarken keşfettiği kurmaca dünyanın standartlarını benimser zamanla. O kurmacanın neresinde, nasıl duracağına dair düşe kalka deneye yanıla öğrendikleriyle alternatifler üretmeye, bir daha bir daha var olmaya çalışır. Yazdıklarının 'ol'ması için titiz bir çalışmaya girer. O dünyanın gereklerini yerine getirmelidir. Yazmak için yazdığını fark ettiğinde artık bu oyundan çıkamayacağını da görmüş olur zaten."

4- ERHAN GENÇ:

"Yazar kendini, bir şeyler anlatmaktan, oyun kurmaktan, bir dünya kurgulamaktan alıkoyamadığı için yazar. Bu belki de Tomris Uyar'ın dediği gibi bir tür 'tanrıcılık' oynamaktır ama yazma motivasyonunu sağlayan şeylerden birinin de "yazma ânının büyüsü" olduğunu göz ardı edemeyiz. Bana kalırsa okurun zaman zaman metni yazan kişiyi aşmasını sağlayan da Andre Gide'in 'Tanrı payı' dediği bu büyülü satırlardır. Kendini yazmaya kaptırmış, eli klavyenin tuşlarında gidip gelen bir yazar nezdinde kendisi için mi okur için mi yazdığının bir önemi yoktur aslında. Evet, kendinizi yazmaya kaptırdınız mı zihninizde muhayyel bir okur belirir. Yüzü, gözü, saç rengi ya da herhangi bir fiziksel özelliği belirgin olmayan ama sürekli yazacaklarınızı bekleyen sadık biri. Yazdıklarınızı onun için yazıyormuşsunuz gibi hissedip asıl anlatmak istediklerinizi anlamasını beklediğiniz bir muhayyel okur... Peki, kimdir bu muhayyel okur? Kendi yazdığı metnin ilk okuru olarak yazarın kendisidir bence. Bu durum yazarın sadece 'okur için' yazdığı anlamına gelmez çünkü yazar, oyundaki 'tanrıcılık' şapkasını çıkarmış, 'kul' şapkasını giymiş ve kendi metnini öyle okumuştur. Son tahlilde yazarın, bir anlamda hem kendisi için hem de okuru için yazmış olduğunu söyleyebiliriz."

5- ÇİYİL KURTULUŞ:

"Hiç kuşkusuz önce kendisi için yazar. Bir tür kendini tanımlamadır bu. Yazar kişi varlığını ortaya koyar, boy gösterir. Ne yazarsa yazsın orada kendisi vardır, onun eli, onun zihni, onun yüreği. Özel bir okur için de yazabilir, sevgilisine, kavuşamadığı aşığına, yıllar önce kaybettiği annesine ya da hasta köpeğine ve o her kimse çok da önemi yoktur kimin için yazdığının çünkü orada da öncelediği yine kendisidir aslında. Kendi elleriyle biçim verdiği bir hediye, adresine iletilmek üzere bir mektup, günün sonunda ondan geriye kalacak sözcükler... Elbette bu özel okur yazarın yayımlama arzusunu kamçılar, kendini gerçekleştirme yolunda önemli bir araçtır aynı zamanda. Böyle özel bir araca her zaman ihtiyaç duyulur mu? Bence hayır. Birlikte bir yola çıkılır ama sonraki durakta yalnızsınızdır artık. Bu sizin özel itkiniz-hayali bir nesne de olabilir- bir şeyleri tetiklemiştir ve ansızın çıkagelen bahar temizliği adeta yazarın zihninin tozunu attırır. Orada eski yeni ne varsa bir araya gelir ve üretim başlar. Yazarın kendini yeniden tanımladığı yerdir burası. O, sözcükleri bulur, sözcükler onu. Kimin için yazdığının pek de bir önemi yoktur artık, yenidoğan gün uzayıp genişleyecektir nasılsa. Herkes için yeni bir soluk. Yayımlatmak isteği yazarın arka odadan çıkıp insan içine karışması demektir ki bundan daha haklı ve meşru bir neden olamaz. Yeterince yalnızlık çekmiştir zaten. Yayımlamakta bir meydan okuma vardır, bir direniş, sabırlı bir vazgeçmeme hali, bir bağlılık, bir özgürleşme... Ben de varım, der yazar. Orada sesini sözünü bulan okura ne mutlu. Bu keşfi gerçekleştiren her okur yazarı başta yazmaya iteleyen o ilk özel okurun yerine geçmiştir artık. Bazen şöyle der okur: Yazar bunu benim için yazmış. Bizi kuşatan içinde yüzdüğümüz düşünce havuzu. Yazar rüzgarıyla dalgayı veren kişidir. Yüce bir paylaşım duygusu. Yazmak tanrıcılık oynamaktır elbette. Dünyalar kurar dünyalar yıkarız. Edebiyat bir oyundur, tıpkı hayat gibi. Okura ters gelen sözler de eder yazar, tehlikeli pusular kurar, bazen edepsiz olur, bazen hadsiz. Bunların hepsi olağandır, yazar ve okur, onlar birbirini bilir, iyi günde kötü günde, ölüm bizi ayırıncaya dek, bu buluşma, ilişki sonsuza dek sürüp gider. Yazının iyileştirici yönünü seviyorum en çok. Yazar olarak istediğimi yaparım, yıkarım yakarım, kimi istiyorsam ona hayat veririm ve bu beni iyileştirir. Kansere çare bulamam, savaşa son veremem, ırkçılığı yok edemem, şiddete son veremem ama kağıt üstünde tamamen özgürüm. Burada gerçek bir yok oluşun olmadığını bildiğim için de özgürüm, huzurluyum. Ne yazarsak yazalım bir yerlerde bir şeyler tamamlanıp uzay boşluğunda yerini buluyor gibi geliyor bana. Aslında yazar daha çok adını koyamadığımız, açıklayamadığımız bir güce, yukarıda gökyüzündeki bir yıldıza eklenen bir ışıltı, büyük aydınlığın küçük bir parçası olabilmek için yazıyor. Yalnızca yayımlamak için yazan bir yazarınsa gökyüzüyle işi olmaz. O ne yazık ki kendi becerisine aykırı düşmeye hep eğilimlidir. Yenidoğan günün anlamını kavramaktan çok günü kurtarmak yeterlidir onun için."

6- BETÜL NURATA:

"Yazar kimin için yazar? Döngüdeki yerimize göre değişebilen bütünsel bir cevabı var bu sorunun. Hem senin için hem kendim için. Bazen onun bazen de bunun için. Bazen uzaktaki bazen de yakındaki için. Kayboluşlarımız düşüşlerimiz ve bağımlılıklarımızla çok ilgili. Yazar 'Niçin yazar?' veya 'Nasıl yazar?' diye sorduğumuzda çeşitli sebepler, gerekçeler ileri sürebiliriz. Hatta bir şeyler uydurabiliriz, inandırabiliriz kendimizi buna. Ama 'Kim için yazar?' Bu soruya gelince iş başkalaşıyor. Yazmak, mizacın gereği, tabii sonucu. Yazar bu manada elbette kendisi için de kalemi eline alır. Üretimde kalmak kendisini diri tutacak, anlamlı kılacak, beyazlaştıracaktır. Herkes varlığını duyumsamak ister fakat yazar bir adım geriye çekilerek bazen de öne çıkarak kendisini sen yerine koyar. Kendi beninden çıkar yazdıkça. Bu çok güzel... Bütün bunlar bir yana, 'Yazar kim için yazmalı?'nın cevabına ulaşmak isterim ben. Yazar aşkın olan için yazmalı. Belki somut olan bütün kimlerden arınmalıyız. Hâsılı kim için yazar bilemem, ama kim için yazmalı biliyorum. Aşkın olan için yazmalı. O'na yardımcı olmalı. O'na katılmalı. O'nun güzelleştirmesine sevindirmesine bazen de üzmesine ya da sevmesine şahitlik etmeli. Sistemine ve yasalarına hayranlık duyarak boyun eğerek, O'nun için.."

7- İBRAHİM ASLANER:

"Her yazar başlangıçta kendi için yazar. Sıkı sıkıya korunması gereken birer sırdır her cümle. Bu, insanın doğasıyla bir parça örtüşür. Diğer yandan zaten kendisinin bildiği bir sır neden beyaz kâğıt üzerinde her an faş edilmeye hazır beklesin ki? Yazarlığın doğasının bu paradoks üzerine kurulu olduğunu düşünüyorum. O sebeple başlangıçta hep kendisi için yazar, bu; zamanla, belki yetkinlikle gizlenme seviyesini artırır ve yazılanlar okura sunulur. Yazarın kendisi için yazması, içinde kendini yazmasını dolayısıyla kendini anlamasını da barındıran bir durumdur. Kendini anlamak kulağa hoş gelmese de insanın bir başına üstesinden gelebileceği bir eylem değil. Bu yüzden başka yüzler, başka insanlar, toplumlar, inançlar... Temelde yazarın kendiliğine hizmet eden tematik yapıları. Bütün yazarlar bunu matematik bir formül üzerine oturtmuştur demiyorum, hatta bu çoğu zaman bilinçli bile değildir. Her ne şekilde olursa olsun yazarın varacağı yer bir içebakış, dahası bir içgörürdür. Ki o zaman sırra varılmış olur. Diğer türlü tanrılık iddiasına tutuşmuş bir formülasyon, okur avına çıkmış bir avcı, amaçsız bir oyun olmaktan öteye geçemeyecektir yazmak."

8- ERTUĞRUL EMİN AKGÜN:

"Camımın önünde uyuyan kediyi sevdin. 'Ulan Marge, sen bile alıştın gemiye. Ben hâlâ özlüyorum' diye söylendin. Elimdeki siyah kapaklı kitaba son bir kez baktın: 'İyi ki yazmışım. Yoksa uzayda zaman nasıl geçecekti.'"

9- HASAN HARMANCI:

"Yerim dar olduğu için en kısasından: Sanatın da, edebiyatın da özü benlik arayışıdır. Yazarın kendini tanımlama serüveninde sorduğu sorular ve verdiği cevaplar akseder metne. Bu büyük yolculuğun dinamosu içkinlik veya aşkınlık olabilir ancak. Saf metnin sahibi yegâne olan yüce olan varlığa ya da yüceliğin kendinde olduğunu yazar. Yazar arayışını bir büyük varlık ile mi gerçekleştirecek, yoksa yazdıkları yegâne büyük varlık olarak gördüğü kendine mi gidecektir: Felsefede olduğu gibi edebiyatta da en büyük sorudur: 'Neden'. Fakat edîbin neden yazdığı sorusunun cevabı edebî bir sorudan evvel hikemî, felsefî, ontolojik bir sorudur aslında. Çok da gerekli olmayan şu soru akıllara gelebilir: Aşkın olana yazılan bir metin mi büyüktür, içkin olana yazılan mı? Dünya edebiyat tarihinde büyük eserleri her iki yönde de görürüz. Mümin olan Kab. b. Zuheyr de kıymetlidir edebi olarak, inkar eden İmru'l-Kays da; yıkıcı Dante de büyüktür, kurucu Mevlana da; iki zıt kutba yazan Şeyh Galib ile Charles Baudelaire de edebiyatın zirve isimleridir. Filibeli'nin Râci'si aşkın olana, Albert Camus'nün Meursault'su içkinliğe yazılmıştır geçtiğimiz asırda. O vakit şunu da sormalı: Hikmetin, felsefenin, ontolojinin olmadığı bu çağda yazar kimin için yazar? El-Cevâb: Çağın her şeyi yapmaya çalışan kifayetsiz muhteris insanı gibi çağın yazarı da her şeyi yazar, hep yazar, görünmek için yazar, ortaya karışık yazar, asıl sorulması gereken soruyu unutmak için yazar. Batıda kırk defa iğdiş edilmiş dekadanı, saçmayı, pesimizmi, salt ironiyi kullanıp yalnız kalmamak için yazar. Post-truth diye bir dine bağlanmıştır, bağlamsızlığa yazar. Aktüel olan, köksüz olan, işlevsel olanla yetinir ve nihayetinde elbette para kazanmak için yazar. Velhasıl kelam bu çağda yazar ne kendisine yazar, ne başka'sına yazar."

10- SELİM BEKTAŞ:

"Yazarın eylemini Ouroboros'a benzetebiliriz. Tıpkı kendi kuyruğunu yutan yılan gibi, okur için yazan yazar (etki), aslında kendi için de yazmış olur (tepki). Eğer eylem doğrusal olursa, yani yazar, salt okur için yazarsa didaktik ve üstenci bir dil gelişir; noktasal olursa, yani kendi için yazarsa bu defa günlükten bir farkı olmaz. Bu noktada yazarın yapması gereken şey, kendini bir öğretmen ya da 'hasta'dan çok bir entertainer konumuna getirmektir. Günün sonunda hem yazar hem de okur için önemli olan, keyif almak ve bir sonrakine geçmek olduğundan, yazar her şeyden önce Ouroboros'un neslinin devamı için yazmalıdır. Çünkü her yeni canlı, yazardan çıkıp farklı okurlara dağıldığında bambaşka evrenler, ihtimaller ve hikâyeler üretir. Böylece eylemin döngüsü de tamamlanıp bir diğerine geçer. Tıpkı hayat gibi."